bugün

entry'ler (1128)

ben bu yazıyı kendime yazdım

sırf şuraya yazabilmek için onca zamandan sonra geldim.

nerden başlasam pek bilmiyorum. özünde işsizim. evet birçok insan gibi. evet birçok insanla aynı durumdayım. ama herkesin üzüntüsü kendine özgü. benimki de öyle. o yüzden "üzülme geçer bu zamanlar, ben de öyleydim bak, herkes aynı be canım" gibi laflar içinde kalsın insanların.

Hak etmiyorum. etmiyoruz. 23 yaşımda dünyayı yerinden oynatabilecek cesareti ve inancı kendimde bulabiliyorken bu psikolojide bırakılmak zorunda olmayı hak etmiyorum. etmiyoruz.

benden beklenen çalışmaya karşılık teklif edilen ücreti hak etmiyorum. başka bir öğretmenin branş dersini bana vermeye çalışıp, tek maaşa 2 öğretmen çalıştırmaya çalışan düzenin, eğitimin ve dahi okulun ben ta amına koyayım. tüccarsınız hepiniz eğitimci değil.

hak ettiğimi almak için reddettiğim tekliflere bakıp da beni burnu havada olmakla yargılayan insanların da ben aklını sikeyim. kusura bakmayın öğretmen ağzımla küfrediyorum ama...

ev-okul arasında kütük gibi gidip gelmedim. okudum. alanım dışında, ideolojim dışında okumaya çalıştım. 5 yılımı akademiden daha çok şey öğrendiğim bir topluluğa verdim. başka şehirlere gittim, hiç karşılaşamayacağım insanlarla tanıştım. ankara merkezdeki apartman dairesinden çıkıp diyarbakır, maribor, tokat'taki adamın hayatını algılamaya çalıştım. derslerde adı geçen, etkinliklerinizde kullanabilirsiniz denen sanatçıları yüzeysel değil, gerçekten incelemeye çalıştım. küçük kara balık'ı okudum. çok sevdim. ben de okumak istedim, sevenler çıkacaktır diye..

bütün bunları sertifika toplayan öğretmen mantığıyla değil, beni mutlu ettiği için yaptım. büyüdüğümü, dünyada ne kadar küçük ve önemli olduğumu hissettirdiği için yaptım. içim büyüdü. daha büyük gözlerle baktım.

23 yaşındayım. biliyorum ki elbet bir gün iş bulurum. belki yarın belki yarından da yakın. üzüldüğüm bu değil. ne yana gitsem kapana kısılmış gibiyim. ya istemeyerek o yemeği yiyiyoruz ya da aç kalıp yapacağımız yemeğin mükemmel olacağını umut ederek bekliyoruz.

yapacağım bir yemek var. tarifi bilmiyorum. herkes içinden geldiği gibi yapıyor. ne kadar süre pişmesi gerekir bilmiyorum. içine neler koymalıyım bilmiyorum. elim lezzetli bundan eminim. başka da bildiğim bir şey yok..

geriliyorum çünkü yemeğe davetli başkaları da var. ülke kültürü, bağımlı aile yapısı. biz sana malzemeni verelim, tarifi söyleyelim ama sen kendi elinle yap yine yemeğini* ailesi. hal böyleyken birçok şeyi aynı anda düşünüyor işin içinden çıkamıyorsunuz.

ben sadece kendi maaşım olsun istedim. kendi başıma yetebileyim istedim. bu ülkede özge öğretmen olarak değer görebileceğimi umdum. korkarım ki ummaya da devam edeceğim.

ama siz yine de tereddüt etmeyin arkadaşlar. bir bayan için en iyi meslek öğretmenlik değil mi ya, yarım gün çalışırsın.. hele bir de sabahçı ise akşam eve gelir yemeğini yaparsın temizliğini yaparsın çocuğuna bakarsın. 3 ay tatilin var. bir de okul öncesi öğretmeniyseniz miss. küçük çocuklar iki oyun oynatırsınız, kağıt verirsiniz boyarlar fln..

