bugün
- hayatınız boyunca sizi en derinden yaralayan olay16
- şöyle hanım hanımcık öğretmen bir kız bulamamak17
- allah yerine hızır'dan yardım istemek10
- erkek çocuk için isim önerileri13
- ali koç'un jose mourinho ile anlaşması11
- fenerbahçe neden şampiyon olamıyor10
- bebeği gibi seven incitmeyen değer veren erkek32
- keki kabarmayan sözlük kızı22
- hayatta kalmak için cebinde köpek maması taşı9
- 6 mayıs 2024 konyaspor fenerbahçe maçı28
- anın görüntüsü11
- düşün ki o bunu okuyor17
- galatasaray13
- akp'nin galatasaray'ı destekleme nedeni19
- deniz gezmiş16
- hayvancılık destekleneceğine neden ithalat11
- kocaeli de fabrikada yaşanan cinsel grup seks19
- icardi'nin burnuna kafa atacak olmam13
- en yaşlı özelliğiniz11
- durduk yere tribe giren erkek18
- bik bik'in 18 saat 30 dakikadır sözlüğe girmemesi11
- iğrenç bir his tarif et25
- çağ dışı teknolojilere özlem duymak9
- beybi leydi13
- allah ile tanrının farkı var mı9
- 5 mayıs 2024 galatasaray sivasspor maçı19
- icardi190510
- sözlük yazarlarına gelen son mesaj17
- nervio13
- bir türlü ısınmayan ayaklar11
- eksi ruyaları sözlük heyetinden istemek23
- türkiye toplumunun ahlaksızlığa pratik zeka demesi13
- uludağ sözlüğe nasıl düştünüz12
- sözlük kızlarının saç rengi18
- bülent uygun10
- hakim ziyech11
- eksi ruyalar ile yakaladığımız müthiş uyum21
- 170 iq üstü sözlük yazarları veritabanı18
- bebeği gibi seven incitmeyen değer veren kadın10
- budweiser14
- kızların tipe bakmadığı gerçeği29
- bir kadın nasıl tavlanır19
- bir gavatın soyadını nick yapmak10
- mert hakan yandaş13
- nude istemeyen erkek9
- dursun özbek gibi olsam utanırım8
nasıl diyor siz.. heh spoiler (dizi hakkında bilgi) içerir. sonra, "spoiler ibaresi koymadın" diye suçlanmak istemem.
herkesin farklı olabilir ancak benim bir diziyi sevme konusunda iki sebebim var; ya da
şöyle söylemek lazım: bir dizinin sevilmesi için o dizide iki şart ararım. bunlardan bir tanesi olsa da yeterlidir; ki zaten ikisi birden olursa saçma durur. neyse;
birinci sebep dizinin gerçeküstü bir konuya sahip olması. buna çokça örnek verilebilir özellikle yakın dönem dizilerinden. lost, carnivale. bu iki diziden ilki olan lost gerçeküstü bir konuyu bilimsellikle de harmanlayarak ortaya müthiş bir konu ve seyrine doyum olmaz bir dizi çıkartmıştır. carnivale ise (ki şahsım için tüm diziler içinde bambaşka bir yere sahiptir) tüm gnostik incillerden harmanlanan konusunu 20. yüzyıl amerikası'ndaki büyük buhran dönemine taşıyıp bizi prophetlere, sophialara boğarak, üstüne de gayet güzel özel efektler kondurarak kısa bir dinler tarihi turuna çıkartmış, ardından da kendisi sadece 2 sezonla hayatımızdan çıkmıştır. bu ilk kriterin en güzel örnekleri olan iki dizide ortak nokta konudaki gerçeküstücülük, bilimsellik/din ve özel efektlerdir. bunlar etkileyicidir.
ikinci sebpse; bir dizinin konusunun tamamen hayatın ta kendisinden, ta içinden gelmesidir. buna verilecek en güzel örnekse six feet under'dır. hele hele ölüm gibi en aymaz konuyu alıp, evirip çevirip öyle bir şekilde düşünmenizi sağlar ki izlerken hem zırıl zırıl ağlar hem de tepine tepine gülersiniz.
işte breaking bad de bu ikinci kategoriden, yani hayatın ta içinden gelen konusuyla ve bu konuyu ota boka sardırmadan, karakterlerin hakkını çalmadan işlemesiyle sevilen, daha doğrusu kendini sevdiren bir dizi.
konu kimi zaman aksar gibi olmuyor mu, elbette oluyor ama bu oluşlar es geçilebilecek kadar küçük ve rahatsız edici değiller esasen. bir kimya öğretmeninin kanser olduğunu öğrenmesiyle birlikte ölümünün ardından ailesine para bırakma çabası hem gerçeküstü hem de duygusal bir ortam yaratmada (hele hele bizim gibi aşırı duygusal olduğunu iddia eden bir toplumda oldukça ilgi çekici zaten) oldukça başarılı. konu buradan çıkıp inanılmaz yerlere uzanıyor. ve dizinin senaristleri de özellikle ikinci sezon için kocaman bir övgüyü, alkışı hak ediyorlar kanımca.
