bugün

insanın sevdiğinden, alıştığı sıcaklığından, tenindeki baharattan ve kokusundan uzak kalmasının verdiği acıyı çok vurucu anlatan yonca lodi şarkısı hıçkırmalısın ' ın ilk darbeyi vuran dizesi.
Yoksun sen! Artık canım yazmayacak telefonumda ve dökülmeyecek aşk sözcükleri dudaklarımdan. Uyandım, bir de ne göreyim?! Yokum ben! Boyum, endamım, bir süzümlük siluet bile değilmiş, meğer. Bakılası yüzüm, değilesi gözüm kalmamış meğer! Ah yüreğim, ağırmış da bırakmışım kaldırımda gelirken.. Yoksa dayanmazdı bu sahneye... Olmayan yüzüm, devrilesi gövdem gibi süzülüp de gidivermek yerine, bırakıverirdi beni yarı yolda.

Oysa asansördeki aynada vardı bir yansımam. Kanlı, yorgun, mor halkalı gözlerim vardı, solgun çehremle perçemlerimin kesiştiği yerde... Yine de makbuldür sanmıştım, yine de bir sevinç dalgası geçiriverir sevgilinin içinden hani... Bir sürprizlik değeri vardır sanmıştım. Bir sohbetlik, bir hayli sitemlik, bir hal çarelik hatırı saklıdır sanmıştım amma.. Eh be kardeşim, kendisi yokmuş ki hatırı olsun! Bu bitmek bilmez hayat acemiliği değil mi zaten aşkı taze tutan? Hangi aşık deneyimli hissetmiş kendini, hangi sevdalı kafasını sallamış bilgiç bilgiç de biz bu yollardan geçmiştik demiş. Aşkın hafızası balık, intikamınki fil, siteminki deve...

Bundan sonra seni düşündüğümde hep o son bakışın -daha doğrusu bakmaya değer bulmayıp da kısaca süzdükten sonra bilgisayar ekranındaki oyuna dönüşün- gelecek aklıma, o kısık gözlerle, büzülmüş dudaklarla tıslayarak Hayırdır?! Yemeğe mi geldin? deyişin, hafifçe ters dönerken dünya, önce yana, sonra yukarıya.. Gerisi hayal meyal.. Arkamı dönüp gitmeye başladım galiba, sense çevik bir hareketle kalktın, sanırım bürodakiler durumu farketmesinler diye- bir sandalye çektin otur dedin ve aynı kayıtsızlıkla oyununa devam ettin. Ben de, aynı nedenle, 30 saniye kadar oturduktan sonra Rahatsız ettim herhalde. gibi manasız bir söz söyleyip kalktım. Sesim boğuk ve çaresiz çıkmıştı. Güçlü ve net olmalıydı oysa, ve ilaveten iyi bak endamıma, çünkü burada son görüşün beni, biraz daha gayret edersen dünya gözüyle de son görüşün olacak demeliydim hatta.. Ama ağzımı açsaydım, hıçkırıklar çıkacaktı. Sakin (olduğunu sandığım, en azından filmlerdeki gibi koşmayan) adımlarla terkettim mekanı. Merdivenlerden ben değil, gözyaşlarım iniyordu. Aşağıda gözlerimi silip güvenlik görevlilerine gülümsemeye çalışarak çıktım turnikelerden.. Ve güneş, hani yaranı aydınlatır da sızlatır, sokar gözüne gözüne inatla.. Dönüp bakmadım desem, yalan olur. Ardından koşulacak kadar bile değerim yokmuş, gördün mü?! işte o an, bittin sen!

Ne yaptığını anladığında, artık anlamış olmak derin bir acı, sonsuz bir pişmanlık ve telafisi olmayan bir kayıp olacak tek kazancın! Evet! Hayatının hatasını yaptın ve bu sana hayatının aşkına mal olacak, bilesin! insan ne olursa olsun el üstünde tutar sevdiğini, gözü gibi bakar, krallar gibi ağırlar.. Hele ki ele güne karşı... Sen bana ister kızmış, ister küsmüş ol, bir büro dolusu insanın, hele o kadının hani sana asıldığını, arada göz kırptığını ve fakat senin yüz vermediğini söylediğin kadının- önünde onurumu kır, sokak itine bile layık görmeyeceğin muameleyi yap, kovmaktan beter et.. Bu insanlık ve kadınlık onuruyla alakalıdır ve hepsinin önünde benden özür dilersen belki affedilebilir. Ama sevgilinin bir sevgili kalbi vardır ki öyle hiç kolay kırılmayan, yılmayan, pes etmeyen, sana kocamaaaaaaaaan kucağını her daim açmış, her gün güler yüzle karşılamış, kuş sütüyle ağırlamış, bir gün kem bakmamış, tek bir kötü söz söylememiş, saygıda da sevgi kadar cönmertmiş ve sabırlıymış..mış.. mış.. Her neyse, artık bir hükmü yok bunların.. işte o kalbi bir kaybettin mi, bunun telafisi mümkün değil.