sonra o çocuklar da ülkenin amına koyar. ama bir bayan için en iyisi öğretmenlik...

ben bu yazıyı kendime yazdım

insanlar çok acımasız dimi, uzaktakilerin tırmalamaya çalışması çok acıtmıyor da böyle yakınından bir laf yetiyor gibi.
hani onlar kendi doğrularını kendi tavsiyelerini fütursuzca veriyorlar da kendilerini tatmin ediyorlar sadece. mutsuz olduğum için bana mı öyle geliyor yoksa..

bir şeyin olmadığını, olmayacağını kabullenmek gerçekten zor. hele ki çok istiyorsan. hani durum böyleyken istiyorsun ki insanlar yorumlarını kendilerine saklasın. istiyorsun ki senin mutsuzluğuna bakıp kendilerine "iyi ki böyle şeylerim yok.." demesinler. senden dolaylı öğrenmesinler, seni öylece bıraksınlar istiyorsun yani.

bodoslama dalıp seni darmaduman etmesinler istiyorsun. bi sussunlar artık amına koyum diyorsun. bağırıyorsun da içinde kalıyor sade.

-zaten olmazdı. bak sen de kabul etmişsin. belliydi zaten olmayacağı. aferim sana.

teşekkür ederim. müthiş yorum. muazzam ego sağlaması. a bu arada kalbimin sağ kenarını sikmeyi unutmuşsunuz. orayı da bi ara hallederseniz. takım bozulmasın. kırmışken devamını getirin. ah ne demek rica ederim....

öyle güzel, öyle sakin ezip geçiyor en sevdikleriniz bile. ses çıkaramıyorsunuz. bişi diyecek olsanız, duygu sömürüsü atağıyla geri adım attırılıyorsunuz. bi siz yapamıyorsunuz amınom şu duygu sömürüsünü zaten. bi sizin aklınız ermiyor. keşke erse.

ilk golü yemenin şaşkınlığındayken hop bir ikincisi geliyor.

-sen iyice asileştin. hayır. olmayacak. ne sanıyorsun kendini böyle sağda solda hayvan sevince über hayvansever mi oldun, etrafa çok iyi bir insan imajı mı çizdiğini sanıyorsun...

böyle kalıyorsun dimi. yedi kat elden de benzer sözler duymuştun. yutkunamamıştın. şimdi de en yakınından geliyor. e ne yapam ben şimdi ya. ne diyim kendime. 22 yaşımda kişilik sorgulaması yapıyorum kendime. dikkat çekmeye çalışan, dışarıya karşı imaj satmaya çalışan, marjinal görünmeye çalışan içi boş bir ego mu olduğumu mu sorayım kendime? öyle miyim?

öf yeter be.

dayan yüreğim

diyor ki, sus otur işte geçecek. bugüne kadar kaç kere bu işin içinden çıkamam, şimdi sıçtım dedin ve bir çözüm buldun hepsine. bu da onlar gibi olur diyor. aşk olması neyi değiştirir diyor. sen aşıksın da o sikine bile takmıyor, otur oturduğun yerde ağla zırla ama sus günün birinde diyor. ezberin kuvvetli, bunu da ezberlersin beynine kazırsın, günün birinde hatırlamayı unutursun diyor. sık azıcık dişini diyor. oof.

sözlük yazarlarının itirafları

http://www.youtube.com/watch?v=5781wY_eX4M

sürekli dengeyi bulma çabası çok zor.
çok zor alışmak. gideceğini bile bile alışmak çok zor.

yemek olsaydı keşke hayat. açlıktan geberseydik. yedikçe doysaydık. en sevdiğimiz yemeği bile getirseler burun kıvırabilme duygusuna sahip olurduk.
doymak istiyorum. yoksa gidemem burdan. gidemem ondan.

