bugün

ne kadar cok tuketirse, o kadar cok tuketesi gelir insanin. kimbilir, belki de cagimizin derdi bu? belki de kapitalizmin bazen imanimizi gevreterek, bazen de cebimize kolayindan koydugu paralara kullanim alani yaratmak icin, icimizde korukledigi bir ates. ne kadar cok yanarsa tuketim istegimiz, o kadar cok ihtiyacimiz var o atese atilacak, yakilacak seye, seylere.

buyuk, modern sehirlerde yasarken, daha cok tanik oluyorsunuz bu tuketmek ve yine de doymamak hastaligina. pariltili alisveris merkezlerindeki, cildirmis bunyeler, deli gibi saldiriyorlar, hic de ihtiyaclari olmayan seylere. seylerin kolesi olmuslar, ne komik.

gordukce, taniklik ettikce tiksintim artiyor fena halde. belki de yaslanmak boyle bir sey, kimbilir? bunyem reddediyor kontrol edemedigim bir hizla luzumsuz tuketimi. sanki ne kadar az tuketirsem, ne kadar az seye ihtiyac duymayi ogenirsem, o kadar cok mutlu olma sansim var hayatta.

bakiyorum da, tukettikce daha cok acikan insanlarin doyumsuz mutsuzluklarina, bir lokma, bir hirka hayat nasil da sade. beyaz duvarlarin arasinda, tas ya da tahta zeminde yakasiz bir gomlekle gezinen dervisin ruhunun eristigi huzur, neyle satin alinabilir ki?

ey asagilik acligim, sana ekmek yok bundan boyle. git otur
sirtindaki kollari eprimis hirkanla, kosedeki sedirde. ne zaman ki ogrenirsin, o hirkanin kiymetini, ruhunun huzur sansi kelebekler gibi dolabilir icine. Ya da bir ihtimaldir hic olmazsa...