bugün

ossuruyorum rahatlığı ile bırakıp, sıçan adamdır.

kişi o derece bırakır ki kendini, korku anı yaşanırken acıyarak bakarsın.

küçüktüm, kendimden büyük adamların yanına takıldığım bir zaman, kafamı bir kertenkele seriliğinde kimin ağzından ses çıksa o yana çevirerek, gelecekte derin travmaya yol açacak hikayelerini dinliyordum.

-adam cinlere, abii ne olur bırakın gidiyim abiii, diyormuş, cinlerde vicdan olmadığı için hiç siklememişler.

-akşam sekiz surları, adamdan hiç ses gelmeyince kadın bir içeri bakayım demiş, adamın kafa sırtına dönmüş ustaaa, offffff, offfffff diye söylenip duruyormuş. karıda olduğu yere -

buna benzer bir çok hikaye anlatılıyor, sesimi çıkarmadan pür dikkat dinliyordum. ama dinlediklerimin hiç biri korku yönünden etki etmiyordu. belki anlatanların aşırı karikatürize ettiklerinden, belki de, etraftakiler, abi nediyorsun sen- derken bir yandanda hafif tebessüm etmelerinden, bahsedilen konular dokunmadan geçip gidiyordu.

o söze başlayana kadar her şey yolundaydı.

adamın sesi o kadar etkileyici ve tesirliydiki, etraftan gelen bütün ses ona yan rollerde eşlik ediyordu.

-eski epey eski bir tarihte, adamın biri, ben hiç bir şey den korkmam diye kasım kasım kasılırken biri demiş ki, nah şu elimde gördüğün mıhı, gecenin bir yarısı tepedeki mezarlıkta yeni açılan bir çukur var. onun içine girip duvara çak, sabahta bakalım demiş. adam, he hey, yapalım diye sıçramış hemen. gece olmuş, adam tek başına mezarlığa gitmiş, girmiş mezarlığa, elindeki mıhı duvara çakmış, tam çıkacak bir türlü mezarlıktan çıkamıyor, zorluyor ama olmuyormuş. adam öyle bir korkmuş ki, çatlayıp orada ölmüş. sabah gelip bakmışlar. (öyle bir anlatıyordu ki, yutkunmaları duyuyordum) adam gecenin bir yarısı acele edeyim derken, karanlıkta cüppesinin kenarını çakmış, çektikçe cüppe gelmiyor, içeriden biri tutuyor zannederek, çıldırıp ölmüş.

evde, okulda, her yerde mezarlığın içinde çırpınan adamı düşünmeye başlamıştım. orada ki çaresiz hali, derken son nefeslerini verişi. bu tarz olaylara çok kafa yormayan biriyimdir. ama adamın anlattığı o olaydan sonra, etrafımda böbürlenen birini gördüğümde sinirlenir bu hikayede ki adam bir kez daha aklımda canlanırdı. kendimi ya da başkasını onun gibi büyük konuştuğu için başına kötü bir şey gelecek zannederdim. -çok büyük konuşma, -günah- diyecek bir adam olmadığım için susar surat yapar, notunu içimden verirdim.

sevdiğim bir arkadaşım vesilesiyle bir kadın tanımıştım, kıvamına esmerliğin yakıştığı cinslerden. üst tarafı giynik pencerden dışarı sarkarken arkadan becerilme takıntısı olan bir kadın. aynı, yukarıdan tavırla, ben hiç bir şeyden korkmam derdi. ben uzaklaşırdım yanından, lafları duvarlar gibi çullanırdı üstüme. bazen kapanış cümlesi olurdu. –ben hiç bir şeyden korkmam-

günlerden bir gün, bizim afacan bu esmere, banyoda –yakala şunu diye kaldırıp hamster atmış, korkmam diyen kadının halini anlatırken bizim afacanın gözleri dışarı çıkacak gibiydi. –abi bildiğin at gibi yürürken sıçtı karı. banyo, salon- aaauuuufff

velhasılı kelam sevmem üst perdeden konuşanı.

insanın asıl korkmaması gereken sosyolojik baskıyla oluşturulan korkulardır, diyerek bir huzura doğru programının sonuna geldik tadında bitirmeyeceğim elbet, o pozisyonda da görmüyorum zaten kendimi. (bu arada keşke sosyolojik baskılarımızı yenebilsek) yinede bir gönderme yapmak gerekirse.

ben allah tan başka hiç bir şeyden korkmam diyen erkek ya da kadın, aslına bakıldığında korktukları şeylere karşı bir sığınma mekanizması olarak bu cümleyi kullanırlar.

bilmiyorum ama, tanrı kullarının kendisinden bu kadar korkmasına eminim üzülüyordur. korkulan değil sevilen olmak istiyordur. tanrı da olsa sevilmek istiyordur.

sosyolojik korkuya gönderme yapmak gerekirse,-ahlaki sınırın ötesine geçme dışlanırsın-

yazımı yazarken, serap yaklaştı (son zamanlarda bunu çok yapıyor sigara çay içiyorum diyerekten arkadan sessizce yazıları mı okuyor.) yine gözlerini kısarak uzun bir dikizden sonra,

-yahu, tamam da, bu korku duygusunu eğitip gerçekten korkusuz olanlar, yok mu? yani gereksiz korkuları, uydurma korkuları, kişiliğinden dolayı, şiirde ki gibi korkusuz adamlar yok mu? (burada ki şiir n.h. ran- yaşamaya dair adlı şiiri)

var elbet, olma mı? var tabii, ama hepsi bir gün, bir söğüt ağacının o eşsiz serinliğinde, ( tıpkı nazım ın rusya da vera ile paylaştığı gibi) uzaklara daldığında, aslında ne kadar gizlersek gizleyelim diye bir itirafta bulunurlar.

-ne kadar gizlersek gizleyelim, en büyük korkumuz ölümdür. zaten hiç bir korku, yaşlılıktan saçlarının ağardığını, kemiklerinin eridiğini, derisinin büzüldüğünü görmek kadar insanı derinden ürkütemez; çok sevdiğimiz yaşamın bizden göz göre göre çekilmesinin pervasız alaycılığıdır bizi korku ve yılgınlığa düşüren.

aslında derdim, korkulmayacaktan korkan, korktuğu halde saklayan, yarım insandan kaynaklanıyor.

serap, ellerinde yaşlılığın belirtilerini arıyordu. dışarıda asfalt eriten bir sıcak. ben, özlediğim yaşlı insanları düşünüyorum.