bugün

Seni o kadar çok seviyordum ki,
Sana “keşke çocukluğunA gidip seni üzen ne varsa değiştirebilsem” dedim.

Bunu kaç kişi, kaç kişi için dilemiştir?
Bunu bana biri söylese erirdim sanıyorum...

Seni öyle çok sevdim ki bunlar süslenmiş cümleler değil, engel olamAdığım istekler...
Artık sadece bir nokta gibisin benim için; sürekli koyduğum.
Daha dün aramızda konuşmuştuk arkadaşımla,umarım onu onun kadar seven birini bulur ben bunu beceremedim demiştim.Dualarımızı yükseltmiştik göğe doğru.

Bugünse bu duanın gerçekleştiğini öğrendim.Gerçekleşti mi emin değilim ama en azından tekrar sevmeyi denediğini öğrendim ve kendimi suçlamaktan vazgeçtim.

Umarım senin onu sevdiğin değer verdiğin kadar sever ve değer verir hayatındiki kişi.Çocuksu davranışlarını sevebilir,ona verdiğin değerin kıymetini anlar ve seni hep mutlu eder.Senin masumiyetin kadar büyük bir masumiyettir umarım taşıdığı.

Keşke bende sevebilseydim seni,keşke hayatının merkezinde olmak hoşuma gitseydi ama öyle biri değilim.Olmaya değer biri olarakta görmedim hiç kendimi.Benim kırmızı dediğime yanlış geldiği halde sırf beni sevdiğin için kırmızı demendense beni yıkmanı isterdim,güneş olmayı değilde aynı sistemde yan yana dönen iki gezegen olmak isterdim olmadı.Suçlamıyorum seni,kendimi de affettim.

Bunları da buraya günah çıkarırcasına yazıyorum okumayacağını bile bile,sana yazsam yazamam yazmakta istemem.Canını sıkmak ve ya kafanı karıştırmak en son isteyeceğim şey.Tekrar mutluluklar.
gavat loading. gideceksin benimsin diyeceksin.
O eski fotoğraflar var elimde
Fakat tanımıyorum seni.
Sana ağlayacak halim yok.
Nereden başlamalıyım bilmiyorum,
Ölümlerde ne biri teselli edebilir, ne de insan kendi kendine çare olur.

Kimilerine göre yalnızlığını paylaşacak ve zamanı gelince gidecek bir dosttan ibaretsin keşke süreç bende de böyle ilerleseydi.

Benim oğlum gibiydin,üzüldüğümde teselli bulduğum,bir plan yaparken dahil ettiğim,mutlu olduğumda sarıldığımdın.Çok kısa zamanı paylaşabildik , daha neler yaşayacaktık oysa.

Bugün yemek yaptım,dolabı açtım senin için fazladan aldığımız sebzeler var,tezgahın üstünde seviyorsun diye dün sana topladığımız meyveler duruyor.Sırf sana alınmış sana ayrılmış o kadar şey vardı ki.Bir an alışkanlık sana ayırdım maydanozlardan sonra aklıma geldi dün gece bizden ayrıldığın. Hemen kovdum aklımdan düşünceleri.Bir saatte bitecek işleri bir güne yaydım düşünmeye zamanım kalmasın diye.Bahçeye indim merdivenlerde aklıma geldin,sonra balkona çıktım bahçeye gözüm takıldı tekrarevini dağıtmış babam görüp kötü hissetmeyelim diye.Her aklıma gelişinde nefesim daralıyor.Sen de son nefeslerinde böyle mi hissetmiştin?

Ne hastalıklar atlattık seninle,kaç yolculuk yaşadık.hepsini bir şekilde atlattık.Ufacık bir yaranın bu kadar soruna yol açacağını tahmin etmemiştim.Keşke ilk farkettiğimizde götürseydik veterinere pansuman yapmak yerine,küçüklüğüne aldırmadan.Kendimi suçlu görmekten başka yapabileceğim bir şey yok.Yaşlandı öldü desem daha çok gençtin,hastalığın var desem yoktu .O kadar şeye kafa tuttuk birlikte beni neden bıraktın?Son ana kadar güçlü olmaya çalıştın biliyorum son ana kadar yaşamak için uğraştın,son nefesine dek bırakmadın kendini biliyorum ama hep daha farklısını istiyorum.
Uyuduğun köşeyi görüyorum kötü oluyorum,kolumda çizdiğin yere bakıyorum tek kalan bu o da gidecek yakında diyorum.Fotoğrafların ,videoların hariç görebileceğin hiç bir yer yok artık.Yokluğunu görmezden mi gelmem gerek dayanabilmem için ama yapamıyorum.