3 ayda nasıl olur tüm bunlar ? nasıl hafızama kazırım, sıradanlaştırırım bu sokakları? ayaklarım nasıl beni ona götürür her defasında?
içim neden bu kadar eziliyor gitme düşüncesi aklıma geldikçe?

biliyorum. yokluğuna da alışırım. unuturum, onun yanında olmak, ona sarılmak, koklamak, gülümsemesinin tadını almak.. unuturum hepsini.
insan sevebiliyorsa bir şeyi, sevmeyebilir de zamanla. doğada her şey zıttıyla varsa eğer, sevmem ben de. geçer zamanla.

yazma. yazınca bekliyor insan..
yazmam ben de. yazmaz o da. beklemeyiz birbirimiz. birbirimizin üzerine ipotek koyamayız ya. bekleyemeyiz o halde.
ben seni hiç unutmıycam* derim. der. giderim. gider.

1 hafta tişörtünü koklarım. sarılırım. benim kokumla karışır kokusu. zamanla kaybolur. unuturum varlığını. teninin sıcaklığını. unutur.

biraz koyar. canım çok acır. ama biter. biter.

sözlük yazarlarının itirafları

kısa dönem askerliğimin başlamasına son bir gün kaldı.
bu son yazım evimde.
her karesine çabucak alıştığım evimde son gecem bu.
şimdi otobüs gelir. biner giderim.

hayat çok garip. bu garipliğe alışamamak, sürekli dengeyi bulma çabası ise çok yorucu. eskiden bu kadar yorulmazdım. yormazdı beni insanlar. 21 yaşında hayatın en büyük darbesini yemiş biri gibi konuşmak çok uzak olduğum bir durumdu. bu klişeyi yaşadığım için inanılmaz güzelim.

sürekli planlar yapmak, hayaller kurmak... ekmek gibi su gibi. böyle hava gibi. tanrı bir nefes almayı yaratmış bir de hayal kurmayı. ben hepsini çok sevdim. ekmeği de suyu da hayalleri de. insanları sevdim. gerçekten. bunu büyük bir iş başarmış gibi söylemiyorum ya da gururlanmak için anlatmıyorum. ben üşengeç adamım. tembelimdir de. her yere gecikirim. bilerek değil. ben zamanda ağır akıyorum. hal böyleyken büyük işleri başarmak çalışkanlara düşüyordu. basit olan sevmekti. ben de öyle yaptım. çok sevdim.

arkadaşlarımı çok sevdim. azlardı zaten. etrafında bir sürü insanın olması kalbinde de bir sürü insanın gezindiği anlamına gelmiyordu. ben içimdeki ayak izlerini çok sevdim. her birine ayrı ayrı renkler verdim. masmavi oldu. gecekondu mavisi. gerçek evimin mavisi.

sonra bir şeyler yolunda gitmedi.
zülüflü sokak 11 numara. her sene duvarları boyardı annem. bahçe duvarlarını... bir sene yeşile boyadı. hiç sevmedim bahçeyi.
biri geldi hayatımı yeşile boyadı. kim, neden bilmiyorum. öyle olması gerekiyormuş. herkes öyle dedi.
açıklaması olmayan ya da açıklaması can yakan olaylar için kullanılan en güzel cümleydi o. öyle olması gerekiyormuş** öyle de oldu nitekim.

olanları geri almak gibi bir isteğim yok. canımın acısı geçer elbet. geçene kadar beklerim. acelem yok. dedim ya tembel adamım ben.

