bugün
- sözlük yazarlarının boy kilo ölçüleri9
- 13 yaşındaki kıza tecavüz eden 28 kişi13
- ayetullah hamaney'in mini etekli torunu15
- piknikçi grubun varoş olduğunu anlama yolları15
- erkekler seks yapamayacağı kadınla arkadaş olmaz11
- icardi190510
- evlilik yaşı kaç olmalıdır13
- anın görüntüsü19
- doğum gününde hatırlanmamak13
- kızların mesajlara geç cevap vermesi16
- icardi1905'in sözlüğü bozması16
- bik bik için diktiğim şort17
- ismet gurbuz 202413
- 19 mayıs 2024 galatasaray fenerbahçe maçı10
- anneler günü16
- elinin değdiği anı unutamıyorum 5 posta attım16
- en dindar özelliğiniz25
- serdar ortaç renault megane benzerliği8
- zall beceremiyorsan bırak git12
- ali koç9
- yorgun mermi10
- şizofreni11
- düşün ki o bunu okuyor9
- sözlükteki feyk hesap sahipleri tespit edilecek11
- bacağa kramp girmesi10
- 2024 eurovision şarkı yarışması13
- erkeklerin sadakatsiz olması20
- türkiye den soğuma sebepleri11
- erkekler götünüze değil yaptığınız pastaya bakar15
- arkadaşlar sizce bu yüzük nasıl15
- eloande ile evlenip sözlüğü huzura kavuşturmak8
- uludağ sözlükte yazmanın hiçbir anlamı olmaması23
- fazla mastürbasyon yapan erkek9
- kimsenin okumadığı sözlükte yazar olmak11
- uludağ sözlük kapatılacak11
- 45 yaş üstü kadınların muşmulaya dönmesi10
- cami tuvaletinin paralı olması14
şeylerin 'efradını cami, ağyarını mani', yani kapsadığı, içine aldığı her şeyi ifade eden ve aynı zamanda alakası olmadığı her şeyden de uzak olduğunun hudutlarını çizen bir kalıpsal, belki sembolik anlatış birimi
meşhur, arife tarif gerekmez' sözünü aynen alıp kabul ederek şöyle bir çıkarımda bulunuyorum (biraz felsefe, derin anlam (dilbilimsel okuma) ve mantık üzerinden bakarak, görerek):
bir şeyin söylenmesi bir sebebe mebnidir. ya mesela "güneş vardır" gibi bir söz (eğer hayatında ilk defa güneş gören bir bebek veya zihinsel engelli birinden falan gelmiyorsa) kurulabilecek en saçma, abes ve fuzuli sözlerdendir. Yani hikmet'i sıfır'a yakındır. kısacası gereksizdir, ağzına kadar dolu bardağa su koymak gibidir. gözünün önündeki kocaman şeyi, biraz daha yaklaştırmaya çalışmaya benzer.
Hasılı bu sebeplerden, aynı zamanda söylenme ihtimali ve vukuu da en az bulunan sözlerdendir. buradan ters çıkarım yapacak olursak, normal olarak, söylenen sözler, aksi, muhtemel intibayı, imaları, ihtimalleri, seçenekleri eleyip, olmadığını muhataba bildirip, netice hükme (dilbilgisel) intikal ettirmektir, yani sair opsiyonları def etmektir.
buna göre, "arife tarif gerekmez" demek, çok ama çok derin, kuvvetli ve de iddialı manalar ihtiva eden bir cümle haline geliyor, daha doğrusu böyle olduğu ortaya görünüyor, ortaya çıkıyor.
demek ki bu ayın on dördü gibi görünen, ortada bir şey değil ki, boşuna söylenmek için nefes sarf edilsin, dahası bir atasözü haline gelsin.
o halde, "normalde, genellikle, çoğunlukla 'arif olmayanlar'a TARiF (TANIM) GEREKLiDiR." hükmüne varılır.
Çoğunluk içinde nispeti ve sayıları az olan, ve ender olan "arifler"den değilsek, ki ekseriyetle değiliz; o halde umumi itibarla hepimize tarif gereklidir, elzemdir.
