bugün

arthur schopenhauer

hiç dogmamıs olmak, dogmus olmaktan çok daha iyidir diyerek kantla başlayan alman idealizminin tek kötümser temsilcisidir.

unutmadan söylemek gerekiyor. nietzscheyi etkilemesine etkilemiş fakat üstün insan kavramıyla tanışan nitçe artık kesinlikle burda şopenhaurdan ayrılmıştır.

aynı zamanda kendileri bir doğu felsefesi hayranıdır.

efendiler kısaca bu yazıda özellikle filosofun acımak erdemi üzerine geliştirdiği düşüncesini açıklayacağız.

ve sırf acımak erdemi üzerine sistematik şekilde bir felsefi eğitimin nasıl gerçekleştiğini göreceksiniz.

öncelikle kendileri , acımak erdemini budist töresinden almıstır. budizmin töresel ilkesi acımak ve sevmektir. budist töresinin son sözü de vazgeçmedir. her türlü isteklerden, tutkulardan, gerektiginde de yasamaktan vazgeçme.

bu vazgeçis, budisti sonsuz mutluluga kavusturmakta, nirvana'lastırmaktadır.

schopenhauer, hıristiyanlıgı da bu açıdan elestiriyor ve onu dogu'dan aldıgı bu ilkelerden ötürü dogru, yahudilikten aldıgı ilkelerden ötürü yanlış buluyor.

evet kesinlikle çok güzel bir ayrıntı. cümle çok açık.
fakat tanrıtanımaz arthur özellikle islamiyyeti nasıl görüyordu. çok merak içindeyim.

hiç dogmamıs olmak, dogmus olmaktan çok daha iyidir, diyor schopenhauer.

var olmak, acı çekmek anlamını tasır. olumlu mutluluk sonsuz bir kuruntudur. olsa olsa olumsuz bir mutluluga kavusabilir insanlar, bu olumsuz mutluluk da acılarının kısa sürelerle azalmasından ibarettir.

acı çekmek özgürlükse özgürüz ikimizde.
bütün düşüncesini acı erdemi üzerine oturtan bir düşünür mutluluk denen kavramı bu kadar basite indirgemesi beni hayalkırıklığına uğratıyor. şöyle ki bir şey ya siyah yada beyaz değildir. hele sırf kara hiç değildir.

parmagınıza bir igne batar, acı duyarsınız. igneyi çıkarır, acınızı dindirerek sevinirsiniz. mutlulugunuz bu kadarcıktır, daha
çogunu beklemeyin. bin bir yeni bela sizleri hiçbir zaman rahat bırakmayacaktır. o belaları birer birer yok 'etmeye
çabalamakla geçecek ömrünüz. birini yok edince de, ardında ikincisinin sizi bekledigini düsünmeden, mutlu sanacaksınız kendinizi.

buraya kadar konunun gelişimi normal fakat işte size düşüncenin nirvanası.

bu yüzdendir ki cinsiyeti yaymak büyük bir kötülüktür. bilinciniz bu kötülügün utancını tasır.evlenmek, kendini yenmek gücünü
gösteremeyenlere acımadan ötürü verilmis bir izindir.

öncelikle arthur kesinlikle iradenin olmadığını düşündüğü için evliliği yapanları izin aldığını düşünür. fakat aynı arthur evlenmeme seçimini iradenin varlığı olarak görmez.

peki bu irade insanın kendisinde yoksa kimdedir?

bu konuda alman idealist düşünürleri ile aynı düşüncededir. kantın fenomenler - numuneler düşüncesini benimser. fakat ayrıldığı tek nokta güc denilen şeyin amaclı değilde amacsız olduğunu düşünmesiydi.

peki amacsız ve kişiliksiz olan bu güc insanoğlunu nereye sürüklüyordu. işte nereye sürüklediği konusunda tam olarak fikir sahibi olmadığı için artur karamsardı ve gittikce nihilist bir duyguya kapılıyordu.

evlilik konusunda düşüncesini şöyle tamamlar. isa'nın babasız dogusunun ince anlamı da buradadır. çünkü isa, böylesine utanç verici bir kötülügü isleyen bir adamın oglu olamazdı.

ve son olarak aşkın metafiziği bir çok düşünürü derinden etkilemesine rağmen değil metafizik gerçekliğinden hatta bilimsellikten uzak bir meseledir. fakat o günün şartlarında bu mükemmele yakın düşünceydi.

yine de bana kalırsa aşkın metafiziği peşinden gidilecek bir düşünce değil sadece felsefe tarihi olarak öğrenmemiz gereken bir meseledir.

son olarak kendileri insanoğlunun felsefe yolculuğunda önemli kilometre taşı olarak bilinmesi gereken bir düşünürdür.