bugün

Hatırladıkça insanı utandıran anılardır.

Yaşımı falan hatırlamıyorum. Büyümüş de küçülmüş, hazır cevap ve üçkağıtçı bir tipim. yaşıtlarımı çok rahat manipüle ederken büyüklerle de cinli gibi ağır ağır konuşuyorum böyle potpori bi tip işte. Hatta bir gün kar tatili dayımlara gidicem kuzenimle olduk olmadık mallıklar yapıcaz nasıl mutluyum. Hayattaki şansım çok şahsına münhasırdır, bindiğim otobüsün bagajına bile insan doldurulduğu müthiş soğuk bir günde araba gitmedi. Durdu öyle mahsur kaldık herkes mala döndü. Sonra hava düzelene kadar o yakınlardaki bi akrabaya sığındık. Bir haftam falan onlarla geçti. Bir gün annem aradı telefonu hoparlöre almışlar durdu durdu dedi ki sakın karda çok oynama sonra gece altına işersin. Ben tabii poker face. Ertesi gün oldu evin gelini dedi ki gel hadi kar topu oynayalım. Ben de "ama annem oynama dedi" diye cevap verdim atlar mıyım hemen ağırdan alıcam ya sözde. Kadın da "olsun annem burada mı sanki göremez ki" dedi aklınca beni kandıracak paçoz. Peki ben durur muyum yapıştırdım cevabı:

"ama Allah görür..."

Sonra tabii ki çıktık oynadık kartopu yani görse de anneme nasıl söyleyecek belki rüyasında gördürürse inkar ederim falan diyorum akla bak. Akşam komşuya gidiyoruz bu olay anlatılıyor diğer büyükler de bana Vasfiye teyze tiplemesi gibi çenesini sıkarak kafa sallıyor, büyük adam olur bu falan diyorlar ben hala anneme haber uçtu mu derdindeyim.

Yani demem o ki böyle etkilerim var büyüklerde. Annem de müthiş gurur duyuyor tabii ki akıllı evladım diye seviyor beni. Annemin dayısı okul müdürü. Bildiğin her pazartesi ve cuma "küçükler istiklal marşını okumayacak sadece dinleyecek demiyor muyum yine karman çorman oldu" diye kızan, birinci sınıfın ilk günü sınıfta ağlayan kızı tokatla kalorifere yapıştıran müdürlerden. Yani hayatımda kaç müdürle muhatap olmuşum sanki, tüm müdürleri öyle sanıyorum. Neyse bir gün halamlara misafirliğe gittik. Tam etrafı kesiyorum oynayacak çocuk bakıyorum ki çat kapı bi adam geldi. Herkes hoşgeldin falan dedi, misafir ya buyur edildi. Annem tuttu kolumdan beni adamın karşısına dikti. "bak bu benim nuri dayım hoşgeldin de" dedi. Ben şok. Gözümün önüne suratı kalorifere yapışan Fatma geliyor. Öğretmenim mi diyeyim, merhaba mı diyeyim, müdürüm mü diyeyim diye kıvrıl kıvrıl kıvranıyorum kafamda kırk tilki. Annem dürtüyor "hoşgeldin desene evladım" diye. Ben durdum durdum tam adamın suratına bakarak

"çak moruk" dedim.

Annem şok, halamlar şok, herkes sustu. Ben de diyorum niye herkes sustu daha o stresle ağzımdan ne çıkmış bilmiyorum. Sonra annem kem küm etti "hep filmlerde görüyorlar dayı şaka yapıyor sana" minvalinde bir şeyler. Ben şimdi ne olacak diye beklerken adam gülmeye başladı. Ay nasıl güzel gülüyor ben de gülmeye başladım tabii. Sinirlerim boşaldı herhalde oralar Biraz flu. Büyüklere karşı aklımda kalan ilk yenilgim olabilir bu olay.

