bugün

bir çiçek açtığında
bir eski avluda
diyor ki;
çalıda sarı bir çiğdemim ben
ve senin çok eski cümlen.

sen otursan, gitmemiş ki! olsan
ben sana bir eski endülüs avlusu
istersen serin bir portofino getirsem
ya da yedigöllerin yedisini birden

bir çiçek açtığında
bir eski avluda
diyor ki

her şey çok eksik ve neredeyse yok
gibiyken
buldum buluşturdum kendime geldim
tek eksik sensin! incecik, çilli bir dille
sen de gelsen
ben sana kırmızı kiremitli bir çatı
begonviller ve bir mavi kapı
ve ille amansız bir avlu getirsem

dünya soğur, akşam serinlerken,
benim sensiz sevinecek bir şeyim yok
kılı kırk yardım,
altını üstüne
getirdim,
ve işte en gümüş
cümlem:

içimi açtım sana.
içini açmak için.

Birhan Keskin
o büyük ve muazzam zamanda unuttum
kanatlarım çok oldu üşüyor benim
bu beyaz ıssızlıkta göğsüme düşüyor
bu yüzden eğik boynum

bir kuşun anısı kalmış bende, saklı
bundan gözlerimdeki kayalık,
içimdeki serseri buzullar

dürtme içimdeki narı
üstümde beyaz gömlek var.
Buraya, küçük mutlu güneşler koydum.
Günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar,
ısınırsın.
görsel
kendime dökülüyorum, kendime dökülüyorum, içime. daha nasıl anlatılabilir ki... kendime dökülüyorum...
Sonralardan tanıdığım ve tanımakta geç kaldığım için üzüldüğüm şairdir. Bir hocamın "bak sen şiir seversin, bir de bu adamın şiirlerini oku" demesinden sonra kitabını karıştırdığım, şiirlerinin seslendirilelerini dinledikten sonra değerini anladığım şairdir.

içimi açtım sana,
içini açmak için.

ilk göz attığım kitapta gözüme takılan ilk kelimelerdir.
Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N’olcak ki, bırak patronlar seni kovsun!
dürtme içimdeki narı
üstümde beyaz gömlek var.
Ey ölümden ve hayattan olma çocuk
Suna'yı ve denizi bildin
Şimdi bir başka soru bul kendine
bir yakamoz neden durup durup bir dubayı kovalar
gibi örneğin,

Ölümden ve hayattan çok bahsettik
suskun, ağızsız, sözsüz
ilahi bir koronun gülümsemesini istiyorum ben
yerli yersiz
hem neden küçük bir gülümseme için
büyük espriler gerekli bize
ve neden cinnet beşinci kattayken yakalar insanı
ve bu mermer insanlar nasıl olur da
romatizmadan bahsederler?

