bugün

sana tek yazabilecegim, icimdekiler.
kolların ne kadar güzel sarmıştı ellerinse ne kadar sıcaktı. gözümü açtım sanki gerçekti. tekrar kapattım gözlerimi yanımda olmanı diledim.
benim biletimi çoktan kestiler küçüğüm, ben o mutsuzluk seferine sen gelmeden çıkmıştım. sende mola verdim serin bir bardak su ikram ettin bana. o yüzden üzülme sakın, eğer öyle bir ihtimal varsa aklında...
ben bu yazıyı sana kazdım
ellerimle.
bu yazı
baş parmağımla işaret parmağımı kesiştirip
tuttuğum kalemin ağlamasıdır.
bu yaz'ı sana yazdım
anne eli değmiş gibi.
ağustos oldun artık
temmuz ya da ocak olamazsın..
ocak olsanda tütmez dumanın.
sen benim yazımda kaldın.
yazım..
sayın kediciğim diallo,

banyoya sıçılır mı olum?
yaşanmış acıların üstüne bir yorgan örttüm artık. bir daha görmeyeyim diye. ne kadar uzun sürdü o yorganı örtmek. ne kadar basit şeyleri yapmaya zorlanıyormuş meğerse beynim. tabii bunu böyle şimdi yazmak kolay. hem de ne kadar kolay.

28 eylülden beri benim kararımla, ilk kez benim kararımla sessizliğe büründü bu ilişki. ne mesaj atıyorum ne de arıyorum seni. yapmak mümkün değildi benim için bunu.

psikiyatrında bir katkısı yok bunda biliyorum çünkü eminim beni özlemiştir, ektim onu.

seni, ben ameliyatlıyken orospunla eğlenceye gittiğin için affetmedim bu kez de. kısa sürecek sandım bu affetmeyişim ama değilmiş be can. canın çıkabilir bu arada sakıncası da yok benim için zaten.

kırılma noktasını bekliyordu psikiyatr. kırılma noktası bu olayda olacakmış demek ki.

gözünde zerre kadar değerim olmadığını, ameliyatlı yatağımdayken ben, sen beyoğlunda içkini yudumlarken beni düşünmeyişinden anladım nihayet.

biliyorum biraz uzun sürdü anlamam. insan severken ve her şey yolundayken birden tepetaklak ediliverince böyle uzun sürüyormuş işte. en azından bende böyle oldu.

yazıma bir gün aradan sonra yine devam ediyorum sözlük. okuldan yeni geldim.

akşam ne mi oldu? yazayım da ibret olsun tüm aleme. telefon etti bana her zamanki saatinden çok erken.

"telimin şarjı bitecek büyük ihtimal. iş yerindede şarja takamadım dedi." eh yemiş göründük. yedek telefonu da var aslında. ama ben bunu düşünemeyecek kadar aptalım çünkü.

tanrım nasıl bir kadınla beraberse, o çok aptal herhalde; yiyordur onun bu konuşmalarını kesin. ama artık ben???? çok zor be yemek! gerek bile yoktu aslında iyi geceler diye aramasına. orospusunun koynundan 12.30 gibi arasa beni yetecek aslında bana.

korkuyor demek ki. neyse bende 01.11 e kadar ıphonunun açık olduğunu tespit ettim, yani beni salakçığım 12.30 da da arayabilirdi aslında. ve birden o saatten sonra ıphon kapanıverdi. ondan sonra attığım mesajların iletisi gelmedi çünkü.

bu gün an itibari ile saat 15.36. iş yerini aradım. izinliymiş bugün. a aaaaa! neden şaşırmadım acaba? valla ben de bilmiyorum. ve ıphonu kapalı.

peki bu adamın amacı ne? bu evi yasakladım ya... güya bana hesap verip güvenimi kazanacak. ama orospusuna gidince planları alt üst oluveriyor. ne söz verdiğini ne yaptığını da unutuyor.

bu saate kadar ona ulaşamadığımda iş yerini arayacağımı, ya da cebini arayacağımı tahmin etmiyor ya da kendini buna inandırıyor. kendi diyor zaten. "benim hayatım yalan." diye.

zavallı insan... anlamıyorum eski bir eşe bu yalanı söylemeye ya da hesap vermeye ne gerek var? git yoluna; istediğini yaşa. ama beni çok üzmüş buna çok üzülüyormuş. bana böyle ufak hesap vermelerle evin kapısını belki aralayabilir. tabi bu düşünce bana ait ve sapına kadar doğru bunu çok iyi biliyorum. amacı iki tarafı da sömürmek. özellikle beni maddi anlamda sömürmek...

bakalım akşam arayacak mı? ve mesajlar eline geçince ne uydurmaya çalışacak. ondaki bu aptallığı seyretmek hoşuma gitmeye başladı. bu iş giderek eğlenceli bir hal alıyor. izlemek hoşuma gidiyor. onun aptallığını seyretmek de.