O çocuk döven müdürün de sonradan velilerden toplanan parayla sevgilisine kolye aldığı haberleri yayılmıştı okulda, çok sürmeden gitmişti. Ulan be allah belanı versin senin, travmalara gark olasıca seni. Moruk kere moruk.
Bana r harfinin telaffuzunu öğretmeye çalışan manevi halamla bir gün, ya ayı uçmaz ayı uçay diye tartışmıştım.
Henüz 5-6 yaşlarındaydım. Mahallede arkadaşlarım beni hiç oyuna almazlardı, hep böyle kaldırımın yada evimizin bahçesinin duvarında oturur onların oyunlarını izler, kendi kendime heyecanlanırdım. Kendimi hergün birisinin yerine koyar, o kazanınca ondan daha fazla sevinir, kaybedince ondan daha fazla üzülürdüm. Empati kelimesinin anlamından habersizdim tabi o yaşlarda. Birgün herkes aniden oyunu bıraktı, birkaç bina yukarıda bulunan bir apartman boşluğunda siyah bir kediyi yavrularıyla görmüşler sanırım. tabi çocukluk işte, hepsi siyah kedilerin dini inançlarına göre uğursuz ve öldürülmesi günah olmayan varlık olarak tanımlardı. Ben yine onları sessizce duvarın üzerinden izlerken hepsi koşup kediyi ve yavrularını uzunca bir koridorun başından taşlamaya başlamıştı. Ben biraz geç anladım olayı ancak anladığım anda koştum, yazık, koşarken kedinin çığlık sesi kulağımda öyle bir yankılanıyordu ki, o an sanki çocukların değilde kedinin neler söylediğini duyuyor gibiydim. Hepsini ite ite aralarından geçip koştum ve kedinin önünde siper ettim kendimi, en az 4 tanede yavrusu vardı, garibim atılan taşlar henüz birkaç günlük yavrularına zarar vermesin diye siper etmişti o da kendisini. Bende onun önüne geçtim ve çocuklar dursun artık diye bekledim. Bekledim.. bekledim... hiç duran olmadı, babada hiç durmadan taş atmaya devam ediyorlardı, suratımı kollarımın arasına almıştım ama elim, kolum bacaklarım hep kanamaya başlamıştı bile. Dakikalar sonra mahalleden geçen yaşlı teyzeler olayı görüp çocukları dağıttılar. Ben o siyah kedi yavrularını alıp daha güvenli bir yere gidene kadar yanlarında durdum ve takip ettim. Daha sonra eve döndüm ve ailem sordu neler olduğunu. Bende herşeyi baştan sona anlattım ama inanmadılar, kavga edip yine karşı tarafın beni hırpaladığını düşündüler. Daha sonra komşulardan olayı öğrenen annem yanıma geldi ve ağlayarak bana sarıldı. An ne güzel bir yüreğe sahipsin demişti, işte o an ne olursa olsun, ne kadar zarar göreceksem göreyim bu iyi yüreği hep yaşatmalıyım diye düşündüm. O an bunu yapmasaydım içimdeki birçok duygu şuanda oluşmamış olacaktı.
fazla anım yok. öyle amcalarımla, kuzenlerimle , dedemle vs. anlatacak bir anım yok. sadece annem babam var. cocukluk diyince nedense içimi hep bir hüzün kaplar. çünkü yaşamadım. ama yine de isyan etmeyeceğim. bu ülkede cocuklugunu annesiz babasız geçiren ve gecirecek çok birey var. ve ben yine onlara göre şanslıydım. hiç yoktan annem ve babam yanımdaydı. başka kimse sevmeyip yanımda olmasa da onlar yanımdaydılar.
ilkokul biri yirmi gün okuyup ikinci sınıfa geçtim.
4. Siniftayken sınıf başkanı idim. Kızlar sürekli tebeşirleri alıp sek sek oyunu çizip oynuyorladi. Ögretmen her geldiginde bana kiziyordu nerde tebesirler diye. Bir gün tebesileri kızdan çekip aldım bana toktat atmışt, yediremeyip bende yumruk atmıştım ne ağlamişti kız. O günden bugüne halen konuşmayiz.
10 yasindaydim, mahallenin genclik klubuyle 1 haftaligina cadir kampi yapmaya gitmistik denize yakin bir yerde. Bir aksam ustu yuruyuse ciktik pedagoglar ve bir kac baska kiz-erkek karisik cocukla. hoslandigim cocuk da orda. Pedagoglar cikolata da getirmisti, sahilde bir yere oturduk ve cikolatalar acilip yenmeye baslandi. ben nedense yemiyordum, hayret, ivir ziviri cok severim halbuki. Derken hic beklenmedik bir anda hoslandigim cocuk bana yaklasip "sen neden cikolata yemiyosun?" diye sordu. O an sevdigim cocuk benle konustu diye heyecandan elim ayagima dolasti, ne diyecegimi sasirdim, agzimdan cocugu azarlar gibi su kelimeler dokuldu birden "susamami mi istiyosun sen napiyosun??!". Cocuk da neye ugradigini sasirdi, deli midir nedir dercesine ters ters bakarak uzaklasti. Aklima geldikce kendi kendime facepalm yapiyorum her ne kadar cocukluksa da.
çocukken çok çapkındım. halamın çok güzel arkadaşları vardı. sene 95-96 göbeği açık t-shirtler at kuyruğu saçlar falan. neyse birinin adı arzuydu. ben bok kadar bebeyim ama yangınım hatuna. bana macarina dansı yaptırıyolardı gözünün içine bakıyodum beni sevsin diye. keza seviyolardı da zaten.