her şeye gecikirim. yerlere olduğu kadar insanlara da... bu kısım sana ait. http://www.youtube.com/watch?v=26-wNEDBgnQ bu şarkı da senin.
ben düşündüm ki insanlar birbirlerini görür. gülümsemelerden, gözlerden, nefes alıp vermelerinin ritminden.
ben, beni gör istedim.
istediğim tek şey anlaşılmaktı. biri beni anlasındı tek derdim. içimdeki hüznü görebilen biri. ben anlatmadan gören. farklı sevebileceğim, başımı göğsüne koyup nefes alıp verişini dinleyerek mutlu olabileceğim biri. o kişi ol istedim. içindeki o kara deliğini görebildiğimi anla istedim. gözyaşlarımızın tadı aynıydı. belki bir dois değildi ama bu tadı da seversin sanmıştım. fazla sanrılarım varmış. sevgilin olduğunu öğrendiğimde anladım. elimden bişi gelmiyor nitekim ben duyguli bir hamsiyim. dediğim gibi kelimelere,duygulara fazla anlam yüklemem belki bundan. özür dilerim. tivitlerin bana sandım. şarkılarında yerim var sandım. bir başkasına yapılan güzellikleri çaldım. özür dilerim tekrar. bütün bunları yüzüne söyleyemem ama. içimde de tutamam. direnişin benim için yeri ayrıydı. arka bahçedeki o bank gibi, üçümüzün oturduğu senin saçlarımla oynadığın o bank gibiydi. içimde tutamam bunları. haddinden fazla duygu taşıyor cümlelerim içimde. kaldıramıyorum. sana sarılmamayı kaldıramıyorum. sıradan birymişsin gibi hmm meraba* demeyi de kaldıramıyorum. o yüzden bil istedim. yaptığım ibnelik biliyorum. üstüne yıkıyorum cümlelerimi. ama sen de insaf et anna.
" içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler, sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var. " bütün bunları taşımak istemedim daha fazla.

ve berkant. bu kısım da senin. bütün olanlardan sonra söyleyememiştim. ben skype konuşmalarını çok özlemiştim aslında. bugün seni göremedim evet ama skype olunca bana da çağrı atın olur mu? ayrıca seni çok seviyorum. yüzüne söyleyemem biliyorsun. varlığım varlığına armağan olsun.

şimdi otobüs gelir. biner giderim.
gitmeden önce
http://www.youtube.com/watch?v=cxmTRmKt_6Y

gitmeden önce

yoldan geçen adam'dan sonra irem candar'ın tekrar yüreğimizi ezerek geçişidir.

gecenin şarkısı

http://www.youtube.com/watch?v=26-wNEDBgnQ
tori amos- take me with you

take me with you

tori amos'un gönlümüzün diliyle seslendiği şarkısı.
böyle denizin dibinde gezer gibi söylediği...
böyle içinizi kanatarak geçer gibi söylediği...

http://www.youtube.com/watch?v=26-wNEDBgnQ

sözlük yazarlarının itirafları

abim boşver o kadın sürtük.

kabil

jose saramago'nun özünde basit ama sormaya çekinilen sorularla tanrıyı sıkıştırdığı, ironik romanıdır. okumadan geçmemeli.

ben bu yazıyı kendime yazdım

nefret ediyorum tüm mavilerden
gecekondulardan
annelerden
yavru kedilerden
ailelerden
bağlılıklardan
uzaklardan
iyi niyetlerden
annelerden annelerden annelerden annelerden anne yeter artık.

ben bu yazıyı kendime yazdım

insan birini sevmeden nasıl yaşar?

biz çok yorulmuşuz. üzülmeye, ağlamaya, çözümler düşünmeye, anneme... hepsine yorulmuşuz.
insan sevdiğine nasıl uzak kalır? hem özleyip hem ondan uzak kalmayı nasıl isteyebilir? annem nasıl evrildi böyle içimde?
sorular sormaktan sıkıldım artık. bulamıyorum çünkü tek bir cevap bile. vicdanımı rahat ettirecek tek kelime bilmiyorum, yok sözlüklerde.

annem benim kalbimde bir nasır. her gün büyüyen bir nasır. sanıyorum ki her defasında acımaz artık içim, sızlamaz kalbim. ama her defasında şaşırtıyor annem beni.
ben çok yoruldum vicdanımın sızlamalarına kulak tıkamaktan. yapamıyorum çünkü. ağzımdan çıkan o kapkara cümleler anneme çarparken, boyarken onun yüzünü ölüyorum ben. canı yansın istiyorum en az benim kadar. bunu düşündüğüm için nefret ediyorum kendimden. içim soğumuyor bir türlü..

