bugün

sadri alışık

''işin altın devri o zamanlar. biz de hızlıyız ha. otel önü, galata rıhtımı, hepsi bizde. ne kadar seyehat şirketi varsa çivilemişiz. kemiğin yağlısı önce bize düşüyor. allah inandırsın, gün oluyor yevmiye yüzü buluyor. biz de önce façaları düzelttik. hani tanımayan görse o sosyete teomanlarından erdinçlerinden biri zannedecek. e ne de olsa gençlik, delilik. sonra bekarız da.

bir gün ali efendi dayı çağırdı. bizim pederle silah arkadaşı, beni de tanır ve sever. kızı türkan acele ankara'ya gidecekmiş bir imtihan davasına. türkan dediğini de çocukken tanırım yani, bak hele dedim ya, ne çabuk geçiyor zaman. sana emanet dedi ali efendi dayı. ya lafımı olur, emanet kız tabi ya. la bir de baktım türkan, abi ay parçası gibi, yani nutkum tutuldu böyle. hani heykel olmuşum, heykel. ev eşyası gibi kalmışım. kız sen bu kadar mı dedik, demedik, atladık arabaya. iki laf ettik, baktım ağzından bal akıyor. ya yok böyle bir şey ya. hani o yolları, o bolu dağlarını geçtik mi, uçtuk mu? nah nimet ekmek çarpsın hatırlamıyorum ha. ya beş saatte girmişim ankara'ya. sonra kız emanet ya, gece attım iskemleyi kapısının önüne, iki pakette cigara, sabaha kadar oturdum, iyi mi?

ertesi gün verdi imtihanı, atladık arabaya. ya kız değil afet be. hani giderken uçuyorduk ya abi, dönüşte kablumbağa. böyle sürekli 30-40 kilometrede. niye diye sordu birkaç kere, bozuk-mozuk dedim, yersen tabi. yol bitecek diye ölüyorum abi. sonra bitti o yollar, iyi mi? kasımpaşa'ya geldik, elimi sıktı, gene görüşelim dedi. teşekkür ederim, senin kadar iyi, tatlı bir insan görmedim dedi. içimden bir şey aktı, kalbime oturdu böyle kurşun gibi. sonra elini salladı.

allah kahretsin, erkeklik olmasa ağlıcam be. üç beş gün gelemedim kendime. ya buram yanıyor abi. direksiyon, yol, taş, viraj; trafik memurunu türkan görüyorum, iyi mi? sebepsiz yere doluyor gözlerim. ne yemek, ne içmek. durup dururken bir ağlama. ölüyorum be.

ne oluyorsun dedi ekrem. hiç dedim, ama ısrar etse de anlatsam diye içim gidiyor. sonra baktım üstelemedi, ben de kendiliğimden döküldüm. bana bak dedi ekrem, sen kim o kim? babasının yanında yirmi tane osman çalışıyor dedi. kapısında on kişi nöbette dedi. ben de onbirinci olurum dedim yattım nöbete, iyi mi?

evden adımını atıyor atmıyor dışarı, şak açıyorum arabanın kapısını. önce hık mık etti ama, sonunda alıştı ha. beni görür görmez, vallahi yani, böyle ışık ışık parlıyor gözleri abi. öl desin öleyim be. anlatılmazki, anlatılmaz ki. efendilik, güzellik, nezaket, alçakgönüllülük, ya kağıt helvası yiyor be, var mı böyle şey. ne istersen onda ha.

ali efendi dayıya bahsetmiş bir gün benden, babam senle görüşmek istiyor dedi. böyle kalbim ayağımın dibine yuvarlandı, ölüyorum zannettim. ister misin dedim, hani olacak şey değil ya, ne demişler: ümit fakirin ekmeği, ye mehmet ye. kalbim çarpa çarpa ettik sabahı. şak damladım oraya. ondan sonracıma, baktı baktı, sonra çıkardı otuz bin lira attı önüme. araba al kendine dedi, yavaş yavaş ödersin bana dedi, iyi mi? ya ben onun arabasında değilim, kapıldım mı bir ümide. beni beğendi diyorum, allahım. yani, bir ara kapansam ayağına, ölüyorum desem, ölüyorum türkan'a be. acıyın bana, bütün ömrümü onu mesut etmekle, sevmekle çalışmakla desem, yani allah be.