nitekim bir gün parka gittik. bu arzu salıncakta sallanıyor. bunların erkek arkadaşları falanda var halam izni beni gezdircem diye koparmış. arzu sallanırken geri gittikçe ben önünden koşuyorum karşı tarafa geçiyorum. bu da gülüyor. bende türlü şebeklikler say say bitmez o zamanlar. velhasıl küçük bir zamanlama hatasıyla salıncak bodozlama bana giriyor tabi. kaşım falan açılıyor kanı görünce arzu bağırmaya başlıyor. ben gerisini pek hatırlamıyorum. bayılmışım o sırada. hastanede gözümü açtım. yani birini açabildim diğerinde stent var. arzuyu gördüm nasıl ağlamış kızcağız gözleri kıpkırmızı olmuş. keza halamda öyle. evdekilere haber vermemişler. arzu özür falan diliyo tabi. bende şebeklik bitmez. bi kere öpersen affederim dedim dudağımdan öptü beni. lan nası mutlu oldum kaş maş hikaye ondan sonra.

aklım ermeye başlayınca anladım aramızda 8 yaş varmış. olmaz bişeymiş. imkansızmış bizim aşkımız. 12-13 yaşlarında açıldım ben buna durumu izah etti.
Her cocuk gibi bende anaokulunda salagin teki yuzunden bitlenmiştim annem saclarimdaki bitleri ayiklarken tarakla kafama vururdu bitleri çıtlatırdı. Cok zor gecti ya.
Cocukluk anilarim depresti bugun, bir animi daha anlatiyim.

