bugün

antidepresan

şu yazıda anlatılan ilaç.

https://tr.instela.com/so...ek-istedikleri---16904387
--spoiler--
her şeyin temeli, beslenmedir.

tüm dünyada modern tıbbın kurucusu olarak kabul edilen, oxford üniversitesi'nde heykeli olan ibn-i sina da, modern tıp biliminin önemli isimlerinden hipokrat da, tıpta beslenmenin önemine dikkat çekerken, günümüzde modern tıbbın, beslenmeye yeterince önem vermemesi ve iyileştirmekten çok ilaç satma odaklı olması, artık günümüzde anlatılıyor. amerika'da bazı doktorlar, tıp eğitimini, ilaç firmalarının dizayn ettiğini ve bu yüzden tıp sisteminin iyileştirmekten çok ilaç satmaya yönelik olduğunu, iyileştirmeye değil; semptomlara odaklanarak palyatif tedavi yaptığını (yani hastalığı değil, belirtileri ortadan kaldırmaya yönelik bir tedavi yaptığını) söylüyor.

bir programdan dinlediğim konuşmaları, buraya yazdım. kendi sağlığını ve sevdiklerinin sağlığını düşünen herkesin, okumasını tavsiye ederim. (kopyala yapıştır değil; el emeğidir.)

işte o önemli konuşma:

"bugünkü modern tıbbın temel sorusu "hangi hastalığa hangi ilacı verebilirim?" üzerine kuruludur.

tıp eğitimi de, ilaç vermek üzerine kurulu. zaten tıp eğitimi programını yapanlar da ilaç firmaları. bunu da artık biliyoruz. bu, şehir efsanesi değil. kanıtlandı.

oysaki, tıp biliminde bizim temel sorumuz "hangi hastalığa hangi ilacı verebiliriz?" olmamalıdır.

tıp biliminin temel sorusu bu olmalıdır:

1- hastalıkları nasıl engelleyebilirz?
2- hastalanan insanı nasıl tedavi edebiliriz? ( hangi ilacı veririz değil)

bugünkü modern tıp ise, sadece semptomları bastırmaya yönelik olan palyatif denilen tedavi yöntemini uygulamaktadır. yani semptomlara yönelik tedavi verir.

+kardeşim senin neyin var?
-başım ağrıyor.
+al sana ağrı kesici.

+neyin var?
-diyabet
+al sana şeker düşürücü.

+neyin var?
-alerjim var.
+al sana antihistaminik

iyi de bu adamcağıza biz, bu ilaçları yazıyoruz yazıyoruz. ömrü boyunca dediğimiz her şeyi yapıyor. ama şekeri düşmüyor. hastalığı ilerliyor. alerjisi geçmiyor. komplikasyonlar meydana geliyor. tansiyonu geçmiyor.

niye iyileşmiyor bu hastalıklar? modern tıbbın umrunda değil. ilaç firmalarının, umrunda değil. çünkü ilaç firmaları, insanlar iyileşsin diye uğraşmaz. ilaç firmaları ister ki, hastalıklar devam etsin, ilaçlar satılmaya devam etsin. hastalıklar biterse ilaç satamaz.

geldiğim bu noktada, tip 2 diyabeti gerçekten tam şifa ile tedavi edebiliyorum ama herhangi bir mucizevi bitki ile değil. beslenmeyle tedavi edebiliyorum.

insan, bir bütündür. sadece 1 ilaç ile, sadece bir bitki ile tedavi edebilmek mümkün değildir.

peki, beslenme, bedenimizin işleyişini, ruh halimizi nasıl etkiler?

beslenme denildiği zaman, bugün modern tıp ekolü malesef olayı, sadece yağ protein karbonhidrat ve kalori seviyesine indirgiyor.

aslında beslenmenin, bunun çok ötesinde bir önemi var. fakat bunu anlatan, malesef modern tıp ekolünde yok. hatta bunu, o kadar çok yok sayıyorlar ki, modern tıp ekolünde doktorlara bile beslenme dersi okutulmuyor.

biz, tıp fakültelerinde okurken, halk sağlığı stajının içinde birkaç saat beslenmeden bahsediliyor ve üstünkörü geçiliyor. dolayısıyla doktorlar, beslenmenin önemini öğrenemeden, fonksiyonel beslenmeyi öğrenemeden mezun oluyor. öte yandan artık bugünkü ekolde "beslenme" dediğiniz zaman olay sadece bir kilo kontrolüne indirgenmiş durumda. "kilo aldım, kilo verdim." oysaki öyle değil.

en büyük 2. organımız bağırsaklarımız. peki, neden bu kadar büyük bu bağırsaklarımız? çünkü bağırsaklar, vücudun köküdür. vücudumuzda yer alan bağışıklık sistemi hücrelerinin %70'i bağırsaklarda bulunuyor. sizin bütün vücudunuzda %30 var. bunun 2 katından fazlası, bağısaklarda bulunuyor. bağışıklık sistemi hücrelerinin bu kadar büyük bir bölümü, bağırsaklarımızda.

ama modern tıp immunoloji kitaplarını açıp bakıyorsunuz; bağırsaklardan, probiyotiklerden bahsedilmiyor. bağırsaklarda 100 trilyon probiyotik bakteri var. bunlar, sizin adınıza k vtamini sentezliyor. bunlar, gümrük memuru vazifesi görüyor, sindirimi gerçekleştiriyor. bunlar olmadan bağşıklık sistemi baskılanıyor, bağışıklık sistemi doğru çalışamıyor, otoimmun reaksiyonlar meydana geliyor. hatta probiyotikler olmadan gen yapınız bozuluyor. çünkü gen aktivitesini bile etkiledikleri gösterilmiş probiyotiklerin. probiyotikler, size gen transferi yapıyor.

hani, depresyon deyince size bir hikaye anlatılıyor; beyin kimyası bozuluyor; serotonin azalıyor; depresyona giriyorsun. bugün hala doktorlara bile sorduğunuzda, bunu anlatıyorlar size. halbuki depresyon hastalarında beyin kimyasının bozulduğuna dair hiçbir yayın yok. ispatlanmış değil.