Yani "tanımlara muhtacız, tariflere ulaşmalıyız, müracaat etmeliyiz." asırların yoğurduğu kültür ve düşünce çerçevesi içinde bunu, bir tembih ve ikaz kabilinden söylenmesi ve dinlenilmesi lüzumlu bir tavsiye olarak görmüş atalarımız ki bugün bunu biliyor, işitiyoruz. yani "benden söylemesi, tecrübelerle konuşuyoruz, dinle. yoksa çok başın ağrır, pişman olursun." demek istiyor.
tarifin tam olarak ne olup olmadığını etraflı ve teferruatlıca bahsetmeye başka bir entry'ye bırakıp naçizane bilgiler ve tecrübelerle, ve akıl yürütmeyle vardığım şu kanaatlerle sonlandırıyorum yazıyı.
tarifler, çeşit çeşittir. kalitelisi, müthişi, iyisi, kötüsü, berbadı vardır. doğrusu, yanlışı, eksik olanı, fazla olanı, tam olanı, noksan olanı vardır.
hayata, etrafa, kendimize, şeylere, her şeye, doğru tariflerle bakıp bakmamak aynı zamanda bir inanç meselesidir (doğrusuyla yanlışıyla) yani inançlarımız ile tarifler arasında birbirlerini şekillendirmede sıkı bir bağ vardır.
bundan dolayı da doğru, tam ve dakik (exact) tariflere sahip olmak, kabul edip özümsemek çok ama çok büyük ve mühim bir şeydir. bu işe ehemmiyet verip hususen önkabullerimize, tariflerimize, toplumun tariflerine ve kastedilen şeyle tarif kalıplarına, haddizatında tariflerin (kelime ve kavram olarak) iyi ve kötü ima içermesi gibi hususlara dikkat etmeli ve onların düşüncelerimizi nasıl şekillendirdiğine eğilmemiz, üzerinde düşünmemiz, münazara etmemiz gereklidir.
kavram ve tarifler bizi sürükleyip götüren kuvvetli rüzgarlar gibidirler. zihnimiz ise hafif yapraklar. bir tarif sizin kim olduğunuz, nasıl biri olduğunuza dair çok büyük oluşumlar ve kabulleri getirmiş olabilir, doğurabilir, etkide bulunabilir ve keza yeni öğrendiğiniz, yahut kabul ettiğiniz, özümsediğiniz, benimsediğiniz, kullanmaya başladığınız kabuller sizi önceden durduğunuz yerden çok uzak, bambaşka yerlere, diyarlara götürebilir.
hasılı kötü, yanlış tarif; doğru, iyi, gerçek ve güzel düşüncelerin, kabullerin, kanaatlerin, hakikate dair inançların haydut celladı gibidir. sizin kime, kimlere; neye, nerelere, hangi eksenlere, hangi düşünce merkezlerine, teslim olduğunuzu, hangi saf ve hangi cenahlara katıldığınızı belirler, gösterir.
üzerinde düşünebilmek ve fikir vermesi açısından, misal olarak şu bir kaç kavramın, farkı kültürler, toplumlar, insanlar vs. için nasıl algılanıp, iyi veya kötü olarak nasıl bir intiba ve imaya sahip olarak, bu kasıtla kullanıldığı, ve ne gibi derin manaları ihtiva ettiğini inceleyebilirsiniz.
demokrasi
insan hakları
adalet
müslüman
islamcı
yobaz
gerici
laik
muhafazakar
şeriat
insanlar çoğunlukla genellemeye ve kalıplara mahpus olarak düşünüp karar vermeye (düşünce planında hükmetmeye, kanaat sahibi olmaya) meyillidirler. kolaylarına gelir çünkü. sizi mevcut bildikleri tanım ve kalıplara sokmaya, onlar dahilinde algılayıp, bildikleri bir çerçeveye koymaya şiddetle ihtiyaç duyarlar çoğu, hele de şu "bilmiş" olanlar. çünkü bilme arzusu onlarda fevkalade şiddetlidir. bilmemenin ve hatta belki sadece 'bilmeme düşüncesi'nin verdiğin dayanılmaz ızdırap onları, her halükarda "bilir" olmaya mecbur eder, aksi takdirde ruhları bir kafeste zincirlerle sıkı sıkıya bağlanmışçasına hissederler. belki biraz, bilmediklerinden korktukları için de isterler bunu.
işte bu yüzden kalıplarla düşünmek, zihinsel işlemleri bu kalıplar malzemesiyle yapmak, yerleşmiş alışkanlıklarıdır onların. insanlara, 'nev'i şahsına münhasır' olarak bakmak onlar için çok enderdir. öyle ki gözleriyle, onlar için 'mucize gibi' gelebilecek böyle örnekleri görseler bile, belki yine bu kalıplardan kurtulamaz veya kurtulmak istemez, bunun için de gözleriyle görüp vicdanlarında duyduklarını inkar ederler, evet, bu aslında kendi kendini inkardır. kendi duyuşunu, anlayışını, gözünü inkar, reddir. yeter ki onların "bilmişlik'lerine halel gelmesin, yeter ki 'cahillik' sıfatına bir zerrede dahi, bir harf kadar yaklaşmasın, böyle vasfedilmesinler.
