bugün

(bkz: damien)
herman hess'in gençliğinin ve geçrdiği sıkıntılarının romanıdır. aslında romanın işleyiş yapısında anlatılan "mavi bir göğe yükselen yumurtadan çıkmak üzere olan bir kartal" sembolü hep meşgul eder. bu sembolünn anlamını da bilmek için biraz jung psikolojisine eğilmek lazım. mavi bilincin ve düşüncenin rengidir. bunu yanında kartal da çıkmakta olan özgürleşmekte olan blinci ifade eder.

ifade edilenlere ek olarak; ''ruh imgesi'' bir beatrice de;emil sinclair tarafıdan belirlenmiştir. bu daha sonra fikrimce demian'ın annesi olacaktır.
--spoiler--
hermann hesse'in romanına adını verdiği demian,
aslında romanın anlatıcısı ve kahramanı olan sinclair'ın öz benliğidir.
yani fiziki bir varlık değildir demian.
hepimizin içinde olan ama ulaşamadığımız özümüzün,
karakterize edilmiş bir sembolüdür.
--spoiler--
Nobel ödüllü yazar hermann hesse'nin keyifle okunan romanlarından biri.

--spoiler--
"seven biri ne sevdiğine yakarıp yalvarır ne de ondan bir istekte bulunur, demişti bunun üzerine bayan eva. sevgi kendi içinde bir kesinliğe, bir olgunluğa ulaşacak gücü barındırabilmelidir. işte o zaman çekilmekten kurtulur, kendisine doğru çeker karşısındakini. oysa sizin sevginiz, sinclair, benim tarafımdan çekilmekte. günün birinde beni kendisine çekecek gücü gösterdiğinde, gelirim o zaman. armağanlar vermek istemem ben, ele geçirilmek isterim."

--spoiler--
--spoiler--

bir garip kitaptır. kitabın bütün mantalitesi tek bir anlayış üzerine kuruludur. o da iyinin iyi olduğunu kabullenmek kadar kötünün de aynı oranda iyi olduğunu kabul etmek ve kötünün kötü olduğunu kabullenmek kadar iyinin de aynı oranda kötü olduğuna kanaat getirmektir. (bkz: ne dedim ben) bir nevi içindeki noktaları atılmış yin yang gibi. özetle tanrısal olana yalnızca iyi olanı kucaklamakla değil kötü olana da vakıf olduğumuzda ulaşabiliriz . tabi burda bahsedilen gelişigüzel kötüden ziyade, farkındalığına erişilmiş olan kötü. dediğim gibi gariptir ama akla çok da uzak değildir.

--spoiler--
bu dünyada bugüne kadar yazılmış olan en iyi kitaptır(kanaatimce). tanrısallığın en somut, en anlaşılır biçimde anlatımıdır.
demian, herrman hesse'nin ilkin 1919'da yayınlattığı romanının adıdır. bu romanı eric sinclair takma adıyla yayınlamıştır. zira kendisi ünlü bir yazardır. kitabın yaratacağı etkiye kendi isminin katkıda bulunmaması için, kitabın etkisini yazarın şöhretinden bağımsız olarak görmek istediği için bu yolu seçmiştir.

hermann hesse, kitabın çatısını oluştururken, hikayenin içine iki sembol yerleştirir. bunların üzerinde durmanın, kitabın ruhuna ulaşmada önemli olduğunu düşünüyorum. birincisi "nişan" sembolüdür. sinclair ve demian, birlikte girdikleri ilk derste, habil ve kabil kıssasını dinlerler öğretmenden. tevrata (musa, 1.kitap) göre, adem ile havvanın ilk oğlu, kabil, habilin ağabeyidir. kabil çiftçilik yapar, habil çobanlıkla uğraşır. kabil işlediği toprağın ürünlerinden, habil ise sürüsünün ilk yavrularından ve yağından tanrıya armağanlar sunar. tanrı, habilin armağanını kabul edip kabilinkini geri çevirir. kıskançlık duygularına kapılan kabil, kardeşi habili öldürür. tanrı kabili lanetler, ama kabilin de bir kardeş cinayetine gitmesini önlemek için onu bir nişanla donatır.

sinclairin körpe ruhunun kuyusuna atılan ilk taş, bu dersten sonra demianın ona söyledikleridir. demian, bir nişana inanmaktadır, fakat, habilin öldürülmesinden önce varolup, kıssanın başlangıç bölümü sayılabilecek şeyin, tam da nişanın kendisi olduğunu söylemektedir. evet, kabil ve çocukları gerçekten kimseye benzememekte ve bir nişan taşımaktadırlar fakat, bunun nedeni cinayet ya da koruma değildir. bu nişan, üstünlüğün, lanetin ve zor yolun nişanıdır.

ikinci sembol, sinclair ve demianın, habil ve kabil kıssasının üzerinde konuşarak yürüdükleri sinclairin evinin kapı kemerine yerleştirilmiş atmacaya benzeyen bir armadır: abraxas. kitapta abraxas, yeryüzü ile gökler arasında haber taşıyan, hem iyiliği hem kötülüğü içinde barındıran bir haberci tanrı olarak anlatılır ve insanın normal denebilecek arayışların ötesinde kendi yazgısını keşfedebilmesi için içinden gelen seslere kulak vermesi, düşlerine ve sezgilerine güvenmesi ve onları yorumlayabilmesi koşulunu simgeler.

