bugün

kendine saplantı, öznel varlığın anlam kazandığı yegane oluştur.
insanın elinde olmayan bir durumdur.
aşk bize sormaz ve gelir girer kalbimize.

bize sadece onu yaşamak kalır geriye,
acısıyla sevinciyle.
hayatın anlamını perdelerin arkasına gizleyip, ölümün herkesi bekleyen durağında aşkın ta kendisini beklemek; elden ayaktan kesilen, içinden yazmanın gelmediği dünya ile ilişkinizi kestiğiniz anda hayatla tek bağlantı noktanızın, sevginizin, aşkınızın olması..

böyle bir durumda, her türlü ilişkileriniz tıkanma noktasına gelir, hayatınızı beraber geçirdiğiniz insanlara bile kelime etmekten aciz olmanız bir yana, gülümsemeyi son kullanma tarihi geçmiş , kurtlu baklagillerin olduğu raflara atıverirsiniz..
kalbinizin beyninizden ayrı dünyalarda çalıması sağlayan duygunun aşk mı, önlenemez sevgi mi olduğunu da kestiremezsiniz.. hayatınız gecenin belirli saatlerinden sonra akmaya başlar. geceleri, ayaklarınızın sorgusuz sualsiz, amaçsız, bilinçsiz götürdüğü yerlere takriben 25-30 cm.lik adımlarla ayak basarsınız, bilmem kaç gün önce cemaline aşık olduğunuz kızın ayak bastığı yerleri bilmeden; kestiremeden..
yürürken hiçbir hissiyat kaplamaz içinizi. kanser gibi beyninizi kemiren düşünceler çaresizliğin kılavuzluğunda, sadece sevdiğiniz kızın beyninizdeki küçük masum gülümsemeleri ya da suretiyle yol gösterir size. belki de böyle bir olaydır aşık olmak..

attığınız başlığın anlamı bile sizin anlamsızlığınıza çare olamıyor, göbek adınızın oldum olası lanetlenmiş biçimde 'platonik' olarak kesildiği yeryüzünde hiçbir ışık yüzünüze parıldamıyorsa, hayat sizi eninde sonunda pası üzerinde, ince kesilmiş sakal artıkları bulunan dandirik bakkal jiletine, ya da iyi olasınız diye yuvarladığınız bir kutu hapa doğru yönlendirir. aşık olmak, belki de anlamı ve de tarifi imkansız bir biçimde teselli olarak yolu, bu küçük ama günahı sonsuz yoldaşlardan geçer..

suratınızı yerden kaldırmadan, anlamsızca bilmediğiniz yerlere, bilmediğiniz asfaltlara ayaklarınızı bastıkça, hayatın berbatlığı, iğrençliği, insanların çirkefliği, gençlerin ya da daha yeni tüyü bitmiş delikanlıların sorumsuz aşk oyunları, gözünüzün önünden içerisinde bütün paradoksları bulunduran bir queen klibi gibi geçer gözlerinizin önünden. her ne kadar aşık olmak yer geldi mi, hayatın tüm bağlantılarının kopması olup da, buna mukabil freddie mercury the show must go on dese de, acınızın tavan yaptığı saatlerde, beyninizin tarifsiz aşkınızdan dolayı salakları oynadığı gecenin karanlığında karanlık bir silüet gibi sokak lambaları sizi takip eder. belki de aşık olmak olayının vermiş olduğu yılgınlık ile aşık olunan kişinin takip etmesinin isteği sizi böyle durumlara sevk eder..

belirli olmayan gününüzü uykusuz, susuz, lokmasız, kifayetsiz, insan sıfatından yoksun, lütufsuz, suratsız geçirdiğiniz yaşantınız, evinizin içinde muhtelif bir bakırköy*'ün, ya da gugukkuşu*'nun fırlama koğuşlarından farksızdır..
buna rağmen, bütün gün sabırla iftar vaktini bekleyen kişi, her nasıl bir yudum suya, bir kuru ekmeğe, ya da bir kaşık çorbaya dahi muhtaçsa; yazın insanı deli eden, insan kafasında çiğ yumurtayı pişirecek kıvamdaki sıcağın altında filizlenmeye çalışan tohum nasıl bir damla yağmura muhtaçsa, sizin karşılıksız sevginiz de, hayatın sizi boğduğu, üzerinize size hesap sormadan yürüdüğü dönemde, aşık olduğunuz kıza o kadar da muhtaçtır.. işte böyle bir olaydır aşık olmak; içerisinde paradokslar barındıran, edi ile büdüyü, iyi ile kötüyü, remus ile romulus gibidir, birbirine ihtiyacı olan; ya da ötekisi olmadan yarım olabilen...
her ne kadar yeri ve zamanı geldiğinde, cebinde beş kuruş parası olmayan, tipsiz, sıfatsız, 'insan ruhunun inceliğinden bihaber olan gönlünüz', her ne zaman sevdiğiniz kızla konuşmayı bırakın, göz göze gelmeye dahi bir gram gücünüzün olmadığını bilse de, konuşmaya geldiniz mi, cümlelerin sonu gelir. ağzınız alnınıza kaçarken, kolunuzla bacaklarınız yer değiştirir, evrim geçirirsiniz. suratınız domatesin en açık halinden en koyu haline doğru yol alır....


