bugün

Son Dönem çağdaş şiirin temsilcilerinden Seyyit Nezir'in Ağustos 1993'te Broy Yayınları'ndan çıkan aynı isimli kitabına da adını veren şiir:
Bir çocuk düşü bu, son fotoğraflarda.
Huysuzca dalıyor uykumun en koyu rengine
-Hiç istemediğin bir şey- o en dipteki
Soluk bir kilim serili sedirin üstünde
Bir kötülükten geçiyorum işte, sedef taneleriyle
Taşan, o çaresiz kötülükten
Yürekten bir kavalı üflediğimiz o kır kahvesinde.
-Seni kırıyorum yine- o gök büyüklüğündveki yaprak
Eski bir şarkının tozlarını alıyor,
O antika ağaç masanın üzerinde
Açık duran avcuna damlayarak.
Kent bir Sinatra şarkısına dönüyor işte.
Ay da - elimde değil, acemiysem de
Tiryakisiyim beyaz yalanların- ve bir anda
Avucumdan ortalığa ceviz kokan bir kolonya.
-Limon değil, zambak dersem inanma.
Ceviz diyorum bak-ölü bir sevgilinin
Nişan yüzüğünü andıran şark çıbanıyla
Garson da yanımızda bitiyro ansızın;
Ağzının sol kıyısında bıyıklarını
bir siverekli'ye yakışmayacak kadar kestiren
O şark çıbanı nasıl da istanbul'da bir tane.
Ama bir tek kara türkü dinlemedik ondan Kürtçe.
-Bunu bile yapamadık seninle!
Demekte hakkın var: Hiçbir sözümüze
Konuştuğumuz anda yetişemedik nedense,
Önüm sıra hep ufacık göğüsten
Fırlayacak gibi kanayan o taze sesten
Bir çocuk tülbendine sarılı yaralar. Niye peki?
Bunu kim soracak, ama herkese
Önce bana sorulsun, buna varım
Niye peki çılgın bir ıslık tutturduğunda
Yani içinden atlayan bir tutku
Yüzüme vurduğunda, niye hep
Tek sana bakan bir ayla parlasa gece
ince bir sızıyla seğiren ağzının yaktığı tat
Boşalır ceplerinden binlerce kağıt kırıştığında?
Yalnız senin olan ve sana gömülü
Önü ve sonu ikimize sürgülü
Bir öpüşmedir yaşasak: Halk artık çok geride
Unutulmuş bir dostun kırgın yüzü olarak
Mı kalır? -Yakalandın! işte şimdi yakalandın
Siverekli garson hiç yakalanmadı
Yakalanmaz da biliyor musun ?
Haftasında mutlaka mektup alırdı kerata
içinde parlak sarı bir tutam tütün
Senin için. Kıvır kıvır ve sert
-Yaşam çok sert abla! Gündüz fabrikada
Gece burda. Bir de hasret!- sıkılırdın artık,
Aya esneyerek baktığında hemen
Değişirdi kaset: Zülfü'den bir istek parça: Ada
Zifiri kararırdı gece
Böylece kalır bu dünya
-Hani benim öfkem, alanlarım nerde
Kim götürdü pankardımı ölüleri örtsün diye!
Öldün işte. Şimdi öldün.
Nasıl da unuttun, dün
Kalemi usulca kaldırdın ilk satırdan sonra
Asi üniversiteli çocuklar koydun, sayfanın
Yani vilayetin tam önüne
Bin dokuz yüz elli üç okur için
Büyük kitle!
-Küselim en iyisi. Had hangi dizeydi o,
Tamam, Pembe Ay ya da Bayan Pasta
Hadi onlara. Küselim kim var kim yoksa
Yüzleri bir pankart ölüsünden farksız
işte bulvarı korkunun ayaklarıyla geçip
SEs geçirmez bir cam kabuktan içeri
Geçtiler sessizce, geçtiler bugünü de.
Küselim önümüze çıkan ilk
Ve ceketi en terli adama.
Karışma
insanlara.
Hep aynı ve hem bambaşka insanlara.
Hemen de Valide Camii'nin dibinde
Bitiverirdi o boyacı çocuk: Parlatalım abi!
Hey anlasana, `arika güzellik bu.
Hey allah, deli bir düş işte, eski fotoğraflarda
Sesini aratıyor bana, tashihli bir satır olarak
Dokuz punto ita.
Düzeltiyorsun sevinçle, bir ok çıkarıp yanına
Öğrenemedim gitti:-Harika!
iyi de hani bunun setsaytı, acemi
Harfleri daraltmazsan sığar mı eski kadrata?
Aşk yani, sıkışmak zorundaysa yeni bir imgeyle
ESki bir hayata
En iyi editör ne yapabilir kendi şiirlerine
Kürtajdan başka. Nazarlık, muska
Kurşun döktürsün en iyisi!
En iyisi şöyle yapsın, ama ben
Sesini ararım bir çocuk düşüyle eski fotoğraflarda
Kötülük dolu bir filme ilk kareler.
Sahi bir senaryo yaz dediydin bana
SEsini buldum işte, orda
Bir balıkçı teknesinin ay ışığı mutfağında
Sesini buldum: - Ne olmalıyım
Bil bunu, ne olmalıyım senin ağzında?
-Islık değil, kötü şair, mesela Papalina!
Bir çocuk düşü bu, kAn içinde bir imge
Ve düşük bir şiir, ıslıksız yürüyen, karanlıkta.