(abraxas, eski çağlarda büyülü olduğuna inanılan yunanca harf dizisidir, bu kelime çeşitli eşyaların üstüne tılsım olarak yazılırmış. sonradan bir tanrı ya da tanrısallık (deity) olduğuna inanılmış. abraxasın hitlerin tanrısı ya da yahudileri yakma sebebi olduğunu söyleyenler de var. borges de kum kitabında, otuzlar mezhebine dair yazdığı yazıda; abraxastan, "başı horoz, kolları ve gövdesi insan ve belden aşağısı yılan kuyruğu" diye bir alıntıyla bahsediyor.)

kitapta geçen sembollerden sözederken demianın isminin işaret ettiği anlamı da geçmemekte yarar var, demian ya da damian, ruhuna şeytan sahip olmuş çocuklara verilen isimdir.

demian ve sinclair konuşurlar, konuşurlar, konuşurlar. okumadıysanız, işi gücü bırakıp hemen bir kitapçıya koşmanızı önererek bitireceğim bu kitabın tanıtımı, o konuşmalar sırasında demiana söyletilen bir cümleyle sona erer:

"çok konuşuyoruz. bu zekice konuşmaların hiçbir değeri yok, hiç yok. insanı kendi kendisinden uzaklaştırır, o kadar. kendi kendinden uzaklaşmak da günahtır. yapılması gereken, insanın tıpkı bir kaplumbağa gibi, kendi içine girip yerleşebilmesidir."
bozkırkurdu gibi bu kitabın sonuna doğru da kelimeleri ve cümleleri okuma hızının arttığı gözlemlenen kitaptır. kitapları bazı cümlelerin altını çizerek okuyanlar için hayli altı çizilecek yer olduğu kanaatindeyim...
güzel kitaptır, okuyan farklılaşır...
(bkz: abraxas)
hermann hesse'nin her kitabı gibi demian da apayrı bir dünyanın kapılarını açtı bende. romanın etkisi öylesine büyük ki. artık daha başka bakıyorsunuz insanların gözlerine. daha başka bakıyorsunuz insanların yüzlerine. ve hayalleriniz kırıyor etrafına örülen duvarları. imkansızlığın aslında yapay bir algı olduğunu hatırlatıyor bize demian. lütfen okuyun. inanın bu dünyadaki herkes demianda..
" kuş yumurtadan çıkmak için savaş veriyor. yumurta dünyadır. doğmak isteyen, bir dünyayı yok etmek zorundadır.
kuş tanrı'ya doğru uçuyor. tanrı'nın adı abraxas'tır. "
south park'taki şeytanın oğlu karakter. bir ara okula kaydolup bizimkilerle oynamışlığı vardır.
"Kuyuya bir taş düşmüştü. Kuyu da körpe ruhumdu benim..."

"Demian"da Emil Sinclair isimli bir gencin 20. y.y. dünyasında kendi yaşamını açığa çıkarışının ve gençliğin sorunlarına ayna tutuluşunun hikâyesi kendi ağzından anlatılır. iyi, doğru, ahlak, din kavramlarıyla yetişmiş bir çocuğun öğrencilik döneminde ruhundaki yasak duyguları keşfetmeye başlaması ve varoluşsal kıvranışının hikâyesidir.

"Ruhumda temel bir içgüdünün yaşadığını ve bunun o yasak sayılmayan aydınlık dünyada bir köşeye çekilerek kendini gözlerden saklaması gerektiğini yeniden keşfettiğim yıllar çıkagelmişti."

Muhafazakar ailesinin yarattığı geleneksel ve ahlakçı temiz dünyadan sonra kapının ardında kalan, yalanlarla yozluklarla dolu karanlık dünyayla yüzleşen Sinclair, bu ikircikli yeryüzünde iki farklı dünyanın yaşamını kuşattığını fark eder. O hayatı siyah ya da beyaz olarak ikiye ayırmıştır. Griye yer yoktur dünyasında. Bunun sebebi de ahlâki dogmalar ve normlar üzerine doğmuş olmasıdır. Günahkârlık, suçluluk, iyilik, kötülük kavramları kuşatır ruhunu ve zihnini.

"içimde dışarı çıkmak isteyen bir şey vardı; ben onu yaşamaya çalışıyordum yalnızca. Neden böylesine güçtü bu?.."