seni hayatım boyunca affetmiycem dedim ona.
şimdi yineledim bu sözümü başka bir olayla.
ben onların çocuğuyum, annemin olduğu kadar babam da kızıyım. nasıl babamın bana zarar vermek isteyebileceğini düşünür? o arabadan çıkamasaydı diye nasıl dileklerde bulunur? bu nasıl bir kin nefrettir? ben anlamıyorum almıyor kafam. böyle bir sevgisizlik görmedim ki ben.

yedi kat el, iyi misin diye sorarken annem nasıl gönül rahatlığıyla uyur ve bir kez bile sormaz nasıl oldu, bir şeyin yok dimi? diye...
bu zamana kadar geçirdiğim en berbat andı, ben kimseyi kaybetmedim ölüm bana uzak, bilmem nasıl bir dünya..
oysa o gün yanımdaydı, babamdaydı eli.. babam benim hayatım. hayatımıza dokundu elleri.
baba iyi misin diye sorarken ezbere çıktı kelimeler ağzımdan. saçma olduğunu biliyordum çünkü, bişi olmazdı babama. olamazdı.

hal böyleyken annem, annem nasıl olur da donuk gözlerle bakar bütün olanlara?
bu nasıl bir nasır acır her defasında. yeter artık dayanamıyorum. anneme dayanamıyorum. bu cümleyi kurabilmeme dayanamıyorum.

ben soğuk birisi değilim olamadım. olmak da istemedim. bazen anne-baba-kardeş fazla mı kutsallaştırılıyor diye düşünürüm. kan bağı diyor kimisi, buna hiç inanmadım. ne peki öyleyse beni bu kadar bağlayan? 21 yıllık bir hayat mı? göz aşinalığı, alışkanlık ? ? ?
biliyorum hiçbiri değil. sebebi benim. 21 yıllık bir özge. sebebi benim yani, 21 yıldır bitmek bilmeyen, her geçen saniye benimle birlikte büyüyen sevgi..

herkese bıkmadan düşünmeden karşılık beklemeden sundum kendimi, içimdekileri. karşılık da aldım herkesten, kimi sevgisini verdi kimi hiçliğini, kimi nahoş duygularını. bütün karşılıklarımı da sevdim yeniden. beni ben yaptılar çünkü, yürüdüğüm yollara taş oldular. kimi pürüzlüydü kimi dümdüz. ki zaten bi karşılık da istememişken kimseden kısa günün karıydı her biri benim için. ondan sevdim işte.

anneme bıkmadan düşünmeden karşılık beklemeden sundum sevgimi. sunduk. fatma da babam da.. sırf anne veya eş olduğu için değil. meryem olduğu için. bizim yanımızda olduğu için. yüzünü görebildiğimiz sesini duyabildiğimiz için, varlığı için işte. ama anne neden sevmiyorsun ki bizi? küçük kızın olarak soruyorum "biz sana kötü bişi yapmadık neden böyle davranıyorsun bize?" canımızı yakma nolur daha fazla, senden nefret edemem bekleme benden bunu eğer istediğin buysa. sen bizi zerre düşünmezken aynısını bizden bekleme, yapamıyoruz işte, yapamıyorum. bir gün bırakıp gidiceksiniz ve ben bunları hatırlamak istemiyorum. ama anılarımda seninle mutlu zamanlarımız hiç kalmadı, hatırlamıyorum. senin gözlerine baktıkça, o hiçliği gördükçe yiyorsun bendeki mutlu anılarını. zaten çok azlar nolur, yalvarırım alma daha fazla elimden onları.

annemsin, içimde iki gıdım değerin kaldı onu da böyle şeyler söyleyerek alma benden dedim, seni bunun için de affetmiycem dedim. iki oldu üçüncüyü kaldıramam dedim. anne nolur nefretini kusma bize, biz senin aileniz, ben kızın özge işte seni sevmekten başka bişi yapmadık nolur artık dur diyemedim. fatmanın her defasında annemin beni sevmediğini biliyorum bari yapmacık davranmasın, demesini duymak istemiyorum. onun üzülmesine katlanamıyorum, onu teselli edicek bir cümlem yok, olur mu öyle şey saçmalama o senin annen seni nasıl sevmez bunu nasıl düşünürsün* diyemiyorum.