ona bu yazıları yazmıyorum bu böyle biline artık. ben bu yazıları size yazıyorum. okuyasınız ve ayakta dimdik her şeye hazır olasınız diye. "kimseye güvenemeyecekmiyiz?" diyeceksiniz. tabiki güveneceksiniz. kendinize...

yalnız doğduk yalnız öleceğiz. kendimiz çok değerli ve önemli.

vefasızlık kötüdür. ihanette... karşılaştığınız an; dizleriniz titrer düşersiniz. ama kalkmayı bilin! size ihanet edenin eteğinize dolanması için dua edin.

bu dua kabul oluyor. tecrübeyle sabittir. ve hoşuma gidiyor.

ilahi adalet buysa çok güzel bir duygu. allah o kadar büyük ki. varlığına inanmak için görmeye gerek yok...
geldin ve gittin. hep bir mazeret bulduğunu unutmuşum yine ama çabuk anımsadım.

şu kadarcık mutlu olacağız varlığınla diye ödün kopuyor. bu korku neden? kendini bizden bu kadar kıskanmak neden? hep mutsuz olmamızı ister gibisin.

ama sonsuz değilmiş ki hep mutsuzluk. bazen mutlu bazen mutsuz oluyorum artık. sürekli mutsuz değilim anlayacağın. sana dair aşkımı sorgulamayı bıraktım. sana mesaj atarken de korkmadan atıyorum artık.

yüzleşebileceğimden fazlasıyla yüzleştim seninle. bundan ötesi öteki dünyada yapılacak iş. annene bakıyorum hala gitmeye niyeti yok. tabi burda olduğunu söylemekle bana yine yalan söylemiyorsan. yalan söyleyip söylemediğini de pek merak etmiyorum açıkçası. çünkü ilk değil son da olmayacak. bunu ikimizde biliyoruz.

"istediğin zaman istediğin şekilde yaşamak için yapamayacağın şey yok senin." annen gerçekten gitmediyse bayramda alıp gidecektir seni. aslında seni neyin beklediğini ikimizde çok iyi biliyoruz artık. anneni asla kırmayacaksın. kendi hayatını da ertelemek istemeyeceksin. sevgilin de senle evlenmediğine göre bir annene, bir bize, bir sevgililerine koşacaksın.

ta ki bir gün bir yerde "tak!" diyecek. annenin gösterdiği biriyle evleneceksin. sırf çenesi kapansın diye. kucağına bir torun alsın diye. annen benden kaçarken orospuya yakalandı.

ya düşündükçe gülesim geliyor aslında. tek dertleri senin paran yendiği için istanbul'a geldiler. bu gerçeğe inanamıyorum biliyor musun?

neden acaba boşanmadan önce "müdahale edemeyiz sizin ilişkinize." deyip susanlar boşandıktan sonra konuşmaya başladılar sence? neden görüşmemiz dahil her şeye müdahele etmeye başladılar? bunu hiç düşünmek istemedin değil mi? çünkü senin de tek bir derdin vardı. benden kurtulup aşık olduğun orospuna koşmak.

bir zamanlar seni buraya yollayıp benle evlenmene neden katlandıklarını o kadar acı öğrendim ki artık. meğerse tek dertleri iş sahibi olmanmış.

hatta annen o zamanlar öyle demişti de ben görmek istemediğim için görmemişim... şimdi daha iyi anlıyorum. " nikahsız yaşayın diye düşündüm ama, senin de bir gururun var dedim. " demişti.

ya... beni kimse istememiş aslında sizden. hatta sen bile yıllar sonra bak ne dedin evi terk edince. "senle mutlu olup olmadığımı bile bilmiyordum." dedin.

bu kadar nankörlük bir sülalenin genlerinde bu denli ortak olabilir mi diye düşünüyorum bazen.

aslında sen çok iyi bir insandın. tek hatan var senin ve bunu ömür boyu ne yazık ki hep yapacaksın. annenin ve anne tarafının; hatta kız kardeşinin seni yönetmesine hep izin veriyorsun. öyle kolay dolduruşa gelen bir yapın var ki...

ve benim gibi bir eşin olunca da bu dolduruluşa gelmek senin için o kadar kolaydı ki. özellikle "ikinci evliliği yapan kadın olmam."

zaman gösterecek demiştin ya. gösterdi. bak özetleyeyim:

sen; istanbula kalacak yerin olmadığı için bana geldin. aşık sandın kendini bana. belki de aşıktın, belki de değildin bilmiyorum. evlendik. ben sana körü körüne aşıktım. ama ailen zamanla araya girdi. iyi dolduruldu beynin. hatta teyze kızlarına varıncaya kadar.

ben hala kendine güvenen bir kadın olmasam aramızdaki bu on yıl yaş farkından dolayı ölmem lazımdı biliyor musun? öylesine incitildim ve sen her zamanki gibi buna öyle güzel izin verdin ki. gittin... o orospuyu buldun.

elin 21 yaşındasındaki de kalkıp seni yemek dururken senle evlenecekti öyle mi?

ve dediklerim aynen çıktı. bak daha neler çıkacak?