işte eskilerin 'cehl-i mürekkep' dedikleri cehalet türü karşımıza çıkar böylece. evet, bu herhangi bir şeyi bilmeyip, bilmediği bir şekilde ortaya çıktığında, ima, ifade edildiğinde 'eyvallah' diyen, bir meseledeki cehaletini kabul eden 'cehl-i basit' değil, bilmediğini de bilmeyen veya kabul etmeyen, yani katmerli cahil mevkiindeki insan türü veya insan hali.
onun 'yeni, bilmediği, farklı' bir şey öğrenmesine kolay kolay imkan yoktur. hatta böyle bir şeyden bahsetmek onlar nezdinde varlık boyutunda imkansızlık gibi bir şeydir. zira "insan zaten halihazırda, "bildiği(!)" şeyi nasıl öğrenebilir ki ?"...
meşhur, arife tarif gerekmez' sözünü aynen alıp kabul ederek şöyle bir çıkarımda bulunuyorum (biraz felsefe, derin anlam (dilbilimsel okuma) ve mantık üzerinden bakarak, görerek):
bir şeyin söylenmesi bir sebebe mebnidir. ya mesela "güneş vardır" gibi bir söz (eğer hayatında ilk defa güneş gören bir bebek veya zihinsel engelli birinden falan gelmiyorsa) kurulabilecek en saçma, abes ve fuzuli sözlerdendir. Yani hikmet'i sıfır'a yakındır. kısacası gereksizdir, ağzına kadar dolu bardağa su koymak gibidir. gözünün önündeki kocaman şeyi, biraz daha yaklaştırmaya çalışmaya benzer.
Hasılı bu sebeplerden, aynı zamanda söylenme ihtimali ve vukuu da en az bulunan sözlerdendir. buradan ters çıkarım yapacak olursak, normal olarak, söylenen sözler, aksi, muhtemel intibayı, imaları, ihtimalleri, seçenekleri eleyip, olmadığını muhataba bildirip, netice hükme (dilbilgisel) intikal ettirmektir, yani sair opsiyonları def etmektir.
buna göre, "arife tarif gerekmez" demek, çok ama çok derin, kuvvetli ve de iddialı manalar ihtiva eden bir cümle haline geliyor, daha doğrusu böyle olduğu ortaya görünüyor, ortaya çıkıyor.
demek ki bu ayın on dördü gibi görünen, ortada bir şey değil ki, boşuna söylenmek için nefes sarf edilsin, dahası bir atasözü haline gelsin.
o halde, "normalde, genellikle, çoğunlukla 'arif olmayanlar'a TARiF (TANIM) GEREKLiDiR." hükmüne varılır.
Çoğunluk içinde nispeti ve sayıları az olan, ve ender olan "arifler"den değilsek, ki ekseriyetle değiliz; o halde umumi itibarla hepimize tarif gereklidir, elzemdir.
Yani "tanımlara muhtacız, tariflere ulaşmalıyız, müracaat etmeliyiz." asırların yoğurduğu kültür ve düşünce çerçevesi içinde bunu, bir tembih ve ikaz kabilinden söylenmesi ve dinlenilmesi lüzumlu bir tavsiye olarak görmüş atalarımız ki bugün bunu biliyor, işitiyoruz. yani "benden söylemesi, tecrübelerle konuşuyoruz, dinle. yoksa çok başın ağrır, pişman olursun." demek istiyor.
tarifin tam olarak ne olup olmadığını etraflı ve teferruatlıca bahsetmeye başka bir entry'ye bırakıp naçizane bilgiler ve tecrübelerle, ve akıl yürütmeyle vardığım şu kanaatlerle sonlandırıyorum yazıyı.
tarifler, çeşit çeşittir. kalitelisi, müthişi, iyisi, kötüsü, berbadı vardır. doğrusu, yanlışı, eksik olanı, fazla olanı, tam olanı, noksan olanı vardır.
hayata, etrafa, kendimize, şeylere, her şeye, doğru tariflerle bakıp bakmamak aynı zamanda bir inanç meselesidir (doğrusuyla yanlışıyla) yani inançlarımız ile tarifler arasında birbirlerini şekillendirmede sıkı bir bağ vardır.