Sonsuz genişlikte bir kap düşün, her sözün, her eylemin, her halin ve her şeyin kabul görüyor, ne koyarsan acı tatlı alıyor, sana dair, sen olup, sana akıyor, ama asla, patlamıyor, taşmıyor. Sen o kaba tekme attın sevgili ve artık sevgili değilsin bundan kelli... Kırdın, parçaladın, yok ettin, toz duman ettin.. iki dünya bi araya gelse bakmam yüzüne, yok ki gözüm! Değil mi ki yok saydın sen kanlanmış gözlerimi, solgun yüzümü... Olmayan sırtım dönük sana bundan böyle...

Topla kırıkları da yapıştır bakalım, yeni bir yürek yarat küllerimden, varsa değerim. Biraz da sen yalvar geceler boyu, sen dök göz yaşlarını, itil kakıl da yılma kolaysa, biraz- yo, hayır biraz değil, çok, pek çok- sürün, acı çek, mahrum kal, inle inim inim, vur başını taşlara, değer bilmezliğinin acısı, öfkenin aşkına üstün gelişinin pişmanlığı yaksın kavursun seni! O zaman büyürsün belki, öğrenirsin sabrı, emeği.. Her şeyin kabulüm dersin, başka her şeyi bırakır, dinlersin geceler boyu, beni, yalnız beni. Yalnız dinler, yalnız anlarsın ahları, sitemleri yaraları, izleri... Yanlız anlar, yanlız dinler ve sağaltırsın belki... Tabii varsa değerim. Her şeyin bedeli var sevgili, ki sevgili değilsin bundan kelli, ağırdır hazırsan ödemeye, ipotek edersin yüreğini, uzundur vadesi. Tabii varsa değerim.

Yoksun sen! Derin uykulardan uyandım ne göreyim; yokmuşum! Hiç gelmemişim dünyaya, huzurla doldu ruhum.. Tanımamışım hiç seni... Bugün, bu dem, bu saat rasladığım bir hayal, bir yabancı sıfatla buz oldu içim. Bakılası yüzüm, değilesi gözüm hiç olmamış meğer, hayalmişim! Ah yüreğim, hiç olmamış iyi ki... Yoksa dayanmazdı bu sahneye.. Olmayan yüzüm, devrilesi gövdem gibi süzülüp de gidivermek yerine, bırakıverirdi beni yarı yolda... *
abdala malüm olur sözünün akrabası olan söz.
(bkz: aşk adamı vurur döner döner vurur)
(bkz: son sozu soyledim koymadı mı)
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim.

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu.
ve elbet üzerinde durulmuyordu.
sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
biraz daha fazla sevdiğim,
biraz daha önem verdiğim.

başlangıçta dogruydu belki.
sıradan bir serüven,
rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
gün günden hayatıma yayılan,
varlığımı ele geçiren,
büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin

yaz başıydı gittiğinde,
ardından,
senin için üç lirik parça yazmaya karar vermistim.
kimsesiz bir yazdı.
yoktun.
kimsesizdim.
çıkılmış bir yolun ilk durağında
bir mevsim
bekledim durdum.
çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki küskün kedere,
gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sozcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yaz başıydı gittiğinde.
sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs.
seni bir şiire düşündükçe
kanat gibi, tüy gibi,
dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

yaz başıydı gittiğinde.
bir aşkın ilk günleriydi daha.
aşk mıydı, değil miydi?
bunu o günler kim bilebilirdi?
"eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen"
notunu buldum kapımda.
altına saat:16.00 diye yazmıştın,
ve 16.04'tü onu bulduğumda.

daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran
zaman'ı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erken
senin bana geç kaldığını

gittin.
koca bir yaz girdi aramıza.
yaz ve getirdikleri.
döndüğünde eksik,
noksan bir şeyler başlamıştı.
sanki yaz, birbirimizi
görmediğimiz o üç ay,
alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan,
olmamıştı, eksik kalmıştı.

kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
adımlarımız tutuk,
yüreğimiz çekingen,
körler gibi tutunuyor,
dilsizler gibi bakışıyorduk.
sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.

fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. zamanla
gözlerimiz açıldı,
dilimiz çözüldü
güvenle ilerledik birbirimize.
gittin.
şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
biliyorum
ne sen dönebilirsin artık,
ne de ben kapıyı açabilirim sana.