bekleyelim ve görelim.
senin yüzünden gülümseyen kimseye bakamıyorum, allah muhafaza ağzının kenarında bir çukur görürüm diye. ölesim geliyor lan, öldürsünler de bir gülücük yüzünden açılan bir çukura beni gömsünler diye.
gizli gizli en tenha zamanlarda gireceksin sözlüğe. ellerin benim nickime gidecek titreyerek. derin bir nefes alacaksın, heyecanlanacaksın, acaba bugün benim için ne yazdı diye.
ben bu yazıları sana yazmıyorum. benim sırdaşım sözlük arkadaşlarım, aşkın kıymetini bilen insanlar. ben bundan sonra sadece aynı duyguları hissedenler için yazıyorum sakın üstüne alınma...
keşke benim yazdıklarım da senin yaptıkların kadar can yakıcı olsaydı da borçlu kalmazdın en azından bana o zaman.

senin iğrençliklerine bakacak olursak, benim yazdıklarım çok temiz kalıyor bu sözlüğe.

en azından bu yazdıklarım iğrençse, bu iğrençliklerin de baş kahramanı sensin unutma! artık hiç bir karar almayacaksın öyle mi? bence de alma. son bir yıldır aldığın kararları üçümüz de gördük. karda olan kim sen onu görebildin mi? bari yanıtın evet olsaydı ama ancak bunu "içinden diyebilirsin" sen.

hiç bir zaman bana çektirdiğin kadar kimseye acı veremedin ve hiç kimse senin verdiğin acıları bu kadar severek taşımadı, hatta annen bile değil mi?

bundan sonra da kimse taşımayacak böyle bilesin. ben senin verdiğin her türlü acı ve hakareti taşıyıp sevgimin değirmeninde öğüttüm gitti.

benle başladığın evlilikte başarısız olmadın sen, sonunu başarısızlığa bilerek ve isteyerek götürdün sadece.

annen mutlu artık, sen mutlu değilsin ama bunu biliyorum.

sen bu mutsuzluk seçimini yapıp da bana ihanet ederken orospun da mutluydu.

o arkasına bile bakmadan çekip gitti bak. ama yine döner başkalarıya kırıştırma isteği bittiğinde. ya da sen paralandığın zaman. üzülme.

sen oysa onunla ne hayaller kurmuştun değil mi? çocuklarınız olacaktı hani? nerde kurmak istediğin yuva?

her kadın ben değilmişim. 21 yaşındaki sürtük bunu sana öğretti; ben öğretemedim oarası ayrı.

şimdi kim mutlu? bak çevrene. sonuç yine aynı.

sadece dağıttığın yuvanla kalakaldın. seçimine bizi de sürükledin. sonuna da.

oysa en başından, senle evlenirken, ben seni asla yalnız bırakmadım. hep yanıbaşında oldum.

bu yuvayı dağıtan kim? suçlu sen veya ben değiliz. gaza getirenleri düşün. ve uğrunda elinden çıkardıklarını. bizi... kurduğun yuvayı...

allah için bir kez sor annene ve orospuna! eşim size ne yaptıda beni ona karşı kullandınız diye? ben bu sorunu duymasam da olur. ama allah için bir kez cesur ol, bir kez er adam olda sor, bir kez... fazla değil!

sadece bir kez.
geçende seni gördüm, arzuladım...yanında biri vardı, ölmüştü gömmeyi unutmuşlardı cocuğu... gördüğüm günün akşamı çocuk gibi sana gönderme yapmıştım face profilimden. açtım profilimi ve uzun uzun yazdım çünkü beni takip ettiğini biliyordum. zaten yazdığım yazılarda özlem dolu değil küfür doluydu görmüşsündür.* işin komik tarafı ne biliyor musun? yazdığım yazının sen hariç bir sürü kişinin üzerine alınmasıydı. lapin gibi atladı hepsi, sen atlamadın bravo. niye karşılık vermedin diye sormuyorum, iki ay öncesi geldiğin zaman terslemiştim çünkü... bir anlık gaza geldim ve saçmaladım. duygusal davranıp sana " geri dön, geri dön... ne olur geri dön..." diyecek değildim. genelde kötü sözlerim seni çektiği için şansımı denedim, dönmedin, iyi bok yedin, aferin.
ben bu yazıyı sana yazdım ''c'' kod adlı kız:
güzelsin, hoşsun ama afedersin az bi g*tün kalkık. naza çekiyosun kendini, hoşuna gidiyor kaçan olmak farkındayım. kovalamıcam kızım seni. yok illa kovala diyorsan yakaladığım zaman olacaklardan sorumlu değilim. valla bak. ''bir hafta peşimde koş. kızların arasında seni anlatıp 'ay ne salak yaaa' diyeyim. ondan sonrada ne istersen yap bana. '' desen dahi olmaz. s*kimde bile değilsin. hatta çükümde de değilsin efendim ne bileyim pipimde falan da değilsin.
(bkz: alkol alıp entry girmek)
eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar
hiçbir zaman sevemeyecek olan insanlar vardır,
demiş La Rochefoucauld
benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum... *