hadi be dedi ekrem. bakalım kız seni ister mi? ama ben kafama koydum, açılıcam kıza. geçtim aynanın önüne abi, saatlerce talim ediyorum. bütün fiyakalı lafları yazmışım romanlardan. hani nerime kadir, mahmut mesat bozkurt yani, hepsini ezberlemişim. tam gidicem kıza, geldi mi askerden bir celp? ne o, bilmem 45 günlük tekamül kursu mu ne varmış. kurs takar mı aşkı maşkı? hadi ben cihet-i askeriyeye. arabayı bıraktım ekrem'e. oğlum göz kulak ol şuna. tam aldım bavulu, ali efendi dayı çağırıyor diye haber geldi. tabi ben de ne yapıyım, çaresiz ekrem'i götürdüm. kardeşimdir dedim. hani ben neysem o da odur dedim. namusludur dedim. e tabi biz böyle vasiyet edince, kardeşim felan deyince akan sular durdu tabi.

asker ocağında vakit nasıl geçti, ne oldu bilmiyorum. hatırlarsam ölünü öpeyim, yani. yaşıyor muyum, yaşamıyor muyum, ne oluyor, ne bitiyor bilmiyorum abi. sonra, bir üsteğmenimiz vardı, sizden iyi olmasın, erkek mi erkek yani. bir gün böyle dalıp gitmişim, elimde türkan'ın resmi. üsteğmen geldi, resmi aldı elimden. böyle baktı, baktı. bir tuhaf oldu çocuk. böyle durdu durdu, sonra dediki bana: oğlum erkek adam ağlar mı be, ağlar mı erkek adam? ben de, üsteğmenim ağlar da, sızlar da, bu ne dert , ne davadır sen de bilirsin dedim. tabi o çocuk da bir kalp taşıyor yani, resmi verdi, kendi gitti. benim askerlik de bitti zaten.

ben hemen kahveye. merhaba, ekrem nerde felan dedim. herkes kendi dalgasında. yoksa arabaya mı bir şey oldu? yoksa ekrem'e mi bir şey oldu? valla birşey yok abi dediler. yani uğramaz oldu dedi kahveci, iyi mi? baktım pis feridun kıs kıs gülüyor, ulan sen her şeyi biliyorsun dedim, yapıştım yakasına. arkadan birisi dur dedi ve elime bir davetiye sıkıştırdı. oğlumuz ekrem gürbüz ile kızımız türkan selman'ın bilmem ne tarihinde kasımpaşa ünsal aile salonunda nişan.. nişan? birden bulandı etraf, hiç bir şey göremez oldum. sesler şekiller karıştı. su serpmişler suratıma, böyle kahvecinin otomobilin anahtarını uzattığını gördüm, ekrem bırakıp gitti dedi. hiç bir şey söylemedi mi dedim, söylemedi dedi. sadece çekmiş gitmiş.

haftası geçti geçmedi, kaybettik ali efendi dayıyı. toprağa verildiği gün gördüm ikisini de. türkan boynuna sarılmış ağlıyordu. o it yüzüme bile bakamadı, kaçırdı hep gözlerini. bir an göz göze geldik, yandaki kahveyi işaret ettim. insanın kıt, allahın bol yerine. ellerime kapanacak oldu, tükürdüm suratına. yapma dedi, köpek gibi yalvardı. ulan bir şey istemem senden, sadece iyi bak ona dedim. bir incittiğini göreyim, kardeşim demem, gebertirim dedim. vurdum, vurdum, vurdum.''