şimdi biz neyiz biliyor musun?
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boşlukta iki yalnız yıldız gibi
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra
batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?

şimdi biz neyiz biliyor musun?
yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. umut
ve korkunun
hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını
bilmeyen
çocuklar gibi
ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
yazıya oturup
sonu gelmeyen cümleler kurmak,
camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar,
eşyalar gözünüzün önünde durur
birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
cağrışımlarla ödeşemezsiniz

dışarda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
bir ayrılığın ilk günleridir daha
her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta

gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saat tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara

boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak,
eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasinda
kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden
yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente,
bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye,
ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi

yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir an'ın, yalnızca bir an'ın bütün bir hayatı kapladıgı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdir intihara bu kadar

bana zamandan söz ediyorlar
gelip size zamandan söz ederler
yaraları nasıl sardığından,
ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
zamanla ilgili
bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
hepsini bilirsiniz zaten,
bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
dahası onalar da bilirler.
ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
bittiğine kendini inandirmak,
ayrılığın gerçeğine katlanmak,
sırtınızdaki hançeri çıkartmak,
yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
kolay değildir
bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
zaman alır.
zaman,
alır sizden bunların yükünü
o boşluk dolar elbet,
yaralar kabuk bağlar,
sızılar diner, acılar dibe çöker.
hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
o boşluk doldu sanırsınız
oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
dilerim geri teper.
yoksa gerçekten
bitmişsinizdir.

zamanla yerleşir yaşadıkların,
yeniden konumlanır, çoğalır anlamları,
önemi kavranır.
bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey,
çok sonra değerini kazanır.
yokluğu derin
ve sürekli bir sızı halini alır.
oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır.......
seni ilk gördüğümde..
parktaki bankta kabak çekirdeği çıtlatıyordun..

son gördüğümdeyse en doğrusu bu , seni özleyeceğim diyordun..
şimdi o banktayım ben..
yerlerde dudaklarının değdiği kabuklar arıyorum..
TERKETMENiN HAZZINI..
YAŞATMANIN ERDEMiNE DEĞiŞTiN..
ÖLDÜRÜP DE GiDERKEN BENi BiŞEYi UNUTTUN SEVGiLiM..
BÜTÜN KATiLLER CiNAYET YERiNE GERi DÖNERLER...
KANIMLA, YARAMLA, CESEDiMLE SENi BEKLiYORUM..
GEL DE BERABER KAZALIM AŞKIMIZIN MEZARINI..
seni kimler aldı.. kimler öpüyor seni..
+ ayrılık kalbine inmiş olmalı. *
- hıı. oradan karaciğere, ondan sonra da g.tüme inecek. o safhada da tuvalete gittim mi tamamdır.
yangın yerine döndüyse şimdi yürek..
sebebi alnımda çakılı durur..
yaralarımsa seni bana getiren..
bu adam en çok yeni yaralarından vurulur..
kiraz mevsimiydi..
kulağına çifter küpeler yapıyordun en kırmızısından..
dudağının ucundaki hınzır gülüş, kedilere bile çapkınlık bulaştırıyordu..
güneş kovalıyorduk arka bahçede...
sonra kerevetin altında buluştu dudaklarımız..
kediler kıskanıp tırmaladı aşkımızı..