12-13 yaslarindaydim, en yakin iki kiz arkadasimla mahallede geziyoruz. Bir kac metre onumuzde de bizden 3-4 yas buyuk, arkadaslarimin surekli bana yamamaya calisarak sinir ettigi bi cocuk yuruyor. Bizim kiler "ooo azriim, bak senin ki", "kiz kocan orda yanina gitsene" diye sacmalayip duruyorlar, yuksek sesle hem de cocuk da duyuyor civarda ki herkes de. Susun musun diyip arada bir-iki caksam da fayda etmiyo, devam ediyolar. Derken oglan arkasini bi dondu, elini kaldirip isaret parmagiyla sagimda ki arkadasimi isaret ederek "seni s***rim" dedi. Bunun uzerine solda ki arkadasim kahkahayi basinca, oglan bu sefer ona donup yuksek sesle "seni de!" Dedi. Kahkaha aninda kesildi, Bizim kiler olduklari yerde sap gibi kaldilar. Bu sefer ben bastim kahkahayi ama ne kahkaha. Bana bir sey demedi cocuk sagolsun, yoluna devam etti. Ama ne gulmustum, kufru sevmem ama oh oldu ikisine de.
çok aşırı utanarak anlatıyorum sözlük.
ilkokul 1. Sınıfa başladım. Tabi bir çoğunuzun öğrendiği gibi bende, tümden gelim tüme varım sistemiyle öğrendim okuma yazmayı. Yani fiş sistemi.
Öğretmenim yücel akbaş kulakları çınlasın, beş sayfa "yaprak" yazma ödevi vermiş.
Ben nasıl yaptım hiç bir fikrim yok ama bir buçuk sayfa sonra bir harf atarak devam etmişim ödeve.
Mevzu aynı şu şekilde
Yaprak
Yaprak
Yaprak
Yaprak
Yarak
Yarak
Yarak
Yarak
Diye devam efen bir ödev düşünün.
Tabi öğretmen kontrolünden sonra araya kırmızı kalemle sıkıştırılan p harfleri...
Evde niye defterime bakarak kahkahalar attıklarını sonradan anladım tabi...
Buda benim en boktan anım sevgili arkadaşlar.
Bir bayram öncesi annemle alısverıs cıktık ve cok beğenerek yeşil kadife ceket-pantolon almıştık max 11-12 yaşlarındaydım yaşıtlarımdan daha uzun olduğum için de hiçbir zaman yaşımın kıyafetlerını giymedim neyse sadede geleyım anadolu yakasında oturan biz her bayram avrupa yakasına geçeriz akraba ziyaretleri falan.
Esenleri bilen bilir anlatmaya luzum yok bir amcam orda oturur onlara gelmıstık amcakızları dedı hadı dısarı cıkalım cıktık bir sokak yukarıda oynuyoruz körebe mörebe aklınıza gelen tüm 90 lar oyunu biranda böyle deli manyak tipli bi grup geldi arkadaş sataştılar bize ben tüm asaletimle "havlamayın be" dedim grubun başı olduğunu düşündüğüm kız bana "sen sus bok yeşilli kız" demez mi o an tüm madonna havam yerle bir oldu aldığım o harika kadife ceket takım bir an herkesin bok yeşilli kız bok yeşilli kız nidaları eşliğinde üzerimde sündü sündü de şekil değiştirdi.
koşarak eve geri döndük tabi akşama kadar ağladım bu kıyafetleri cıkarıcam diye kimse bişey anlamadı annem iki cimcik attı sustum ama bir daha ne o kadife takımı nede yeşilin bir tonunu giymedim.