şöyle sakin, huzurlu, mutlu olduğumuzu hatırlamıyorum. biz ne zaman o eve taşındık hepsi geride kaldı... dedi fatma. aylar önce ben de aynı cümleyi kurmuştum...
mutluluğumuzu o mavi boyalı evin duvarlarına gömdük demiştim. bu yüzden hep maviyi sevdim. mavi benim annemdi. koşulsuz mutluluğumuzdu. o ev bizim olan son şeymiş."biz" olmayı o evden taşınırken bırakmışız...
anne bizi niye terk ettin?

ben bu yazıyı kendime yazdım

böyle bir soru sormamak için her şeyi yaparım.

durdum. oh dedim daha kötü olabilirdik. birine de çarpmadık. durdum. bir saniyelik düşünceler sanki yıllardır beynimden geçiyormuş gibi durdum.

sanatlı cümle kurma sevdam kendini o an da belli etti.
-baba, bir şeyinin olmadığını söyle!

nasıl bir ses tonuydu hatırlamıyorum. kalbim delicesine çarpmıyordu biliyorum. korkuyordum. tedirgin bir korku. bir şekilde cevap istiyordum. iyiyim ya da kötüyüm. sesini duymaktı isteğim o an.

+iyiyim. sen iyi misin?

olabilecek cevapların en güzeliydi. düz, vurgusuz, olabildiğine soğuk ama canlı, hayatta.

-ben de iyiyim, hadi çıkalım.

camlar elimi kesmesin diye dikkat ettim, çıktık. babama baktım, bana baktı, güldük. en iyi bildiğimiz şeyi yaptık. birbirimize sarılmaktan ziyade birbirimize bakıp gülmek bizi rahatlatabilecek tek şeydi.

türk insanı, yardım sever ve evet gerçekten iyilik sever. onlarca insan, teşekkür ederimler, sağolunlar, iyiyizler... bitmek bilmeyen bir yalnız kalma ve eve gitme çabası daha doğrusu isteği.

bugün babama demiştim ki, bak ben olmasaydım sana kim yol arkadaşı olucaktı? nası eğleniyoruuz baksanaaa!!!
güzel yol arkadaşlarıyız biz babamla.
yolda alakabak arayan, durup yemek yemekten zevk alan, patlamış mısır, meyve yiyen, aynı anda su içen, radyonun sesini açıp-kısan..
birbirine gülen insanlarız.

bugün her şey olup bittikten sonra eve geldiğimizde birbirimize tekrar bakıp gülebildiğimiz için çok mutluyum.

ve böyle bir soğuk kanlılığı tekrar yaşamamak için elimden geleni yaparım.

sözlük yazarlarının itirafları

hayatımın en mutlu günündeyim sanırım.
ve bu sefer fark ettim ki hayat çok garip. inanılmaz bi mizahı var.
daha bir hafta öncesine, saatlerce araştırmasını yaptığım şey, beni alt üst eden şey.
oha cümle kuramıyorum. hiç susmayan, konuşmaktan büyük haz alan ben, konuşamıyorum.
TEYZE OLUYORUUUM SÖZLÜÜK !!!!!!
oha. çok güzel. yaof çooook güzel.

ben bu yazıyı kendime yazdım

iyi bok yedin.
hiçbir şey değilse bile bu gerilim seni öldürücek.
birinin seni rahatlatmasına çok ihtiyacın var ama gıkını çıkaramıyorsun. çıkaramazsın ki.
sayılı gün hani çabuk geçiyordu?
oy.
beklemek zor. korkuyla beklemek karın ağrısı. dinsin artık nolur.

edit: oh lan. bir karın ağrısına bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi.

ahmet şahbaz

katil olduğunu kimse unutmayacak !
çünkü sen halk tarafından mahkum edildin ahmet şahbaz !