aradan onüç yıl geçmiş..
hala duruyor o tırmık izleri yüreğimde..
hınzır gülüşün...aklımda..
küpelerin.. sandıklarda
bütün randevularımız rıhtımdaydı..
ve gözyaşlarımız denize doğruydu...
gülüşümüzü sektirirdik dalgalarda..
yarışırdı bakışlarımız gözbebeklerimizde..
deniz minarelerinde ezanlar bizi çağırırdı..
ve yaralarımızı yosunlarla sarardık..
bir balık oynaşırdı ayaklarımızın arasında...
ve tenin yakamozları andırırdı..
hırçındın..
deniz kadar engin..
ve tuzluydu terin..
fenerin balkonuna teyzenden çaldığın saksılardan..
bahçeler yapmıştık..
ve ayrılıkta boğulmadan önce..
denizin durgunluğuna aldanmıştık..
..............................
aradan yedi kış geçmiş...
ben şimdi aynı sahilde üşüyorum..
çiçeklerimiz kurumuş, ezanlarımız susmuş..
fenerimiz karanlık...
denize baktıkça içimde birşeyler kabarıyor..
sanki bir dalga vuruyor sensizliğin kıyısına..
ve bir çocuk..
kumdan bir kale yapıyor..
çıplak ayaklarını öptüğüm sahile..
................................
ben ki denize sevdalıyım..
senden ötürü..
sen ki yoksun şimdi..
deniz
huysuz..
ben
mutsuz..
ufukta ne kara var..
ne de yakamoz....
ne yalan söyleyim..
yüzünü çoktan unuttum..
adını bazen anımsıyorum, bazen de karıştırıyorum başka adlarla..
aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum..
ne kadar zaman benimdin..
ve neleri yaşamış, neleri tüketmiştik..
hatırlamıyorum..
ama garip bir şey aşk işte..
şimdi kiminle sevişirsem sevişeyim..
kimi sararsam sarayım..
ve kim sokulursa sokulsun küçük ayaklarıyla sıcaklığıma..
nerem eksik, ne yarım,
anlayabiliyorum...
seni hatırlamıyorum belki ama...
ve lütfen kızma bana..
hala çok seviyorum.....
gülkurusu diye bir renk var mı bilmem...
ama olmalı..
o dudaklardan sonra...
titremek bir duygu mu emin değilim ama...
bence olmalı...
özlemek bir hastalık olmayabilir..
ama öyleyse eğer..
bir an önce bulunmalı çaresi..
ve ayrılık bir ölümse...
kopmalı bir an önce kıyamet...
en güzel rüyamdın diyorsun..
hayra yoramadım ben..
farklı düşlere uyandığımız sabahları..
penceremden sızıyorsa şimdi rüzgar..
ve üşüyorsa ruhum..
ve koynum arıyorsa çenenin küçüklüğünü..
benim rüyam yeni başlıyor demek ki..
hayra yoran da bulunur..
tabir eden de..
ben de bulurum seni başka bir rüyada..
sen de üşürsün yalnızlığında..
her ayrılıkta bir kere daha vurulur bu adam..
her başlangıçta..
öpüşür yine ayrılığın arsız dudaklarıyla..
--spoiler--
Canın sıkılır, daralırsın. Sevgili, ciğeri 5 para etmez bir oğlancığa kaçmıştır seni bırakıp. Madam eleni çok uzaklardadır artık, beyoğlu yalnız ve anlamsızdır. Niyetçi tavşanlar daha mahsundur o akşam. Güneş tüm sıcaklığıyla kavurur istanbul'u, gözleri serbest bıraksan günde zilyon defa dolup boşalacaklardır. Göbek çıkar,sakallar uzar, kendinden nefret edersin. yakışıklıdır ha oğlancık da. işsiz güçsüzün tekidir ama. Atmıştır abasını sevgilinin, pardon eski sevgilinin evine yaşamaktadır.

işte bir akşam tüm bu duygular arasında, 2. paket cigaranın bitiminde gözler dolu dolu dinlenen bi şarkıdır bu. Şarkı değildir belki o zamanda, bir duruştur tüm aşağılık pazarlıklara, hayata karşı..

Son sigara yakılır, kan oturmuş gözler son bir defa daha bakar saate. Öğrenci evinin yalnızlığı beyoğlu akşamı kokar o an. Göz gezdirilir son defa, klozetin üzerinde bitmiş şampuan şişeleri, kapıda asılı annenin gelinlik havlusu -yaban ele okumaya giden oğula verilen en değerli hediyedir- , yerde hamam böcekleri, ayna ortadan kırık tam bir senedir, doğru ya onu bile "o" kırmıştı.. Televizyon bangır bangır açık, yusuf söylüyor. Yusuf gibi sabırla, erdemle söylüyor. Söyledikçe bilekler ısınıyor, sıcaklık dirseklere kadar iniyor. Zihin, yarım metre uzağına bomba düşmüş asker kulağı kadar sağır. Ayağa kalmak istiyorum, oldugum yere oturuyorum tekrar.

