bugün

devlete , dolayısıyla millete ait olan mal .
rte efendinin seçim gezilerinde kullanmaktan çekinmediği ata uçağı ve helikopterler de bu tür mallardandır.
ondan yemeyenin keriz olarak adlandırıldığı, içinde fakirin, tüyü bitmemiş yetimin v.s hakkının bulunduğu, bazılarının har vurup harman savurduğu gerçeğine karşılık hepimize ait olan mal.
üç ayda bir yollarınız kazılır, sözde eski ya da uygun olmayan borular çıkartılır, yenisi döşenir, siz normalde 10 dakikada gideceğiniz yeri 45 dakikada gidersiniz, 3 katı benzin tüketirsiniz. sonuçta o borular sizin götünüze döşenmiştir, o benzin sizin cüzdanınızı yakmıştır, üstüne üstlük orada çalışan işçilerinde maaşını vatandaş öder. ikiside devlet malıdır. aha böyle bişeydir devlet malı.
denizdir efendim, yemeyene keriz gözüyle bakılır, sahip çıkanlar dışlanır, sürülür, bu ülkede devlet malına bakış açısı iğrençtir, sözde herkes sahip çıkar ama çıkar musluğu kendine akarken ceplerini doldururlar. bu ülkenin en önemli sorunlarındandır ama kime neyi anlatacaksın, anlatacağın makamlar yemektedirler efendim, sonuçta kanser olursun ama asla lanet olsun ben mi düzeni değiştireceğim dememelisin. elinde imkan varken gözü gibi bakana, namusu gibi sahip çıkana inanmalıdır, bol keseden atana değil. devlet malının peşkeş çekilmesinin bu ülkeye yükü yazılsa şuraya inanın kimse gözlerine inanamaz.
büyük kısmı ırzına geçmek için bıyık burkanların elinde kalmış namustur.
bunun sınıfın 'mali' versiyonu da vardır...bir arkadaşa söylenmektedir...
devlete ait olan maldır.
görsel
kişinin kendi öz malından daha öncelikli koruması gereken maldır, milliyetçiliğin ölçüsüde bu olmalıdır.
Meğen Ben Ne Enayiymişim! – Hasan Celal Güzel

–Sayın Milletvekillerine ithaf olunur- Efendim, artık 68 yaşında, su katılmamış bir avanak, hakikî bir budala ve gayrikabil-i ıslah bir ‘enayi’ olduğumu itiraf ediyorum. Bana küçük yaşımdan itibaren ‘beytülmal’ın mukaddesliğini öğretmişlerdi. Hiç kimse ‘Devlet malı deniz, yemeyen domuz’ dememişti.

Bütün ömrüm tâbir-i âmiyanesiyle ‘eşşek gibi’ çalışmakla geçti. Çalışma hayatımda tek gün dahi izin kullanmadım. Bir gece bile doyasıya uyuyamadım. Kimileri bana ‘uykusuz müsteşar’ adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi ama ‘Ne akılsız adam yahu!’ şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon konuşmasıyla çınlayan kulaklarıma kadar gelirdi.

Üzerinde ‘T.C. Hükümeti’ yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, sadece resmî hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım. Çocuklarım devlet malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler. Yüzlerine bakmaya kıyamadığım Mustafam ve Elifim, bir saat daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul servisleriyle okula gittikleri esnada, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum. Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda oturmadım. Koruma görevlisi de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı.

Meğer ben ne enayiymişim!…

***
Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur… Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç zarurî toplantı dışında- Meclis lokantasında yemek yemezdim. Zira, burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan yemekler milletin kesesinden sübvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim halde, aynı gerekçelerle TBMM Sigarası da içmedim. Ceplerim şıkır şıkır metal jetonlarla dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım. O zaman ‘beleş’ cep telefonlarımız da yoktu.

Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal ettirirdim. Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptım; hâlen evimde bu dönemlere ait -bronz plaketler dışındatek bir hatıra eşya göremezsiniz.

Benim anladığım mânâda siyasete ‘Zengin girilir, fakir çıkılır’. Biz enayiler, devlet hizmetini ve siyaseti böyle anlıyoruz. Siyasî hayatımda önüme çıkan yüzlerce fırsatı teperek mal mülk edinmedim. Bilâkis, ANAP‘taki Genel Başkanlık mücadelesinde, Bond çantalarda getirilen paraları reddederek, eşimin SSK kredisiyle aldığı Oran‘daki daireyi; YDP‘nin kuruluşunda da babamdan kalan Malatya‘daki ev ile dedemden kalan Gaziantep‘teki evin bana düşen hisselerini harcadım.

Bu arada, eşimin uzmanlığıyla ve alınteriyle hak ettiği ‘Vakıflar Genel Müdürü’ olarak tayin kararnamesini, nasıl engellediğimi de unutmayayım.

Sadece bununla kalsa neyse… ANAP döneminde, şiddetle muhalefetime rağmen çıkarılan ‘kıyak emekliliği’ reddedip tek maaşa devam ettim. Bu haksız uygulama hâlen devam ediyor. Başbakanlık Müsteşarı‘yken, milletvekili maaşlarının buna göre ayarlanmasını gerekçe göstererek kendim için sözleşme yapmadım ve üç yıl müddetle emrimdeki daire başkanlarından bile daha az maaş aldım.
Meğer ben ne enayiymişim!…

***
Şimdi 70’ine merdiven dayadım. Hâlâ kirada oturuyorum. Kendime ait tek mülküm kitaplarım… Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda ‘Dikili ağacım dahi yok’. Hizmet hayatım boyunca, muhatabımın bıyık altından gülerek dinlediği, ‘Bu fukara millete ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım?’ lâfım vardı.

Sevgili okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan pişmanlık duyduğumu sanmayınız.

Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek mümkün olabilse gene aynısını yapardım.

Beni bütün ‘enayiliğime’ rağmen kimseye muhtaç etmeyen Yüce Allahıma hamd ediyorum.

Hasan Celal Güzel

https://mangubitig.com/de...zerine-hasan-celal-guzel/
Tüyü bitmemiş bebelerin, yetimlerin, bu vatanın bedelini en ağır şekilde ödemiş şehitlerin malıdır.

Tefekkür..

görsel