Ey ölümden ve hayattan olma çocuk
hüt hüt kuşunu ve gözyaşını bildin
peki, niçin bir new york bulur kendine
tatar çağrışımlı ve balkonlu kızlar
saçlarını taşırken çınaraltının serin sabahlarına
ve bir şairin yüzüne niçin kurtlar iner her akşam
durup duruken bir koridor ıssızlığına
Betonun hüznünden doğdum
suyun isyanından
güneşin kırılganlığına dokunup
geliyorum.
Sana söz yakışır, ağzını hazırla.
Kırık bir şehir hikâyesinden doğdum,
kırk meseleden
bardaklar ve demli çaylara dokunup
geliyorum.
Sana söz yakışır, elma de.
Aslı ve Astar’ı olmayan bir hikâyeden doğdum,
karşı’lar ve balkonlardan
korna seslerine karışıp
geliyorum.
Sana söz yakışır, ağzını hazırla.
O eski hikâye bitti,
şaşkınlığımdan doğdum
denize düştüm
kuruyup geliyorum.
II
Aslında
hazin bir öyküdür bu
anlatmaya yakışmaz sesiniz
yanımdaki bütün sandalyeler boş,
alabilirsiniz.
Oturunuz.
…bolerokuşlarlaleliihvan
birden, gaseyan…gaseyan…gaseyan.
…sonra sarışın kadınlar esmer olup
balkonlara çıktılar
ben terk ettim beyaz çerçeveli bir fotoğrafı
ve dönmedim bir daha.
Resmim,
zayıf yüzlü, gülümsemeye yakın neredeyse
hastane penceresine dayalı
ahşap ve toz kokan bir gecede çekilmişti.
Gaseyan…
yıllar sonra kente çıktım
örümcek ağlarının, paslanmış kapıların ardından
kente çıktım,
yıllardır sallanan bir sandalyenin ardından
tozlar içinden,
uzaklara ve karalara yazıldığım mektuplardan
beyaz çerçeveli bir fotoğraftan,
gaseyan.
Burkuldum ve ağladım
kırmızı bir danstı her şey, oynadım.
tenim ve ellerim yoktu
kimse görmedi.
Kimse görmedi, saçlarım uzamadı yıllardır.
Her gün bir kez bu kitabın başına geçtim. Her gün bir kez dışarı çıktım kırık bir bulutla yürüdüm, her gün bir insana bakıp, yüzümü yere eğdim. Her gün bir gazeteye boş gözlerle baktım. Her gün birileri konuştu, onları dinliyor gibi yaptım. Her gün bir kez "neredeyim" diye sordum kendime. Her gün bir kuzey kışı indi içime. Her gün karşımda duran fotoğraflarına baktım. Bir kez öfkelendim her gün bir kez sordum kendime neden bu kadar bağlandın. Her gün adalet ve zalimlik üzerine düşündüm. Belki de her şey. Her gün bir barbar, bir medeni ile gezdim sokaklarda. Minareleri her gün sabaha ezan sesleriyle ben açtım. Her gün bir perdeyi aralamaya çalıştım. Her gün hiçbir şeyi anlamadığımı düşündüm, her gün her şeyi anladığımı düşündüm. Güvercinleri yolculadım. Her gün, günlere dayanamadığımı düşündüm. Kitapları alt alta dergileri kıvırarak yan yana dizdim. Ne idüğü belirsiz yerler benimle yürüdü. Gördüğüm her "cümle" bana bir bıçak gibi battı, anlamadım. Her gün bir taş parçası söktüm içimden. Her gün uyku beni koynuna alsın diye yalvardım. Her gün, gün bitiyor gece bitmiyor dedim. Her gün işlerin beni avutmadığını gördüm. Ayrılık günlerini sonradan niçin sisli bir perde gibi hatırlarız diye sordum. Öfkeni unutma dedim kendime her gün, unutursan düşersin dedim. Her gün en az bir saati ayakta durmaya, dimdik durmaya ayırdım. Her gün ömür sözcüğünü bir kez kalbimden geçirdim. Her gün ömür sözcüğü kömür gibi tınladı içimde. Her gün sana içimden bir kez "sevgilim" diye seslendim. Her gün sana bir kez "zalim" diye seslendim. Her gün, yan yana oturup birbirine dikkatle bakan iki yaşlı kadını düşündüm. Her gün o kadınların bu fotoğrafı yırtıldı dedim. Her gün "âh" ettim bir kere, bir kere o âh'ı geri aldım. Her gün "yol arkadaşım" dedim, kahırla kapladım sözlerimi. Her gün acını tattım. Her gün unutmak için değil, unutmamak için ağu kattım kalbime. Her gün insan olmak ne çok kusur içeriyor diye düşündüm. Her gün bir kilidi açmaya çalıştım. Başka bir şey vardı, başka bir şey; ben sana dünyanın değil yeryüzünün diliyle seslenmiştim. Çile nedir, günah ne? Bana ne bunlardan. Dünyanın merkezi sendin her gün ben senden uzayan uçsuz bucaksız bir kara.

https://youtu.be/9h8ylWh2PEg
1

Uzun uzun bir yağmuru okudum,
Uzun ıslığını taşıdım rüzgârın,
Uzak bir kıyıya mektup yolladım.
Döndüm, derinde dövdüm kendimi.
Duydum, kırıldı içimde tuz sesi
Bir derine ağladım.

(Keder saldı içime bir denizden bir midye,
Taşı gördüm ağırlık indi dilime)

Engin de kendinden uzağı özlermiş
Ufuk bir şey değilmiş bana, gördüm.
Hayal kıvamıymış aşk,
Gülün kokusunu bademin neşesini
istedim.

Ah bilemedim de nasıl geniştim,
Koşup kapaklanayım bir kucak istedim.

2

Ben, birlikte kıyıya sürüklediğimiz kayıktan
saflığımı ve sabrımı aldım tek
kalanları kumsala göm sen de
yaz boyunca
nasılsa her keder eksilir
kendini doldurarak

sardunyalarla konuşarak çoğalttım
aramızdaki ayrılığı
sayarak çoğalttığım günleri tamamladım
kirpiklerimin arasına çektiğim tülde
yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor
oysa kimse yokmuş dışarda
içim dışıma vuruyor

sardunyalara su vermekle unutamadığımız
şeymiş aşk:
alnından bir günaydın gibi düşürdüğüm sabah,
sağ yanımda unuttuğun keder.