Seni çok sevdim ve sevmeye devam edeceğim.
Üstünden çok zaman geçti boşuna eşeleme hiçbir şeyi. Temiz bırak temiz kalsın.
Halledebilir, halledebilir, halledebilirdik. Üstesinden gelebilirdik...
Birilerinin güzel bir parçasıdır aynı zamanda.
Özenle bezenmiş nasırlarım bile tutmuyor ellerimde.
Pul pul dökülüyor bütün yorgunluklar, akıl da olmasa şahidim yok merakıma.
Sorduğum sen değil, senden kalan nasırlarım.
Gücendiğim ise bir avuç yalnızlığım!!!
Ne yapmalıyım?
Çocukluğuma gidip kendi kendimi sevsem düzelir mi hissiyatım?
Doğum günün kutlu olsun zoro.
Bak yine hava puslu yağmur yağdı yağacak geceden ama olsun benim üstüme çiğ yağıyor günden. Daha ne anlatmalı senden bilmem. Seni gören gözüm çok olsun diye uyumak elimde değil.
Helal olsun sana çocuk.
allahın belası karı beni terk ettiğinden beri bir tane karşı cinsin yüzüne bakamadım. 2 yıl oldu. mecburi aseksüel oldum senin yüzünden.
Bana hiç yazmıyon.
son bir senedir çıktığım her yol sana gelmek icindi. sabah yolcuyum bu sefer yollar beni sana getirmeyecek ve bu hüzün tarif edilemez. her sey icin cok üzgünüm.
Az önce babam anneme şey demiş, bu kızın hiç derdi yok mu bağıra bağıra şarkı söylüyor niye böyle umursamaz hahahahahah baba bu yazı sana..kızın duygusal bir top aslında beni her şey çok üzüyor söylemiyorum ühü.
Dört mevsim hüzün, gel benim beşinci mevsimim ol.
görsel

Hayallerinin gölgesinde yürümek usandırıyor ..
Dünya sahte ve kızgınken,
Yaşamaya çalışmak sorun oluyor kimi zaman..
Boğucu sözcükler ve paramparça kalpler,
Hoşgeldin değil bir hoşçakal gibi acıtan kelimeler..
Her anı sevgiysizce çoğalırken,
Zihinlerde yara oluyor kimi zaman..

Öz gelemeyen hayat..
yazmaya üşendim ama şurdan dinleyebilirsin.

http://www.youtube.com/watch?v=WPRMzyKbMTg
tabiki arka fonda james in sesi. "do you feeling, do you feeling like l do?"
evet james aynen senin gibi hissediyorum. hatta bir 10 dakika sonra chivas gibi de hissedecegim. yeter ki kötü kalpli bir insan gibi hissetmeyeyim. tesadüfe bak şimdi unforgıven çalmaya başladı. eşim seni çok özlüyorum.
anksiyetem korkunç ağırlaştı son zamanlarda. daha ağır bir sınav ve farkındalık arttıkça yük daha da ağırlaşıyor. geçecek biliyorum. kaç insan normal hayatına devam edebilirdi ki benim gibi.
yazmayı deniyorum boğazımdaki bu daralma hissinin gitmesi için.
sıcaklık altı derece. daha çok doğa kıyafetleri giyiyorum. iklime alışmakta zorlanıyorum.
ölümün yeni, seni bulduğum an yeni, gökyüzü yeni, ev yeni, bir tek acılar eski ve çok tanıdık.
tanıdık olan şeyleri çabuk aşarız aslında. yazı yazmaktan kaçtım uzun süredir ondandır bu aşamayışım.
şimdi yüzleşme vakti kendimle... kabullenme vakti...

bugün kocaman bir pencerenin kocaman iç kısmına öylece oturup "hayır, nabzın durmadı senin sen koskocaman öldün." demeyi başardım farkında olmadan ağlarken.
yalnızlık üstüme yağmur ne demek tufan gibi yağıyor son beş aydır. öldürmeyen güçlendiriyor. tıpkı eskiden öğrendiğim gibi.
bu yazıyı düşmanlarım okuyor şimdi ve dostlarım da. imtinayla kaçtım beş aydır yazmamak için. sonra dedim kendi kendime dost düşmandan sana ne? neyle huzur buluyorsan ona dön. biliyorum yazmak iyi gelecek iyileştirecek beni.
tek istediğim olabildiğince hızla toparlanmak. kimsenin yanımda olmasını istemiyorum çünkü kendi dünyamda dünyayı seyrederek yaşıyorum artık. seyrettiğim dünyadaki orospu çocuklarınla kaybedecek kadar uzun değil hayat.
biliyor musun en zor olan ne?
şu yakın gözlüklerini takmak...
eski ve soğuk taş duvarların üzerinden akan rutubetin sebep olduğu tuhaf bir koku var bu antik dehlizlerde...