Sinclair'in iyilik kavramından anladığı, ailesinin din algısının, günah sınırlarının dışına çıkmamak ve otoritelerine karşı gelmemektir. Kötülük ise tüm bunların tersi bir olgudur. Fakat arkadaşı Demian'ın aykırı kişiliğiyle üçüncü bir dünyayı keşfeder. Demian'dan dinlediği Habil ve Kâbil hikâyesi iyilik ve kötülük arasındaki keskin ayrımı ortadan kaldırır. Kendi bakış açısıyla iyi ile kötünün birbirine karşıt değerler yerine, bütünleşerek hayatın iki önemli simgesi olduğu bilgisine ulaşır. Demian karakteri Hesse'nin yaşama bütünsel bakışının metamorfik bir simgesidir.

"Kör kalbimin sesine uyarak anne ve babama, sevdiğim eski "aydınlık" dünyaya bağımlılığı seçmiştim; oysa bu dünyanın biricik dünya sayılamayacağın biliyordum artık."

Hermann Hesse yazın hayatı boyunca yaşamın hızla değişen döngüsünde bireylerin hayatlarına dokunur. insanın yazgısının maddi olgular, gelişmelerle biçimlenmemesi gerektiğini savunmuştur. Birey yazgısını kendi çabalarıyla özerk bir niteliğe kavuşturabilmeli ve kaderciliğe teslim olmamalıdır. Nietzsche ve Schopenhauer hayranı olan Hesse'ye göre insanlığın oluş süreci başlı başına bir sorunsaldır. "Demian"da da eğitimin ve eğitimle şekillenen bireyin gelişiminin önemine atıfta bulunur.

Hesse, savaş karşıtı tutumuyla Almanya'da tepkiyle karşılanmasına rağmen, metinlerinde siyasi ve politik unsurlara yer vermekten sürekli kaçınmış; uygarlığın yıkıcı etkilerine karşı, kişinin özbenliğini savunmuştur. Fakat tüm sakınmasına rağmen savaşın etkilerini alt metinlerde, karakterlerin bunalımlarında görmek mümkündür.

Yazar, Emil Sinclair'in yaşadıkları doğrultusunda Alman toplumunun aile, ahlâk, gelenek anlayışının, bireyin kendini bulması sürecinde olumsuz bir etkisi olduğunu eleştirir. Ona göre sadece iyinin anlatılması gençleri hayata karşı savunmasız bırakır. Bağnaz ahlakçılık sebebiyle gençler karakter yoksunu olarak yetişir, karar verme mekanizmaları gelişmez. Sürü psikolojisiyle yaşayan bireyler olmaya mahkumdurlar. Hermann Hesse'nin amacı dünyayı bütünlük içerisinde görmeyi öğrenmektir.

"Bizim ödev diye benimseyip yazgı diye baktığımız tek şey vardı: insanın tamamen kendi kendisi olması, doğanın kendi içindeki etkin özüne uygun davranması ve onun isteminden dışarı çıkmamasıdır."
valla abi ne iyi etmişsin de bu kitabı yazmışsın dedirtecek bir kitap. kendinden çok şey bulanlar için söyleyecek pek bir sözüm yok lakin kendinden hiçbir şey bulamayanlar için diyeceğim şu ki: bayım/leydim siz olgunlaşma sürecenizi tamamlayamadan kaçmışsınız, lütfen ergenliğinize geri dönüp boşlukları doldurunuz, sonra o boşluklar yüzünden ileride etrafınızdakilere sıkıntı çıkartıyor, etrafınızdakilerden sıkıntı görüyorsunuz.
hermann hesse'in kitabı.

-yaptıklarım, yapmam gereken şeylerdi; çünkü başka türlü nasıl davranacağımı bilemiyordum.

-insan şairlikte, cinnette, peygamberlikte ya da canilikte alabilirdi soluğu, bu onun bileceği şey değildi, hatta bunun önemi de yoktu hiç. onun işi rasgele bir nitelik taşımayan kendine özgü yazgıyı ele geçirmek, bu yazgıyı tümüyle ve kesintisiz olarak sonuna dek yaşamaktı. geri kalanı yarım sayılacak işlerdi; kaçıp kurtulma girişimleri, kitle idealine sığınmalar, uyum sağlama çabaları ve kendi iç dünyası karşısında korkuya kapılmalardı. yeni görüntü, korkunç ve kutsal, gözlerimin önünde yükseliyordu; şimdiye dek yüzlerce kez sezilmesine, belki ikide bir dile getirilmesine karşın ancak şimdi yaşanmaktaydı. ben fırlatılıp atılmıştım doğa tarafından; bir belirsizlikten içeri, belki yeni bir şeyin, belki hiçbir şeyin kucağına savrulmuştum; alabildiğine derinliklerden bu fırlatılıp atılışın etkisini göstermesini sağlamak, onun sistemini ruhumda hissetmek ve onu düpedüz kendi istemim durumuna sokmak, işte benim işim yalnızca buydu! yalnızca bu!