Bunlar gibi daha bir cok siiriyle asik olunasi sairdir.
Ruhumuzdaki "cam parçalarını" "taş parçaları" olarak anlatan şair.

"XVII

omurgamı aldın benim.
omurgamı aldın.
omurgamı aldın.
omurgamı.

niye?"
Aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir.

Ben bir divan şairi değilim ki sevgilim sana bercesteler düzeyim
Yine de giderayak, gözlerine, ellerine, ayaklarına tutulmuşluğumu herkes bilsin isterim .
Hâlimi anlatacak sözler yazamam artık bu kavruk mektuba.
Rüzgârdan yan yatmış otlar koydum gerisini sen anla..
Ben senin kötü olduğunu
Senin kötü olduğunu,
Anlamamak için
Çok çalıştım.
omurgamı aldın benim
omurgamı.
diyerek yürek yakan şair.
xxxv

"onu, sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
titreme daha fazla kalbim.

bağışla kendini artık onu da
bırak gitsin.
bırak gitsin.

o senin ezel gününden kaderin
sen onu nasılsa bin kere daha
seveceksin."

hayatım boyunca bana en çok dokunan şiirin şairi, öyle ki her okuduğumda ya da zihnimde canlandığında inanılmaz hüzne boğuluyorum, canımı yakıyor. ağlamak istiyorum üstelik. karamsarlığa sokmuyor değil ama şu aralar ruh halimi yansıtan yegane şey, ruh halim tam olarak bu şiir. kalemine sağlık birhan keskin! şunları da bırakayım:

taş parçaları/moğollar/eser gökay
fatih çölgeçen - taş parçaları

şiirden hayli kısım paylaşacağım tabi ki

ııı

madem arkandan ağlamamı bile çok gördün bana
al bu taşlar senin olsun… o halde ve bundan böyle
bütün davullar vursun, telleri kopsun sazların
boşluğa bağırsınlar, birlikte;
kan kusacağız.
kan kusacağız.
madem dünya bunca zalim
madem yakışmıyor kalbimize.

bütün davullar gümlesin
boşluktan gelen, boşluğu dolduranı
boşluğa böğüreni
vursunnnn.

bak! nasıl kan kusuyor külde uyuyan
dünya görsün.

vıı

dünya ne ki sevgilim,
benim sana yaptığım kubbe yanında?
düşsün, olsun, bırak,
içinde yıldızlar patlıyor.
kolaydır inanmak kadar inanmamak da.
ister sal kendini dünyaya, ister kal yanımda.
her şeyden öte öyle sevdim ki ben seni
yoluna baş koymak diyoruz
biz barbarlar buna.

x

ey kimselere değişmediğim
ayrılığın neden bunca ağır?

xııı

darmadağınım.
darmadağğğnıııımmmm ve
hepsi burada; aprın çor tigin
haşim, kadı burhaneddin
hepsi burada, kör, topal, haşin
bağğğğrrrrıyorlar:
bırak soğusun,
bırrrak soğusssuuun
bırak soğusun parçaların
tekrar bitiştiğinde
başka bir şey olacaksın.

xvııı

en acısını sevgilim en acısını
tadayım istedin:

en acısı buydu.

xx

gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.

bilemem, belki bu yüzden
ben sana yanlış bir yerden edilmiş
bir büyük yemin gibiydim.
beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
yine de döneyim döneyim istedim.

xxııı

biz iyileşemeyiz diyor ilhan
biz iyileşemeyiz bunu bil, diyor,
biliyordum: ağırdı
biliyordum: çok ağrıdı
biliyordum: adım adım


ben seninle sevgilim
mutsuz ama bahtiyardım.

xxıv

bir masal
bir taş ağırlığında olabilir mi?
olurmuş meğer

birlikte bir masala inanmak istedim
ben seninle, sadece bu.
sen beni tek
tek
tek
bıraktın.

benim artık taş taşıyacak,
taş kaldıracak, taş atacak
halim mi var!

xxx

kar şiddetle rüzgârla büyük bir kırgınlıkla
vardı gece yarısı dağlarına. gelemem artık yanına.
ben kaybettiğime ağlayayım sen kaybettiğine ağla.

xxvııı

ömrümü adadımdı.
elimden aldığın ve parçaladığın şey bu!
adaletin adını neden anmıyorsun burada da?
o yüzden büyük yaram
o yüzden büyük öfkem
o yüzden dinmiyor
içimde hepsi, hıncahınç.

xxxıı

ömrü gurbette geçenler gibiydim senin yanında
duymadın mı, çok söyledim?
o uzun gurbette,
ben senin “adalet” diye diye nasıl unufak olduğunu
gördüm.
göre göre, duya duya
yine de bigâne olarak her şeye.