ellerin... bugün avucumun arasından kayıp giden ellerin. tam sıcaklığını hissetmişken, bırakmamak için tuttuğum ellerin kayıp gitti avuçlarımın arasında. boşlukta kayboldu. yeniden tutmak istedim, gecenin karalığında gözlerinin aydınlattığı ışıkta aradım ellerini, bulamadım. yitip gitmişti. tıpkı bakışlarındaki anlamın, sesindeki heyecanın kaybolması gibi. işte o zaman başladı herşey, aramıza duvarlar ördün, kendinle ve benimle inatlaşmaya başladın, anlamsızca çekip gidişlerin başladı, kaçtın.. herşeyden, tüm sorumluklardan, ailenden, kendinden ve benden kaçtın. sonra birgün, bir ilkbahar günü yeniden geldin. artık hazırdın hayatla kavga etmeye, bu kez de onunla inatlaşmak için geldin. olmadı... yine yenildin. bana değil, hayata değil yine kendine yenildin. artık yapayalnızdın. büyük bedeller ödedin bu yalnızlığa. çok savaştın ama yenemedin kendini. ne ben vardım yanında ne annen. ikimizi de istemiyordun hayatında. aslında kendini bile istemiyordun. sen kaçtıkça uzaklara ben koşuyordum arkandan, suyun üzerinde koşar gibi koşuyordum ardından. tam elini tutacakken bu sefer de kanatlanıp uçuyordun. hep mutsuz, hep umutsuzdun. keşke tutmayı becerebilseydim elinden keşke kurtarabilseydim kendinle olan savaşından. yapamadım, omuzlarıma bindirdiğin yükleri artık taşıyamaz oldum. belki bende ilk defa yendildim, senin gibi kendime yenildim. koskoca hayatta bir kişi yaşamayı becerememişken iki kişi yaşamayı denedik, önceleri mutluyduk, yağmurlu bir sonbahar günü ankara sokaklarında yürümek gibi mutluluk veriyordu herşey. sonraları ilkbaharda leylak ağaçlarının kokusunu duyumsayarak uyanmak gibiydi herşey. düşle gerçek arasında gidip gelmek gibiydi. parmak uçlarında yürümek, her an kanatlanıp uçacakmış gibi hissetmekti. daha sonları ise kanadı kırılmış bir kuşa bakar gibi baktık bir kanadı kırılmış ilişkimize. sarmaya çalıştık yaraları, kırılan parçaları onarmayı denedik. yapamadık parçaları doğru birleştirmedik... en sonunda ise baktım ki uzun kurtarma çabalarının fayda etmediği, büyük uğraşlar verdiğim, zavallı, kanayan, yaralanan, hırpalanan aşkımızdan geriye bir tek 1 mayıs günü bana yaptığın papatya tacım kalmış, o da biraz solmuş, yaprakları dökülmüş...

bir zamanlar ellerin elime değdiğinde tüm kimyamı değiştiren sen sessizce çekip gittin, sonra herşeye küserek tekrar geldin. ve yine gittin. keşke birgün yine gelsen ve hiç gitmesen. yine tutardın ellerimden, hem şiir okurdun belki, birazda türkü söylerdin, başımı omzuna koyardım, kapardım gözlerimi. belki yine mutlu olurdum. belki baharda yine papatyalardan taç yapardın, rengini beğenmediğin kızıl saçlarımla oynardın yine.. belki, belki yine seni seviyorum derdin... *
ahh be hata nerde anlamadım senin umursamaz biri olman mı, yoksa benim bunu sana söylemem mi ? bu kadar basitmiş herşey, herşeyim bir dilber içinmiş. niye götün kalktı hea ? çok mu önemli olduğunu düşündün, gerizekalı. domestik bir zavallıdan başka hiçbirşey değilsin.
Ümit en son kötülüktür çünkü işkenceyi uzatır demiş Nietzsche. keşke senle tanışmadan önce Nietzsche okuyor olsaydım.
serdar abi sepeti sallıyorum iki ekmek atsana içine. biliyorum okuyosun dükkanda. kontör yok biliyon mu.
Unuttuğum kadarıyla hatırladığım vakitler güzelsin.Öyle bir şey işte her saat resmine bakmak için** unutma işgüzarlığım.
Hem sonra ben...Sınavım olmasaydı gelirdim yanına.. Beraber izlerdik.
Aslında boşver sınavı falan.
Gerçekten...Belkide gelmeliyim şu an.
Gelmişimde zaten."Burası benim evim" miş.Senin yanın.*
bu başlığa ilk entry'm. düşün ki o kadar etkilenmişim dün geceden. bana koymamıştı aslında ama ilk defa bir şeylere kıskançlık etmiş ve hayalini kuramadığım bir şeyler dilemiştim. hayalini kuramıyorum ama her neyse gerçek olsun istiyorum. bu yüzden ben bu yazıyı sana yazdım.

dün gece sinema salonuna gidilir. film 2012'dir. saat 9'dur. ve 21.30 senasına 2 kişilik bilet istenir. yer dolmuş... saat 23.00'a istenir. o da dolmuş. o anda olmasa bile bir gün sonra bu olay bana şunu öğretti.

