bugün

bir aşk hikayesi

Cuma günü sabahıydı ve yine aşağıya iniyordum. Bir baktım eda benden önce inmiş bile aşağıya. Bu sefer ben ona doğru gidecektim. Artık biraz da olsa eşekliği bırakmam gerektiğinin farkındaydım. Günaydın dedim. Karşılık verdi ve kolumu sordu yine. iyiyim ya falan dedim. Biraz dinlenmem gerekiyormuş işte dedim. Buna ismiyle hitap edince bu şaşırdı. Biz tanışmışmıydık ya dedi. Ben gülerek alçıdaki ismi gösterdim ve kendi ismimi söyledim ona. En sonunda tanışma faslını geçmiştik. sendeki benim numaram değil dedim, benim kullandığım numarayı verdim buna.

Ertesi gün bi mesaj: işin yoksa bugun gezelim mi ya diyordu mesajda. Allahım bu nasıl bişey. Daha ne isteyebilirdimki. Dersane falan vardı ama pek sikimde değildi zaten normalde de. Bu daha ben mesajına karşılık veremeden anında ikinci mesajı da yolladı. Onda da; ya pardon senin dinlenmen gerekiyordu, unutmuşum ben. iyileşince gezeriz demiş. Ben hemen aradım edayı, yok dedim benim de çok canım sıkılıyor evde benim içinde iyi olur dedim. Bu ben öyle deyince tamam o zaman dedi mutlu bir şekilde ve bir saat sonra, aşağıda buluşalım dedi ve kapattı. Hemen hazırlandım ben tabi 10-15 dk da. 45 dakkanın geçmesini bekliyordum artık. 45, 40, 30,15, en sonunda indim aşağıya.

Edayı ilk defa okul üniformasından farklı bir kıyafetle görüyordum. Bu ne güzellik. Kapşonu tüylü olanlardan bir mont giymiş. O kadar güzel duruyorki yüzü onun içerisinde. Saçlarının rengi ile karışmış adeta o tüyler ve uyum içerisinde. Siyah bir pantolon ve aynı renkte bir çizme. ikimizde birbirimize doğru yürüyoruz ve ortada buluştuk. Merhabalaştık ve ne yapalım dedim ben edaya. nereye gitmek istersin. bu bana sen fazla yorulma, doktor dinlen demiş zaten, çok uzak bi yerlere gitmesek daha iyi olur dedi. Hem çok vaktim de yok, annemin yanına gitmem lazım falan dedi. Atakuleye gidelimmi dedi. Ordan ankarayı seyretmesi çok güzel hem dedi. Peki dedim ve bir otobüse binip gittik. (Şimdi fakir piç diyecekler ama otobüs vızır vızır geçiyor, ha taksiye binmişsin ha otobüse, 5 dk lık yol zati)

Gittik atakuleye, bi atari salonuna uğradık önce alt kattaki. Hehe şaka lan amk. Çıktık yukarı, bu evini bulmaya falan çalışıyor, zıpır zıpır yerinde duramıyor adeta, çok tatlı yani. Biraz takıldık işte sonra bu beni kırmayıp geldiğin için çok sağol falan dedi. O ara annesi aradı. Buna kızdı besbelli, kız sessiz sessiz konuşuyor. Sonra bana, benim gitmem lazım dedi. daha 1 saat anca olmuştu. Ya biraz daha duramazmısın dedim. Bu düşündü biraz peki dedi. Gittik bi cafeye oturduk ama bunun morali bozuldu belli. Annenden habersizmi çıktın niye kızdı dedim. Bu başladı anlatmaya. Annesi ile babası ayrılmışlar. Annesi babasını aldatmış falan. Şimdi başka bi adamla evlenmiş. Bu babasında kalıyormuş ama hafta sonları annesinin yanına gidiyormuş işte. Baya kötü oldu anlatırken, bende daha fazla soru sormadım. Annesi balgatta oturuyormuş oraya gidecekmiş. Dur bende geliyim dedim. Yok falan dedi ama dinlemedim. Yol boyu yine konuştuk birbirimizi tanıdık işte. Annesinin evinin oraya gittik ve orda vedalaştık. Vedalaşırken, adeta ne o gitmek istiyordu ne de ben. Orada anladım işte, eda da benden hoşlanıyordu. Öptü beni yanağımdan ve ayrıldık. O an dünyanın en mutlu insanı bendim galiba.