birkaç aylık kendinizi hırpalamanız sonucunda, biyerlerinizi parçalamaya gümrük izni vermediyse; halsizliğiniz, bulantılarınız, içine kapanıklığınız ve de bir iki kelime dahi edememenizin meyvesini, ''gribim'' diye gittiğiniz doktordan muhtelif bilmemne kanseri olarak kendinizi paklamak suretiyle bu haberi öğrenerekten ayrılırsınız...

efenim sonuç itibariyle her başa dert olabilen, ama kimi zaman ölümle kimi zaman da amansız, tarifi acı ve de sonu yine ölümle bitebilen hastalıklara gebe bir olaydır bu aşık olmak... hele bir de, aşık olan kişi, öyle böyle değil, gerçekten de içine kapanık bir insansa, telekom denen belanın vermiş olduğu hizmetsizlikten kaynaklanıp hala internete bağlanmayı bekleyen bilgisayar gibi, tek taraflı düşüncelerinizle öteki tarafı ziyaret ediverirsiniz...
iyi bok yemek.*
kendinizi tanıyamamanız ama bu durumdan da acaip mutlu olmanız..
dünyanın en muhteşem, en yaşanması gereken duygusu...
bir insanın yaşadığı duygusal karmaşa. kafanız karışır adeta bir gönül adamı gibi hissedersiniz kendinizi. sanal şekerde diyebiliriz bu duyguya.
Benim artık sana dair kelimelerim bitti, hayatta çözemediğim tek problemim olarak kalacaksın kişisel tarihimde. Ve ben boğazımda yutkunamadığım bir lokma olarak taşıyacağım seni içimde. Sana rağmen nefes almaya çalışacağım, boğazımda bıraktığın küçük boşluktan. Bir yerlerde saklı kalmış gerçeğimi, hiç anlatılmamış hikayemi, ben bekleyen prensesi aramak için yola çıksam da, boğazımda kımıldamayan bir nesne gibi içimde, yağmayan bir bulut gibi üstümde taşıyacağım seni ömür boyu.
eger karsilik alamiyorsaniz hayatinizdan gunler, aylar, hatta belki yillar goturur. cok kotudur cok. bide dedikleri gibi hayal gucunu gelistirir cok
(bkz: sürüm sürüm sürünmek)
karşılık alındığında daha bi güzelleşen duygu ta ki bitene kadar.
edit: ilişki bitince kabusa dönüşen durum
(bkz: etkiye göre yorum alan başlık)
bilinç kaybı, pembe gözlüksüz dünyayı görememe sendromu en önemli belirtileridir. çoğu bünyede ayrılık sonunda bitse de, nadir durumlarda ölene kadar devam eder.
pek çok probleme, hayatın götürdüklerine rağmen sıkı sıkıya birbirine tutunmaktan vazgeçememktir.
aşık olduğunda "ben kimim?" sorusunu daha çok sorar.hallerine şaşırır."bu ben miyim ya.."sorusunu cevaplayamamaktır.ya da kaçmaktır cevaplarından.
baharin geldigini mujdeleyen hede.
malum kişinin 24 saat senin yanında olduğunu sandığın durum. ne düşünüyorsanız, ne yaşadısanız ona anlatırsınız. ama o yanınızda değildir. uzun sürerse şizofreniye götürür mü bilemem..
körü körüne birine bağlanmak. hayatının geri kalan kısmını yüzde doksan ızdırap içinde geçirmek.
her bahar gelince .mınakodumun hormonları tarafından salgılanan böle ibne bişey.
kötüdür, karanlıktır, çirkindir.
bir çift gözün hiç acımadan ta içine işlemesi, bir gülümsemenin güneşin olması, bir dokunuşun umudun olması, bir ismin hayatının anlamı olması, kafanda bir çok sor olması, içinde bir yerlerde sürekli kanamalar olması durumudur.
insanın başına gelen en güzel şey.
ruhsal tatminin tek yoludur. estetik bir $ahesere kar$i oldugunda ise tavan yapar, bedensel tatmini de saglar hale gelir.

(bkz: sentetik)
kısa süre sonra göz altlarınızın şişeceğine delalettir.
(bkz: bana böyle şeylerle gelmeyin)
yapılan enbüyük pişmanlık en büyük hata olmayan bir kavram...
kendini kaybetmektir.
belki de ilk defa ne yaptığını bilmeden insanın kendini yaşamın akışına bırakmasıdır.