ümit gültekin

hadsiz ve terbiyesiz üslubu ile ankara üniversitesini yıldıran, yüksek lisansını aldığı eğitim bilimleri fakültesi için "eğitimden adam çıkmaz zaten, eğitimci olduğunuz belli..." ifadelerini fakülte öğrencilerine kullanan, fuzuli kişiliktir.

ben bu yazıyı kendime yazdım

allah benim belamı versin de kurtulalım hepimiz.
ben öyle büyük şeyler bekleyen bi adam değilim.
biri bana dese ki özge al taş, senin için buldum. ben sevincimden ölürüm.
biri bana dese ki gel sana bi sarılıyım. ben başka bişi istemem.
öyle büyük beklentilerim de yoktu insanlardan.
omuzlarına yaslanıp uyumaktı tek isteğim.
acıkmışsındır bak sana çubuk kraker aldım deseler benim için yeterdi.
ama ben ne yaptım ki bütün bunların hepsi kocaman istekler oldu çıktı anlamadım.
kendime bir dost seçiyim dedim, ağzıma sıçtı gitti.
birini seviyim dedim, hık dedi pık dedi bacımsın dedi.

dünyadaki en saçma insanlar bile güvenebilcek birilerini bulmuşken, birinin elinden tutup destek alarak yürürken ben niye karabatak oldum böyle. ben kimin tavuğuna kışt dedim.
ben bu kadar mı kötü biriydim?

şimdi daha güzel anladım ki, bu zamana kadar yaptığım en iyi şey burdan gitme kararıymış. 5-6 ay farketmez. çekip gidicek olmak en iyisiymiş.
ne diyim
turnam gidersen mardine turnam yare selam söyle.

ben bu yazıyı kendime yazdım

ben bu kadar abartmış olamam.ben bu kadar abartmış olamam. ben bu kadar abartmış olamam. ben bu kadar abartmış olamam. ben bu kadar abartmış olamam. noluur biri bişi söylesin, ben bu kadar abartmış olamam. biri desin ki özge kim olsa öyle anlardı, sen kendi kendine hayallere dalmadın. biri desin ki senin bi hatan yok. biri desin nolur. ben bu kkadar abartmış olamam. ben bu kadar abartmış olamam. lütfen, yalvarırım biri bişi söylesin. böyle güzel ağzıma sıçılmadı daha önce. nasıl davranılır bilmiyorum. ne denir, nasıl düşünülür bilmiyorum. lütfen, ben, ben bu kadar abartmış olamam. nolur biri bişi söylesin.

çütik

üniversite bünyesinde bulunan tek tiyatro topluluğudur.
üye alımlarında ismini yazdıran herkesten belli bir miktar üyelik ücreti alırlar ki 800 başvuru aldıklarını söylemektedirler.
topluluktan çıkmak isteyenlere giriş ücretleri iade edilmez. üyelerden her ay aidat toplanır.
bütçelerinin maşallahı vardır. hele ki düzenledikleri tiyatro festivalinin de ücretli olduğunu hesaba katarsak...

adlarını duyurmak istedikleri belli. fakat yanlış yöntemi seçmişler gibi görünüyor. sert durarak, kıla tüye eleştiri yaparak istediklerini pek elde edemeyecek gibiler. bir insanın hele ki tiyatroyla ilgilenen bir insanın düşmemesi gereken en büyük hataya düşmüş, " biz olduk" tavırlarına bürünmüşlerdir. sanırlar ki kendi yorumları en iyidir. dramaturgi raporu bir onlarda sağlamdır.

haklarını yememek lazım, araştırmalarını belli ki derin yapıyorlar. fakat şunu da bir türlü anlamıyorlar, derine indikçe büyük resmi kaçırıp detaylarda boğuluyorlar. detayları birleştirip genel bir çerçeveye varamıyorlar...

festivallerine gelen ekiplerin oyunlarını en önce kağıt kalem not tutarak izlemekten ve oyun bittikten sonra kendi içlerinde toplanıp "oyuna nasıl giydirebiliriz, gelen ekibi nasıl sıkıştırabiliriz" diye düşünmekten de vazgeçmeliler. kabalıktan öteye geçemiyorlar zira.

eleştirel yaklaşımlarını beğenmekle beraber üsluplarını değiştirmelerini öneririm.