uzak bir zamanda buradan geçen zırhlar içindeki bir şövalyenin çizmelerinden dökülen ve binlerce asırdır bu zeminde yatan toz yavaşça havalanıyor, ben temkinli adımlarla ilerlerken. nefes alışlarımda binlerce asrın yükünü hissediyorum bu tozla ama zaten gözlerimi kapatıp yatakta, buraya bunun için gelmedim mi?

taş duvarlar zamana direniyor ama bir gün artık güçleri kalamayacak ve önce oldukları yere çökecekler, sonra da ufalanıp kuma dönüşecekler...

zaman, aç bir canavar gibi...

zaman, her şeyi yiyip asla doymayan bir yaratık...

kendisinden kaçabileceğinizi mi sanıyorsunuz? yada onu durdurabileceğinizi mi?

sizi de yiyecek, sizden öncekileri yediği gibi... ve dönüp arkasına bakmayacak bile, sıradakine geçecek!

bir gölge olmak, bakışların içinden geçtiği, duyulmayan, elle tutulamayan, sadece bazen orada olduğu hissedilip tedirginlikle ürperilen bir varlık olmak. rüzgarlı ve fırtınalı bir gecede, karanlık sokakları bir an önce daha da karanlığa boğarak süzülüp geçmek. binlerce kişinin arasından kimseye dokunmadan sıyrılıp geçmek. her zaman buz dağının kalbi kadar soğuk olmak...

karanlık odanın üç köşesinde, üç taş taht duruyor, üç tahta oturmuş, üç hareketsiz silüet. artık şekli bozulmuş...

her biri birer gölgeye dönüşmüş üç şekil...

bir zamanlar canlı ve hayat dolu gözlerin olduğu karanlık boşluklar odanın ortasındaki taş mangala yönelmiş, sanki hiç görmüyormuş gibi bakıyorlar. mangalın içinde küçük cılız bir alev var, beyaz renkli bir alev. odanın hareketsiz havasında hiç dalgalanmadan yanıyor. soluk beyaz rengine bakarak yandığı ne kadar söylenebilirse o kadar yanıyor...

üzerindeki bakışlara aldırmadan yanıyor...

yaratılmış her şeyin bilgisiyle yanıyor...

ellerini üzerine tutsan sadece soğuk bir esinti hissedersin ama gözlerini üzerine dikenlerin ruhlarını yakarak yanıyor...

adımlarım sakin ama kararlı. kaderin bana oynadığı oyuna boğun eğdim, rüzgarın estiği yöne sürükleniyorum. kafamın dışındaki bir sürü ses hayatın anlamını ve daha pek çok anlamsız şeyi tartışıyor, tükenen zamana aldırmadan...

ama kafamın içindeki ses bana çok uzun zaman önce söyledi; "hayat anlamlarla uğraşmaz, ilgilenmez, dönüp bakmaz bile. o sadece varolmakla meşgul olur. zamanın kemirdiği kemiklerin yerine yenilerini koymakla... artık yeni kemiklerin olmayacağı güne kadar!

dehlizlerde ilerlerken adımlarımı sıklaştırıyorum. soğuk ve karanlık odada üç taht duruyor, üzerlerinde oturan üç soluk gölge...

ve dördüncü taht bomboş beni bekliyor...
Gs li değilim ama senden gol bekliyorum falçao reyiz.
(bkz: Denize Atılması Gereken Mektuplar)

"Herkesi düşündüğün gibi bizi düşünmedin, o yüzden biz olamadık. Can dostum dediğin kişiyi sevdiğin kadar beni sevmedin" dediğin gün kendime geldim. Ama geç kaldım. Biz finali çoktan yapmışız haberimiz yokmuş.

Herkesin gölgesi altında kalmıştık. Aramızda ki sevgi bağının yavaş yavaş koptuğunu fark edememiştik bile...
Böyle yarım bıraktığına, yarınlara umutsuz baktırdığına, tüm hayallerimi bana enkaz yaptığına... Evet sana yazdım, sana yazamayacaklarımı buraya yazdım...