bundan dolayı da doğru, tam ve dakik (exact) tariflere sahip olmak, kabul edip özümsemek çok ama çok büyük ve mühim bir şeydir. bu işe ehemmiyet verip hususen önkabullerimize, tariflerimize, toplumun tariflerine ve kastedilen şeyle tarif kalıplarına, haddizatında tariflerin (kelime ve kavram olarak) iyi ve kötü ima içermesi gibi hususlara dikkat etmeli ve onların düşüncelerimizi nasıl şekillendirdiğine eğilmemiz, üzerinde düşünmemiz, münazara etmemiz gereklidir.
kavram ve tarifler bizi sürükleyip götüren kuvvetli rüzgarlar gibidirler. zihnimiz ise hafif yapraklar. bir tarif sizin kim olduğunuz, nasıl biri olduğunuza dair çok büyük oluşumlar ve kabulleri getirmiş olabilir, doğurabilir, etkide bulunabilir ve keza yeni öğrendiğiniz, yahut kabul ettiğiniz, özümsediğiniz, benimsediğiniz, kullanmaya başladığınız kabuller sizi önceden durduğunuz yerden çok uzak, bambaşka yerlere, diyarlara götürebilir.
hasılı kötü, yanlış tarif; doğru, iyi, gerçek ve güzel düşüncelerin, kabullerin, kanaatlerin, hakikate dair inançların haydut celladı gibidir. sizin kime, kimlere; neye, nerelere, hangi eksenlere, hangi düşünce merkezlerine, teslim olduğunuzu, hangi saf ve hangi cenahlara katıldığınızı belirler, gösterir.
üzerinde düşünebilmek ve fikir vermesi açısından, misal olarak şu bir kaç kavramın, farkı kültürler, toplumlar, insanlar vs. için nasıl algılanıp, iyi veya kötü olarak nasıl bir intiba ve imaya sahip olarak, bu kasıtla kullanıldığı, ve ne gibi derin manaları ihtiva ettiğini inceleyebilirsiniz.
demokrasi
insan hakları
adalet
müslüman
islamcı
yobaz
gerici
laik
muhafazakar
şeriat
insanlar çoğunlukla genellemeye ve kalıplara mahpus olarak düşünüp karar vermeye (düşünce planında hükmetmeye, kanaat sahibi olmaya) meyillidirler. kolaylarına gelir çünkü. sizi mevcut bildikleri tanım ve kalıplara sokmaya, onlar dahilinde algılayıp, bildikleri bir çerçeveye koymaya şiddetle ihtiyaç duyarlar çoğu, hele de şu "bilmiş" olanlar. çünkü bilme arzusu onlarda fevkalade şiddetlidir. bilmemenin ve hatta belki sadece 'bilmeme düşüncesi'nin verdiğin dayanılmaz ızdırap onları, her halükarda "bilir" olmaya mecbur eder, aksi takdirde ruhları bir kafeste zincirlerle sıkı sıkıya bağlanmışçasına hissederler. belki biraz, bilmediklerinden korktukları için de isterler bunu.
işte bu yüzden kalıplarla düşünmek, zihinsel işlemleri bu kalıplar malzemesiyle yapmak, yerleşmiş alışkanlıklarıdır onların. insanlara, 'nev'i şahsına münhasır' olarak bakmak onlar için çok enderdir. öyle ki gözleriyle, onlar için 'mucize gibi' gelebilecek böyle örnekleri görseler bile, belki yine bu kalıplardan kurtulamaz veya kurtulmak istemez, bunun için de gözleriyle görüp vicdanlarında duyduklarını inkar ederler, evet, bu aslında kendi kendini inkardır. kendi duyuşunu, anlayışını, gözünü inkar, reddir. yeter ki onların "bilmişlik'lerine halel gelmesin, yeter ki 'cahillik' sıfatına bir zerrede dahi, bir harf kadar yaklaşmasın, böyle vasfedilmesinler.
işte eskilerin 'cehl-i mürekkep' dedikleri cehalet türü karşımıza çıkar böylece. evet, bu herhangi bir şeyi bilmeyip, bilmediği bir şekilde ortaya çıktığında, ima, ifade edildiğinde 'eyvallah' diyen, bir meseledeki cehaletini kabul eden 'cehl-i basit' değil, bilmediğini de bilmeyen veya kabul etmeyen, yani katmerli cahil mevkiindeki insan türü veya insan hali.
onun 'yeni, bilmediği, farklı' bir şey öğrenmesine kolay kolay imkan yoktur. hatta böyle bir şeyden bahsetmek onlar nezdinde varlık boyutunda imkansızlık gibi bir şeydir. zira "insan zaten halihazırda, "bildiği(!)" şeyi nasıl öğrenebilir ki ?"...
güncel Önemli Başlıklar