bilmedin ki; ben senin gurbetinde delirmemek için
kalbimin aklıyla ördüğüm bir yıldızlı kubbede yaşadım.

tecellinin içinde ecel durur sevgilim, görmedin mi?

adaletin içinde bir zalim oturur.

xxxxııı

fazla insansın sen sevgilim fazla insan
bir barbarım ben oysa, bir hayvan
dilim bağışlamaktan söz eder benim
seninki adalet ve intikam.

söylemeye gerek var mı sevgilim
söylemeye gerek var mı şimdi
yetiştirdiğim en iyi nişancı vurdu beni
klimanjaro’nun karları sevgilim
klimanjaro’nun karları
innnnniiiiiiyor aşağı.

xxxxı

bir nefeslik can kalsaydı sana üflerdim canımdan
diyecekler; çok yüksekti ondaki zindan
görmeli, eline almalı, sıvazlamalıydın, öğretemeden
yazgına kanat ol kol ol diyemeden ayrı düştüysem senden.
buna yanarım çok, en çok buna yanarım inan.
onaramazdım kırdığım yerleri
onaramazdın kırdığın yerleri.

son bir nefesle sana sarıldımdı.
en acısı buydu.
en acısı buydu.

xxxıx

aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir
ben bir divan şairi değilim ki sevgilim
sana bercesteler düzeyim
yine de giderayak, gözlerine, ellerine, ayaklarına
tutulmuşluğumu herkes bilsin isterim.
ben bu çıldırmış vaktin, ben bu yılan zamanının
paramparça edilmiş şairiyim. ne diyeyim!
yine de içimde, çok eskiden kalma bir
ya leyl… ya leyyyllllllllllllle.
bir çöl gecesine ismini bırakayım
"Göğsümde sedeften bir çiçek taşırım:
bir büyü bu, hayata karşı yaptırdım
konuşmam artık, kalbini kırdımsa senin
bil ki yanına düştüm."

-Birhan Keskin
"içinden geçen çocukluğunu, gençliğini gördüm senin
yüzünde yol açan can kuşunu, aşka dair cümleni.
ben gördüğümde bütün zamanlardaydın sen.

anladım bir kadına düşerse ışık nehirlere fısıldayandan,
gecenin koynundan gül toplar, başka şey gelmez elinden.

sadece bunlar değil, sadece bunlar değil..
yokluğunda çınlayan boşluklardan mezunum.

çok şey hissediyorum senin için
ama bunlar değil senin istediğin."

gerçekten de elimden 'gecenin koynundan gül toplamak' dışında hiçbir şey gelmeyen bir dönemde birhan keskin'le tanıştım. her duygusal afetimde de hep duygularımın ifadesi olmuştur şiirleri.

bir kadının ne kadar güzel şiirler yazabileceğinin en büyük örneklerinden birisidir.
ses verdiğim bazı şiirlerinden mürekkep çalışmama aşağıdaki link üzerinden ulaşılabilir.

https://www.youtube.com/w...DXn9aHo1Hm5e6Z4TNqfcApmH5
vıı

"Dünya ne ki sevgilim,
benim sana yaptığım kubbe yanında?
Düşsün, olsun, bırak,
içinde yıldızlar patlıyor.
Kolaydır inanmak kadar inanmamak da.
ister sal kendini dünyaya, ister kal yanımda.
Her şeyden öte öyle sevdim ki ben seni
Yoluna baş koymak diyoruz
Biz barbarlar buna."

vııı

"Kırdım, evet, o yalan mekânı kırdım
Çıksın diye ortaya
Çırrrrrrrrıııllçıpplaaaaaaak:

Sen benim yuvamsın,
Yuvanım ben senin."
görsel
Ve işte en gümüş cümlem;
içimi açtım sana
içini açmak icin
XXXI

"Katlanan,insanın birbirine yapışan yaralarından
bir yuva inşa etmektir aşk da,varla yok arasından
ve ahşabı kemiren de ahşaba dahildir,
değil dışarıdan.
Beyhude insanın yuva arayışı ama
yine de yuva arar insan."
'o büyük ve muazzam zamanda unuttum
kanatlarım çok oldu üşüyor benim
bu beyaz ıssızlıkta göğsüme düşüyor
bu yüzden eğik boynum

bir kuşun anısı kalmış bende, saklı
bundan gözlerimdeki kayalık,
içimdeki serseri buzullar

dürtme içimdeki narı
üstümde beyaz gömlek var.'

dizelerinin sahibi Türk şair, yazar.

içimizdeki nar çürüdü sevgili birhan. üstümüzdeki beyaz gömleği kirletemiyor. zafer, narı çürütebilenlerin.