- keşkelere inanmayacaksın. keşkeler sadece zaman kaybı. bu hayatta ki düzen o kadar mükemmel ki.. keşke diyerek hayatta ki düzeni bozmamız ve kendi menfaatlerimiz içerisinde pişmanlık duygusu çekmemiş çok saçma.

ve asla sanşına küfretmeyeceksin. o seninle kafa buluyor, seninle dalga geçiyor. sanşı seni kazıklıyor her zaman, fakat seni sevmeye başlayınca destek çıkıyor sana. sanş tıpkı sevgili gibidir. fazla ilgi gösteriyorsan seni bırakır. fazla seviyorsan ve bununla canını sıkıyorsa severek ayrılırsın. sanşına ilgi gösterme ki sana yanaşsın. güçlü ve ağır ol biraz. sanş senden kaçamaz. ya sever ya da mahveder.

hazır caddebostan'a inmişken tur atılır. sonra bir mekan da dost anne tarafınca dost görülür. 2 kadın bir küçük kız. peeh çok küçük dedim yanına gitmeden. sonra tanıştık işler değişti.

hiç bir zaman şıpsevdi değilim. hiç olmadın düne kadar. aslında yakınlaşmadım bile ona. sadece tatlı geldi. seneler önce ayrıldığım eski sevgilimi hatırladım. bir komplo. severek ayrılmıştım, etkilenmiştim. yıllardır arkadaş kaldık. bu ay soğudum nefret etmeye başladım. nefret etmek istemiyorum ama nefret etmeye başladım. dünden sonra asla o eski sevgiliyle konuşmayacağım. çünkü bana boşuna zaman kaybettirdiği, yıllar önce benden saçma bir şekilde ayrılarak bana o kadar acı çektirmişti ki o saftirik kız.

dün ki kızda buna benziyordu. işte. o da yıllar önceki gibi, yarı alman yarı türktü. ses renkleri apaynıydı. mimikleri, gülüşü, bakışları, masada otururken ki duruşu, saçlarının düzeni, müzik zevki yahu her şey aynıydı. aynıydı işte.

ve o an eski sevgili o kadar tiksinç geldi ki onu görünce, eskisi gibi saftirik değildi, eskisi gibi malkafa değildi. daha tatlı daha şirin daha kısa boyluydu. çok çekiciydi. etkilendim yani ya. şokundayım sözlük.

akşam 10'dan gece 2-3e kadar beraberdik. ilk defa bir kız benim bakışlarımdan sıkılmadı. haftaya görüşürüz belki, hala face'e eklemedi.

iyi ki o gitmeyi çok istediğim 2012 filmi, mucizevi bir şekilde koltukları dolmuş. iyi ki dün akşam arkadaşım beni ekmiş. asla küfür etmiyeceğim. bir daha ekildiğimdede küfür yok. kızgınlık yok. sanşsızlık yok, keşke yok.

umarım haftaya buluşuruz onunla sözlük. bu aralar param hiç yok. arkadaşlarıma borcum var. umarım anlayışlıdır sözlük. umarım o da seviyor beni.
hadi öpüldün canım, bay bay.
biliyorum sen yoksun.
eski varlığın ne kadar gerçekse yanıbaşımda olamadan
yokluğunda öyle..
içimden çıkmayışına inat Yoksun, yoksun..
ben olmanı isteyebilecek güçte bile değilim karşında
gelmeni, yanımda olmanı isteyebilecek ne cesaret ne de kudret var bende.
Yoksun ya soruyorum neredesin diye çok kez?
neredesin?
Bende değilsin fikrince biliyorum
ama yok olduğun bir ortam nasıl senle dolabilir ?
sadece gözle görmek, konuşmak mıdır varlık ?
konuşmadan, birlikte hiçbişey yapmadan ve hatta karşılıklı bi haberlikle
nasıl olursun hala içimde?
kendime soruyorum, çevremdekilere soruyorum
neredesin sen?
kendi içimde nerede saklamışım da seni,
sen gittim, bitti dediğin halde ben gidişini göremiyorum
yokluğunu benimseyemiyorum..
olmayışınla değil belki, nerede oluşunla boğuşuyorum.
yoruluyorum.
seni anmaktan, geçmişte yaşamaktan yorgun düşüyorum.
hitap edilen kişinin tınlamaması halinde acı bir yakarışa dönüşebilecek zavallı cümle.
tanım: yazarın bir kişinin yüzüne söyleyemediklerini klavyeyle haykırışıdır.

başlıyoruz efenim...

13 kasım 2009. doğalgaz sağolsun sıcak bir gece. Şu ünlü 13. Cuma, uuu

Bakıyorum da bir çok şey değişmiş. Evet, ilki biz değişmişiz, ikincisi duygularımız değişmiş. En önemlisi hayata bakış açımız değişmiş, değişmiş olmalı.