ikinci sezonun açılış sahnesinden itibaren gösterilen havuzdaki bir gözü çıkmış oyuncak ayının ne olduğunu sezon sonundaki on üçüncü bölüme kadar anlamıyoruz. bu oyuncak ayıyı hep waltla ya da ailesiyle bağdaştırıyoruz ama esasen durumun böyle olmadığını sezon finalinin final sahnesinde kavrayabiliyoruz. ve bu durum da biz diziyi izleyenlere ya da diziden "aman efenim uyuşturucu kullanımını özendiriyor bu" diye bahsedenlere olayın öyle olmadığını anlatacak kadar şok edici bir biçimde gösteriliyor. bir kişinin sırf kanser olduğu için uyuşturucu üretmeye başlaması gibi basite indirgenebilecek bir olayın kelebek etkisi gibi bir etkiyle nelere sebebiyet verebileceğinin en büyük göstergesidir ikinci sezonun kapanış sahnesi. üstelik koca bir sezon boyunca o kelebek etkisi gözümüze gözümüze sokulurken biz onun farkına bile varamıyoruz.
neyse; 2010 mart ayında 3. sezonu başlayacak, sabırsızlıkla bekliyoruz.
herkesin farklı olabilir ancak benim bir diziyi sevme konusunda iki sebebim var; ya da
şöyle söylemek lazım: bir dizinin sevilmesi için o dizide iki şart ararım. bunlardan bir tanesi olsa da yeterlidir; ki zaten ikisi birden olursa saçma durur. neyse;
birinci sebep dizinin gerçeküstü bir konuya sahip olması. buna çokça örnek verilebilir özellikle yakın dönem dizilerinden. lost, carnivale. bu iki diziden ilki olan lost gerçeküstü bir konuyu bilimsellikle de harmanlayarak ortaya müthiş bir konu ve seyrine doyum olmaz bir dizi çıkartmıştır. carnivale ise (ki şahsım için tüm diziler içinde bambaşka bir yere sahiptir) tüm gnostik incillerden harmanlanan konusunu 20. yüzyıl amerikası'ndaki büyük buhran dönemine taşıyıp bizi prophetlere, sophialara boğarak, üstüne de gayet güzel özel efektler kondurarak kısa bir dinler tarihi turuna çıkartmış, ardından da kendisi sadece 2 sezonla hayatımızdan çıkmıştır. bu ilk kriterin en güzel örnekleri olan iki dizide ortak nokta konudaki gerçeküstücülük, bilimsellik/din ve özel efektlerdir. bunlar etkileyicidir.
ikinci sebpse; bir dizinin konusunun tamamen hayatın ta kendisinden, ta içinden gelmesidir. buna verilecek en güzel örnekse six feet under'dır. hele hele ölüm gibi en aymaz konuyu alıp, evirip çevirip öyle bir şekilde düşünmenizi sağlar ki izlerken hem zırıl zırıl ağlar hem de tepine tepine gülersiniz.
işte breaking bad de bu ikinci kategoriden, yani hayatın ta içinden gelen konusuyla ve bu konuyu ota boka sardırmadan, karakterlerin hakkını çalmadan işlemesiyle sevilen, daha doğrusu kendini sevdiren bir dizi.
konu kimi zaman aksar gibi olmuyor mu, elbette oluyor ama bu oluşlar es geçilebilecek kadar küçük ve rahatsız edici değiller esasen. bir kimya öğretmeninin kanser olduğunu öğrenmesiyle birlikte ölümünün ardından ailesine para bırakma çabası hem gerçeküstü hem de duygusal bir ortam yaratmada (hele hele bizim gibi aşırı duygusal olduğunu iddia eden bir toplumda oldukça ilgi çekici zaten) oldukça başarılı. konu buradan çıkıp inanılmaz yerlere uzanıyor. ve dizinin senaristleri de özellikle ikinci sezon için kocaman bir övgüyü, alkışı hak ediyorlar kanımca.
ikinci sezonun açılış sahnesinden itibaren gösterilen havuzdaki bir gözü çıkmış oyuncak ayının ne olduğunu sezon sonundaki on üçüncü bölüme kadar anlamıyoruz. bu oyuncak ayıyı hep waltla ya da ailesiyle bağdaştırıyoruz ama esasen durumun böyle olmadığını sezon finalinin final sahnesinde kavrayabiliyoruz. ve bu durum da biz diziyi izleyenlere ya da diziden "aman efenim uyuşturucu kullanımını özendiriyor bu" diye bahsedenlere olayın öyle olmadığını anlatacak kadar şok edici bir biçimde gösteriliyor. bir kişinin sırf kanser olduğu için uyuşturucu üretmeye başlaması gibi basite indirgenebilecek bir olayın kelebek etkisi gibi bir etkiyle nelere sebebiyet verebileceğinin en büyük göstergesidir ikinci sezonun kapanış sahnesi. üstelik koca bir sezon boyunca o kelebek etkisi gözümüze gözümüze sokulurken biz onun farkına bile varamıyoruz.
neyse; 2010 mart ayında 3. sezonu başlayacak, sabırsızlıkla bekliyoruz.
güncel Önemli Başlıklar