Eda özel bi lisede okuyordu ve dersaneye gitme ihtiyacı hissetmemişti. O yüzden hafta sonları boştu. Benim içinse öss stresi neredeyse yok gibiydi zaten. O hayatımda yokken de pek fazla silkemiyordum okulu, dersaneyi, dersi falan. Kız annesini her şeye rağmen seviyordu fakat onun yanına gitmeyi pek istemiyodu çünkü annesinin kocasına çok büyük bir öfke ve nefret duyuyordu. Bu da annesinin yanına gitmek istememesine sebep oluyordu.
Hafta sonları kimi zaman annesine ders çalışmam gerek bahanesi ile gitmiyor ve bütün gün birlikte geziyorduk. Yine bir gün birlikteyken, edaya olan hislerimi açıkça söyledim. Bu güldü ilk önce. Tamam dedim kusura bakma, hata ettim söylemekle dedim. Bu ben öyle deyince sustu, ama gülmemek için zor tutuyor kendini. Sinirlendim bi anda ve kalktım masadan tam çıkıyorum arkadan seslendi bana. Dur dedi, ne yapıyorsun, ben de seni seviyorum, salak dedi.

Acaba diyorum hala benimle dalgamı geçiyor. Bu tuttu elimi ama hiç konuşmuyor. Bende konuşmadım. Yaklaşık yarım saat tek kelime etmeden, ellerimiz birbirine, gözlerimiz birbirine kenetlendi.

Sessizliği yine ben bozdum, dayanamadım. Hadi sinemaya gidelim dedim ne alakaysa. Gittik bi sinemaya, tam 5 dk sonra başlayacak bi film vardı. Maksat zaten film izlemek değilya, sırf laf olsun diye söylemiştim. Film van helsing mi neydi, vampir filmi. Bu bi korkuyor ama filmde. Kolumu kıracak sanki tekrar nasıl sıkıyor. Film ara verdi, bu bana sende anca böyle film seçersin dedi. Benim şarteller attı. Hadi gidiyoz dedim. Ya şaka yaptım dedi. Dinlemedim ben çıktık. Yolda başladı ağlamaya. dayanamadım sildim göz yaşlarını. Bu nasıl ağlıyor ama. Seni seviyorum ben diyor. Sadece şaka yapmak istemiştim, cafede gülmemin sebebi ise mutluluktandı dedi. Nasıl utandım kendimden. Ama nerden anlayabilirdimki yani bende.

ilk defa el ele tutuşarak yürüyorduk. o anki hissettiklerim tarif edilemez. En son evinin önüne geldiğimizde, çok mutlu olduğunu söyledi, beni öptü ve bana bakarak geri geri girdi apartmanlarına.
Her liseli gibi mesajlaşma ve arama trafiği son sürat başlamıştı artık. Ben sevmem öyle şeyleri, hani yanımda olsun, saatlerce birbirimize bakalım konuşmadan eyvallah. Ama yok ne yedin, yok ders çalıştın mı, yok bugün kendime şunu aldım bunlar içimi daraltan şeylerdi.

Sürekli bana ders çalışmam gerektiği hakkında telkinlerde bulunuyordu. Hayaller kuruyorduk, aynı üniversitede okuyacaktık. Farklı bi şehir yazacak ve birlikte yaşayacaktık. Çok güzel yemek yaparım ben, sen sadece derslerine çalışırsın, benim gibi ev arkadaşı bulamazsın der dururdu. Hep hayal ettim ben de, hiç çalışmadım ders mers...