Bugün, boynumda muhtemelen benden hoşlanan bir çocuğun kolyesi ve ben seni düşünüyorum. Garip bir durum aslında. Henüz love hurts'u bile dinlemedim. Ama hatırlıyorum anılarımızı; üzülmüyorum, acımıyorum, iğrenmiyorum. Tek düşündüğüm senin gibi birini bulabilmek galiba. Seni arıyorum sevmek istediğim kişide. Birinden hoşlandığımdaysa seni hayal ediyor olmalıyım, çünkü o hiçbir zaman sen olmuyorsun ve sonu da hep hayal kırıklığı oluyor.

Geçen yılı anıyorum hala. Her gün, gün geçtikçe seyrekleşiyor...

Bugün, aylardır selam bile vermediğin bana arkadaş gibi davranıyorsun. Gördüm seni. 2li tenis oynarken gülümsüyorsun bana. Ve göz göze geliyoruz bunca zaman sonra. Tanıyamadığım bu kişiyi o an tanır oldum işte. Belki de sadece senken sevebiliyorum seni. Yanında arkadaşların, sevgilin yokken. Ve sonra bir bakışını daha yakaladım. Garipti o an, çok garip! Sevgiline sarılmış oturuyordun. Ama kafanı çevirmiş bana bakıyordun, belki de sadece tesadüftü. Ben büyütüyorum kim bilir? Hemen uzaklaştım o ortamdan. Korktum, ya olayı büyütmediysem ben? Korkuttu bu beni.

Masa tenisi sırasında birlikte oynadığımız kişiler siz birlikte oynayın dedi. Ses çıkarmdın, kısa bir bakışma oldu. Tekrar yakaladım gözlerini. Ah, işte o an güzeldi.

Astığımız dersimizin bitmesiyle iki yabancı sahalara geri döndü. Spor salonundan çıkmıştık ve normale dönmüştü herşey. Bizimkisi spor salonunun sihriydi! Anlamıştım bunu. Sen sevgilinin yanına gittin çıkınca, bense bir oraya, bir buraya.

Bir düşün, bunca gün sevgilin bir kere bile girdi mi spor salonuna. Dur bakalım, orası benim mekanım! Biliyorsun sen de onun oraya kolayca giremeyeceğini. işte o yüzden; bizimzisi spor salonunun sihri!

Derste sıra arkadaşım eski yıllardan bir konuşmamızı verdi. Sen bilmiyorsun, derslerde gizlice yazışırdık; sevdiğimiz çocukları çekiştirirdik bol bol. Hala saklıyormuş o notlardan birini. Halimi görmüş olsa gerek elime tutuşturdu "al bak, gülersin. Mete ve benle ilgili. Ne saf mışız" dedi. Saf saf aldım o kağıdı. Hala çok safmışız okuduktan sonra anlayacağım;

Not benim sözümle bitiyordu "bak ben ankarayı özledin mi dedim konu biz geldi." Anılarım tekrar acıta acıta geldi gözlerimin önüne. Evet ankarayı özlemiştin. Üzerinden 1 yılı aşkın süre geçen mesajlaşmayı hala hatırlıyorum çocuk.

- ankarayı özledin mi?
+ özlemez miyim, daha çok oradakileri özledim ben.
- kimler mesela?
+ sen mesela.
- hmm... (hiçbirşey diyememiştim, şaşkınlıktan olmalı)
+ sen özledin mi peki beni?
- özledim tabi ki. (özlemez miyim! Hem de nasıl özlemiştim… oysaki görüşmeyeli 24 saat filan oluyordu.)
+ ne kadar özledin?
- ne demek ya ne kadar?
+ çok mu?
- evet, çok...
+ çok ama çok mu?
- çok ama çok özledim.... peki ya sen? (uzatma diyemedim sana orda)
+ ben de, çok ama çok özledim seni.

Şimdi şu olası olarak benden hoşlanan çocuğu düşünüyorum. Sözümü biliyorsun, Kabul etmeyeceğim belki ama düşünüyorum işte; onunla olası geleceğimizi, ona alabileceğim hediyeyi, aklıma hiçbir şey gelmiyor. Çünkü sana aldığım hediyeyi geçemeyeceğimi biliyorum. Aklıma tek gelen şey bir best of scorpions albümü. sözleri anlayarak dinlemeni istiyorum desem kurtarır belki.

Bunları yazmadan uyuyamayacaktım, belki şimdi güzel bir uyku çekerim. Çünkü artık rüyalarıma da gelmiyorsun.

Seni beni unuttun, bense seni yavaaaş yavaş unutuyorum.

Sana günaydın dediğim gün, bu yazıyı vereceğim sana. Ve bu son konuşmamız olacak. Eminim ki memnun olursun, artık duramadan sana bakan biri olmayacak.