Bir an kendimi en neşeli bahçelerinde sanıyorum çocuklugumun. Fadile abla? hüseyin amca? Sizler misiniz? Beni mi bekliyordunuz onca zamandır? inanın çok özledim sizleri biliyor musunuz? En çok da o hiç kıyamadığınız erik ağacınıza tırmanmayı.. O kadar yorgunum ki.. Beni kollar mısınız orada? yanıbaşınızda? O kadar korkağım ve ezildim ki buna ihtiyacım var. Kaybolmayın bir yere, geliyorum.

Tamam mı?
--spoiler--

sevgili john doe' nın bir entryisidir. bu başlığa çok uygun düştüğü için kopyalayıverdim.
sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
iki başımız var, bir tek bedenimiz.
ne kadar dönersem döneyim çevrende:
er geç baş başa verecek değil miyiz?
(bkz: ömer hayyam)
(bkz: ucak piste inince pilotu alkislamak) *
Bir insani unutmak, bir insandan vazgeçmek, bir insani hayatindan sonsuza kadar çikartmak zorunda kaldin mi hiç? Hani ölmüs gibi, hani uzatsan da elini tutamayacagini bilmek gibi, her an kapindan içeri gülümseyerek girecegini bekleyip ama aslinda hiç gelemeyecegini de bilmen gibi. Ne zor sey degil mi ölmedigini bilmek, ama ölmüs gibi ulasilmaz olmasi artik o insanin sana, ne kadar katlanilmaz bir gerçek degil mi sen hala bu kadar sevgili iken? Özlemek, bu kadar özlemek, etini kemigini yakarcasina özlemek... çok kötü degil mi? Bu kadar özleyip onu görememek, ona dokunamamak, onu isitememek, artik sonunun 'Pi' hali degil mi? Biliyorsun degil mi? Ne kadar umutsuz bir arayistir o, kalabalik caddede geçen binlerce yüze bakmak belki bir kez daha görebilmek için o yüzü, belki biraz önce geçti bu kaldirimdan diye düsünmek, belki su an arkamda yürüyen insanlarin içinde bir yerde demek, belki su an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yasamak ne zordur degil mi? Ne kadar eritir insani farketmeden. Sende biliyorsun degil mi bunlari.? Bir sinema koltugunda sende iki kisi gibi oturdun mu hiç? Hiç iki kisi gibi zevk aldin mi bir konserden yalniz basina. Güzel bir kafe kesfettiginde, güzel bir film seyrettiginde, güzel bir sarki dinlediginde güzellikleri oraninda eksik kaldiklarini hissettin mi paylasamadigin için onunla. Bir barin kalabaliginda hiç yarim vücudunla sallandin mi ortada? Hiç iki kisilik beyninle yarim insan olabildin mi? Baktiginda aynana sadece yüzünün bir yarisini gördügün oldu mu hiç? Sana hayatindaki en büyük yoksunlugu yasatandan nefret edemedigin zamanlar oldu mu hiç? Gözünün içine baka baka kolunu bacagini kesen bir insanin yüzüne sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildigin zamanlar oldu mu hiç? Hayatta inandigin bütün degerlerini altüst eden birisine ask siirleri yazabildin mi? Onu içinde korumanin seni yok etmek oldugu zamanlara feda oldun mu hiç? içinde aglayan çocuga umut sarkilari söyleyemedigin, özlemini, susuzlugunu, açligini gideremedigin zamanlar oldu mu hiç? Kanayan yarasini gördügün ama merhem olamadigin zamanlar. Gücünün, hani o tanrisal gücünün bir çocugun aglamasini susturamayacak kadar oldugunu gördügün zamanlar oldu mu hiç? Hiiiiiiiç.... Hiiç... hiç... bir hiç
haksiz yere terkedilmiş olan kişinin terk eden kişinin ayvayi yemesinden sonra sitemle söylemiş oldugu sözdür.
bir benzeri için;

(bkz: sana kırmızı cok yakisiyor)
--spoiler--
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.

Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin o'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.

Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu,
kartvizitini...

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.

Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
ille de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin, güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...

Mesela gökkuşağı senin olacak.
ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.

Mesela
turuncuya, yada pembeye..
Ya da cennete ait olacaksın.

Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...
--spoiler--

(bkz: can yücel)
(#1584744)*
gidersen yıkılır bu kent..
kuşlar da gider..