Not:Burdan da o kıza selamlar inşallah kızın olmuştur ve en sevdığı renk yeşille tonlarıdır :')
Cok sıkıcı. Askerlik anısı kadar sıkıcı...
bizim komşunun şahini ile kaza yapmıştım.
"yine olsa yine yapardım farklı bir şeydi" tedaviye ihtiyacın var, şaka değil.
ebeli sobeli bir oyun esnasında "ebeeaannaniskiyymaaaaaühüee" edasıyla kolumu cama sokmak suretiyle kolumu yarmıştım. hala izi durur 12 dikiş hey yavrum hey. o dokanılacak yeri cam olarak seçen sevgili kuzenime de buradan senin ben beynini skiyim demek istiyorum.
Ananemin damında yavru oğlak vardı bi tane. Biraz büyüyünce damda cirit atardı. Damın bi başından bi başına koşup koşup dururdu. Bi gün onu seveyim dedim. Benden korktu. Balkon tarafına geçti damın. Tabi demirlikler de yok. Şöyle bi bakayım dedim bi anda oğlak arka arka giderken 2 katlı binadan düşmüştü.
O an korkudan bi Kaç saniye kalakaldım. Tabi arkasından çığlık çığlığa bağırdım. Çok korkmuştum.
Ama sonra bi baktım annem kucağına alıp çıkageldi. Tellere takılmış çok bi hasar görmemiş. Baya korkmuştum.
anneme hep garip sorular soran manyak bi çocuktum. insanlar niye ölür, sevdiklerimiz niye kaybolup giderler, ölüm nedir, abim ölürse ne olacak gibi sorular sorduğumu hatırlıyorum. henüz 11 yaşındaydım ve abim kardeşim 3-5 arkadaş babam falan futbol oynarken bir polis memuru yanımıza gelip dayımın şehit olduğu haberini iletti babama. ölüm ilk kez hayatıma ilişiyordu. babam üzgün ve panikti. annem komşularla oturmuş sohbetteydi. yaz günüydü. annemi uzaktan görüyordum, gülüyordu. az sonra duyacaklarından sonra tam 21 yıl boyunca sağlığından mahrum bir şekilde yaşayacağından bihaber yüzü gülüyordu. babam bizi yanına çağırdı ve "annenize sakın bir şey demeyin" dedi. gittik annemin yanına ama biz ağlıyoruz. bütün çocuklarını ağlarken gören annem endişelendi. babam hemen "annem ölmüş, memlekete gidiyoruz" dedi. annem inanmamıştı. "doğru söyleyin yıldırım'a bir şey mi olmuş?" dedi. babam ısrarla babaannemin öldüğünü söylüyordu. sivasta bir yaz akşamıydı yollara döküldüğümüzde. memleketimiz kırıkkaleye giderken annemin ailesinin yaşadığı köy babamın köyüne göre daha öndeydi ve samsun yolu annemin köyünü ikiye bölüyordu. annem yol boyunca ağlarken sadece yıldırım dayıma bir şey olduğunu düşünüyordu. biz gerçeği biliyorduk ama ona hiçbir şey demememiz yönünde ciddi bir şekilde uyarılmıştık. ölümü tam manasıyla bilmiyorduk. ne olacaktı, nasıl davranacaktık bilmiyorduk ama bildiğimiz tek bir şey vardı ki o da dayımızı çok sevdiğimizdi. ölümü annem bana hep kişilerin melek olup uçması olarak anlatmıştı. zira ölenler melek olur uçar ve gökten bizi izlerlerdi hep. biz onları göremezdik ama onlar her an bizlerle birlikte olurlardı. annem hep böyle anlatmıştı okuldaki çocuklarına bile. bir zaman sonra annemin köyüne doğru yaklaşmıştık ve annemin ağlama sesi biraz daha şiddetini artırmıştı. kısık sesle "allahım inşallah bu araba devam eder köye dönmez" diyordu lakin 5 dakika sonra babam aracı sola yani köyün içine çeviriyordu. annemin ağlama sesi arabanın içinde öyle bir yankılanıyordu ki kendi ağladığımı duyamıyordum bile. evet dayım şehit olmuştu ve annem artık bunu biliyordu. bir yaz günüydü sabaha karşıydı köye vardığımızda. köydeki kadınlar evin önünde ağlaşıyorlar ağıt yakıyorlardı annem arabadan indi büyük dayıma sarıldı" abi ne olur babam de yıldırım deme" dedi. dayım kardeşine sıkıca sarıldı ve "o gidilebilecek en güzel yere gitti sakın üzülmeyin bolca dua edin"dedi ama ne fayda annemi tutabilene aşk olsundu. o metanetli hoca hanım dağ gibi dimdik duran biricik öğretmenim bükülmüş kırılmıştı orta yerinden. ölümü babamın yüzünün ifadesinde anladığımı sanıyordum lakin ölümü şimdi kavramıştım. ölüm annemi, masum öğretmenimi sevdiğinden ayıran bir şeydi ve hiç güzel değildi. sevmemiştim bu kavramı. annem o günden sonra hasta oldu. yıllarca psikolojk rahatsızlıklarla boğuştu, şeker, tansiyon, kalp rahatsızlıkları gibi bir sürü hastalığın sahibi oldu. nefes alma hususunda ciddi rahatsızlıklar yaşadı ve 2016 yılının yaz sıcağında o çok sevdiği 20 yaşında elleriyle toprağa teslim ettiği kardeşinin yanına gitti. nasıl ki dayım annemi yalnız bırakmıştı bu dünyada annemde beni yalnız bırakıyordu. ölüm, sevmediğim bir şeydi ve beni de vurmuştu kalbimin en ortasından.
Komşumun arka sokağa bakan evi bizim sokağa bakan tek katlı çatısı olan garajı vardı. Kiremitlere taş atıp geri dönerdi. Ben bir arkadaşla yavaş atarken camlarını kırdım. Arkadaş Faruk etmedi benim ayağım ağrıyor sen devam et dedim. Ev sahibi arkadaşı kovaladı ben evime gittim. Aileler arası kriz yaşamışlardır. Buda böyle bir anımdır.
hiç unutmam cincon formalı çocukla misket oynuyorduk sürekli mızıkçılık yapar üste çıkmaya çalışırdı.. günlerden bigün gene böyle bağırıp çağırmaya kuru gürültü yapıp yaygara koparmaya başlamıştı 11 12 yaşlardayım aldım bunu ele tekme tokat ver allahım ver ver allahım ver kolu bacağı kanamıştı,, annesi babası gelmişte eve babadan dayak yemiştim heyy gidi günler hey..
sene 1900'ler en büyük sevincimiz hamburger patates cozartması filan yemek işte...