Belki bunu okuduğunda benim gibi ağlayacaksın, belki de ne salak kızmış bu diyerek bu yazıyı buruşturup bir kenara atacaksın. Bilemiyorum.

Tek bildiğim sevgilinin gerçekten şanslı biri olduğu. Bunu sen de gayet iyi biliyorsun. Ancak dikkat et, o küçük sevgilin senden uzaklaşmaya başlamış gibi, bir de o kırmasın kalbini yahu dayanamam. Kapanış güzel bir şarkıdan geliyor.

(Bu şarkıyı yazılarımda görmekten ne kadar bıksanızda)

Incubus - love hurts -ama hayır, vokalde sen varsın. Tıpkı seni sevdiğim o an gibi.-

Neden hep haklısın ki?

00.15
birkaç gündür olmayacak şeyler aklımda.
hani kırık dökük cümlelerle kustum sandığım her şey boğazıma oturmuş sanki.
ben hep gülüyorum tabi yine. "mutluyum" diyorum. en önemlisi "huzurluyum". sana da dedim ya hani, elim titreyerek, belki içini titreterek. ama huzurluyum be. tüm huzursuzluğunu çıkarınca benden, yine sıfırın çok üstündeyim. çok büyük değilmiş demek huzursuzluğun. nasıl da güzelmişsin aslında bende..
keşkeye varmıyor cümlelerim hiç. "iyi ki" olmuş, "iyi ki" gelmiş, "iyi ki" göndermişim diyorum artık. şaşırdın di mi?
hep kötü şeyler duymaya alışkınsın çünkü.
hep bıçağın ucu kadar sivri cümlelerim.
kızmasam bile kızgındım sana.
sımsıkı sarılırken bile soğuk.
elin elimdeyken bir kilometre uzağında.
böyleyim işte, biliyorsun zaten. ondandı sabahları inadına elini elimde sımsıkı bulmalarım. ondandı her sabah ağrısı parmaklarımın.
özledim be sevgili.
asla içine bakarak "sevgilim" diyemediğim gözlerini özledim.
yaklaştıkça kalbimi hızlandıran dudaklarını özledim.
kasım yağmurları özletti seni galiba.
ve telli'den bir şiir takıldı dimağıma: "anısı bizsek eğer bu kentin, unuttuğu türküler bizsek.."
biziz ya, biziz tabi tüm caddelerini, basık barlarını, pezevenklerini, ibnelerini ve dahi serserilerini yaşatan bu şehrin.
biz bakmasak, biz gitmesek, biz bahsetmesek kimsenin haberi olmayacak hiçbirinden. hiçbiri bilmeyecek, sevmeyecek kendini. ne kadar da çok şeyiz aslında!
kendimize kattığımız değer bir yana, altın yapıyoruz dokunduğumuz şeyi. aşk mı bu? büyü mü?
yok, değil.
aşık değildim ben sana. olamazdım da. hani sen de söylemiştin ya.
belki öyle söylemesen, belki hatırlatmasan bana beni, kapılıp gidebilirdim seline.
elimde ıslak bir kağıt mendil ve şişmiş gözlerle koyabilirdim dizine kafamı.
gözüme bakınca titremelerimi saklayamazdım o zaman.
kokunu içime daha rahat çekebilirdim.
sırf sen şaşırmayasın diye çabaladım.
hayalindeki benle gördüğün savaşmasın diye, kana bulanmayayım zihninde diye.
senden sonrakileri de şaşırtmadım hiç.
avuçlarında terlemedi avuçlarım, dudaklarındayken kapanmadı gözlerim.
ama onlar bunu fark etmediler bile.
senin kadar bilmiyorlardı beni. işte o yüzden kaçmadım onlardan senden kaçtığım gibi. sakin adımlarla uzaklaştım ellerimi yavaşça çekip terli avuçlarından.
hiçbiri de senin kadar kırgın gözlerle bakmadı ardımdan, kıskanma. "acımasız olma şimdi bu kadar..dün gibi dün gibi çekip gitme.." diye mırıldanmıyorlardı kendi kendilerine.
ama senin kadınların üzerlerine basıp geçmene izin verdiler, bu yüzden mi kalmayı hiç istemedin? veremedin hak ettiği değeri onlara? ben hep kırgın gördüm onları. seni bana kırgın, onları sana. o yüzden neşelendirmek istedim biraz olsun onları, gülerek baktım gözlerinin ta içine. sana göstermediğim ilgiyi gösterdim onlara. hastalık mı bu? bilmiyorum. böyle yapınca gamsız oluyorum, hepsi bu.
işte böyle sevgili, sensiz geçen bir senenin hikayesi bu.
yer yer önünden hızla geçip de bir türlü yakalayamadığın hayatım bu.
sırılsıklam özlüyorum seni.
gör halimi, "sırılsıklam olmuşsun" de de, "uzaktan geliyorum, tabi ıslanırım" diyeyim ben sana yine.
bu kez anlamı dudaktan çıktığından çok çok daha uzun olsun.
araya kilometreler girince en sağlam bağlar bile çözülmeye başlarmış. zaman, geçmişte yaşanan güzel günleri yavaş yavaş silermiş hafızalardan. yeni bir çevre, yeni arkadaşlar eskilerini unutmak için yeterliymiş. bunları bana öğrettiğin için çok teşekkür ederim sözde en iyi arkadaşım. verdiğin sözleri tuttuğun için de çok teşekkür ederim. gerçek bir dostmuşsun. sayende dost kazığının ne olduğunu çok iyi anladım. vazgeçilmezmişsin.
senin yaşın aşka tutmuyor hiç gelme
bükülmüş dudaklarına bükülmüş sözler büyük kaçar
on santim daha uzasan başın göğe çarpacak
göğsün diyordum göğsünden sözediyordum
sen ölmeden beş dakika önce düştün
mandallarından savrulup uçan beyaz bir gömlek gibi
havada uçarken ölüp savrulan beyaz bir kelebek gibi
dengesini kaybeden bir cambaz gibi
virajı alamayıp şarampole yurvarlanan arabalar gibi
aklıma ilk gelecek bir şey gibi
düştün
düşüşün bir rüyaydı
düşüşün yarım kalacak bir rüyaydı
gecelerden bir gece aşkın üstüne yürüdün
delikanlı bir yanın vardı karanlıkta
şöyle sert, şöyle naif, şöyle öfkeli!
senin yaşın aşka tutmuyor çocuğum, hiç gelme
açıkta kalırsın
aşk insanı acıktırır
aşk insanı bir ölüme susatırsa aşk diye anılır
senin mahallende aşk masallara giremez
masala giren aşk çıkamaz o mahallelerde!
masalların aşkına, benim aşkıma, Allah aşkına
senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim, lütfen gelme
bana ayak bastığın gün
aşk herhangi bir gün olarak katılır haftaya
salı ile çarşamba arasında bir yere
aşk, her koşulda eğlenceli; aşk, istedi mi sereserpe!
yüzünde derin mi derin, kuşkulu, canavar bir gülümseme
yırtarsın, kapatırsın, vurur deviremezsin
sevgilim
sen bu aşkta dolap çeviremezsin!
açıkta kalırsın
aşk insanı acıktırır
aşk insanı bir ölüme susatıyorsa aşk diye anılır!
yüzünde derin mi derin, kopkoyu, yapış yapış bir gülümseme

senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim
lütfen gelme!
Yağmur şarkıları olarak ayrı bir tür oluşturulmalı bence ... Hani uykunuzu iyi alıp kalkmışsınızdır sıcak bir yataktan loş ışıklarla aydınlanan odanız size farklı bir güzellikte gözüken ender günlerdendir o gün. Pencere kenarında elinizde bir fincan kahvenizle çay da olur hiç farketmez o an sıcak birşeyler yudumlamanın keyfi... manzaraya nazır o pencere kenarında düşünmek dakikalarca...genlde ezginin günlüğü yada düş sokağı sakinleri çalması beklenir bu günlerde... Şehre düşen ilk rüzgar ve ardından gelen yağmur ıslanan yollar arabalar ağaçlar insanlar... Toprak kokusuna değinmeyeceğim hiç , nekadar popüler olduysa okadar nefret ettim en sevdiğim tatlardan.
Ardından hoş bir koku gelir mutfaktan hafif tıkırtılar eşliğinde buzdolabı kapısı ve altı yakılmış bir demlik çay sesi beraberinde melankolik bir şarkı mırıldanan bir sevgili ya da bir dost artık evde kiminle birlikte yaşıyorsanız... Hergün daha da monotonlaşan hayatınızda en farklı hissettiğiniz sabahlardan biridir bu sabah. Kitap okuyasınız gelir o pencere kenarında , aşık olasınız gelir çıkıp yürürken rastladığınız bir insana yağmurda ıslanmış saçları ve üşümüş elleri. Hayatın tüm klişelerini bir yana bırakıp onunla evinizde pencerenizin kenarında sıcak birşeyler içip sohbet etmek istersiniz ama film ve kitap dışındaki hayatlarda buna yer yoktur malesef, ve nefret edersiniz başkalarının yüzünden yıkmak zorunda kaldığınız hayallerinize gerçek olmadıklarını anlatırken bulursunuz kendinizi.
Aynı günün akşamında rüzgar arkadan sizi iter evinize ve ayaklarınızın altına serilmiş kuru yapraklarla örtülü bir yol. Polarınız , kulaklığınız , çantanız hepsi tamdır o akşam. Mühendisliğin(opsiyonel) ezici(bence) derslerinden sonra başınız önde evinize yürürsünüz...
Ben bu akşam evime yürürken yerdeki kuru yapraklara bastım sen yanımda yoktun...
Şaire sormuşLar neden içkiyi bıraktın diye o da ; Şerefine içiLecek aŞk kaLmadı demiş.. benim durumum şairden biraz farklı yalnız para yok ondan içmiyorum da şaire katılıyorum.. kahrol düşman al sana entry!