dayım annem ablam teyzem ve ben bir hamburgeciye oturacaktık..

mcdonalds aramaya başladık yana döne..

meydanın birinde tam olarak neresiydi hatırlamıyorum dayım o kritik suali üniversiteli bir gence yöneltti...

pardon mektonas nerede acaba?

genç bir an için irkildi, duyduğu şeyin ne olduğunu anlamlandıramamıştı. yakın geliyordu, bir şeyleri anımsatır gibiydi ama tam olarak çıkaramamıştı. düşündü düşündü
sonra devreye teyzem girdi, maktonos maktonos...
genç nihayet duruma uyandı..

heee siz mcdonalds diyorsunuz. tamam. abi bak hemen şuradan sağ yaptın mı... falan filan...

dayım da teyzem de her ne kadar kafadan arızalı tipler olsalar da bu derece kaba insanlar olarak canlanmasınlar gözlerinizde. kendileri köylü değiller ama o gün ne hikmetse, belki de çok acıkmış olmalarından kaynaklanıyordu bilinmez, maktonos mokdanos moktonos diye haykırıverdiler.

tabi o sahne her ne kadar çocuk da olsak genç karşısında kendimizi mahcup hissetmemize sebep oldu.
annem, ulan kardeşim çok utandırdınız beni deyip bu ikiliye bozuk atmıştı..
dayım çok kaba söyledik ben de söyledikten sonra fark ettim ama geç oldu diye kahkaha atmıştı. hey gidi günler aklıma geliverdi. güzel ve komik günlerdi anasını satayım..
Ablamın yakın arkadaşı sokağın ortasında yüzüme ayva ile vurup (bildiğiniz ayva) beni bayıltmıştı. Sonrasını hiç hatırlamıyorum ama iyiki otobüs falan geçmemişti üzerimden. işin komik yanı neden yaptığını bilmiyorum.
ağaca tırmanmaya çalışan arkadaşa iyilik olsun basamağı olsun diye bu saman attıkları demirli şeyi aklıma gelmedi adı, onu ayağının tam altına sapliyim derken ayağına sapladım.
ilk bisiklet sürme deneyimimde gül ağacının içine girmiştim. Bildiğiniz kocaman gül ağacı en dikenlisinden. O gün bugündür bisiklete elimi sürmem.
Bisikletim olmasını çok istedim.
Ama hiç olmadı.
Şimdi bisiklet alacak imkanım var
Ama çocukluğum yok.