çok enteresan başka bir şey var. serotonin denilen maddenin %95'i nerede salgılanıyor biliyor musunuz? bağırsaklarda, probiyotikler tarafından yapılıyor. depresyonun, beslenmeye dayandığı gayet açık. e şimdi siz hastalarınıza antidepresan veriyorsunuz ama beslenme vermiyorsunuz.

hastalarınıza, antidepresan verirseniz "modern doktor" oluyorsunuz; bizim gibi "turşu ye, tereyağı ye" derseniz çağdışı oluyorsunuz. bize alternatif doktor diyorlar, kendilerine gerçek doktor diyorlar. kusura bakmasınlar, gerçek doktor biziz. asıl modern tıp, alternatiftir. dağdan gelip bağdakini kovuyor.

bizim söylediklerimizi, hipokrat söylüyor: "besininiz, ilacınız; ilacınız, besininiz olsun diyor."

ibn-i sina'nın yazdığı tıp kitabı, yıllardır oxford'da, dünyada okutuluyor. tüm dünyada modern tıbbın kurucusu olarak görülen, oxford'da heykeli olan ibni sina ne demiş bakın:

"ben tıbbın tümünü, 2 beyitte topladım. sözün güzeli, kısa olanıdır:

eğer yemek yersen erken kalk, çünkü şifa hazmetmektedir.
tıpta daha tehlikeli bir şey görmedim; acıkmadan önce yemek yemekten."

hipokrat da ibn-i sina da beslenmeden bahsediyor; ama bugünkü modern tıp, beslenme ile hiç ilgilenmiyor.

depresyon, bir bağırsak hastalığıdır. bağırsak; vücudun köküdür, bağışıklığın köküdür. önce beslenme ile başlayacaksınız; onun üzerine diğer her şeyi bina edeceksiniz.

voltaire: "tıp bir sanattır; kişiyi oyalar; o oyalama sırasında vücut, kendini toparlar."

beslenmenin önemine vurgu yapan ibn-i sina, modern tıbbın kurucusu olark görülüyor ve oxford'da heykeli var.

tıp bir bütündür. alternatif tıp diye bir şey olmaz. insan bir bütündür. insanda bir tek dolaşım sistemi vardır. kan her yere o dolaşım sisteminden ulaşır; beyne de göze de gırtlağa da bağırsaklara da karaciğere de... o dolaşım sistemindeki kanın içinde sağlıklı materyal varsa, vücut hastalanmaz. biz, bunu açıklamaya çalışıyoruz.

endüstrinin ortaya çıkması ile doğal olmayan besinler, insanlara veriliyor. bütün hastalıkların sebebi de bu.

genetikmiş genetikmiş. otizmin, alzheimer'ın, kanserin, son 30 yılda bu kadar artmış olmasını genetik ile açıklamak mümkün değil. bunun neden arttığını kimse sormuyor; ilaç verelim, sen ömür boyu hastasın, bu ilacı kullanacaksın deniliyor.

hücreleriniz sağlıklı değilse, doğru beslenmiyorsanız, hastalıklar ortaya çıkar.

artık, beslenme ile tedavinin mümkün olduğu ortaya çıktı. nutritional medicine, yani beslenme tıbbı diye bir şey çıktı. beslenmenin önemi anlaşıldı. antibiyotiklerin devrinin sona erdiği kabul ediliyor artık.

doğal beslendiğimiz zaman, hücreler düzeliyor, vücut toparlanıyor.

beslenme bu yüzden çok önemli. ana rahminden itibaren, beslenmemiz, sağlığımızı etkiliyor. hatta ingiltere'de, çocuk sahibi olmak isteyen anne-baba adayları, hamilelikten 3 ay önce beslenmesini iyileştirmeli, kendini toparlamalı diye makaleler yayınlandı.

hamile kalacak annelerin, önce kilo vermesi gerekiyor. obez annelerin çocuklarında, otizm vb. hastalıkların daha sık görüldüğü, gösterildi.

anne adaylarının, glutensiz beslenmesi, d vitaminlerini yükseltmesi, magnezyumlarını yükseltmesi, iyotlarına bakıp düşükse, iyot değerlerini yükseltmesi gerekir.

planlı bir hamilelikte, biz "6 aydan önce anne-baba kendine bakmalı" diyoruz. hamilelik süreci çok önemli.

ama modern tıpta bir şablonu, tüm hamilelere uyguluyorlar. bu, yanlış. 1 haftada bu yapılacak, 15 haftada bu yapılacak, 1 ayda bu yapılacak, bunu yaptırmak zorundasınız deniliyor. bu mu modern tıp? böyle modern tıp olmaz. modern tıp, kişiseldir, kişiye özeldir. her hastaya özel olarak muamele yapılması gerekir. bir şablonu tüm hamilelere uygulamak doğru değil.

malesef bazı doktorlar, kitaplarımızı okumadan hakkımızda yorum yapıyor. başımıza böyle bir olay geldi:

tv programlarındaki konuşmalarımızdan bölük pörçük cümlelerimizi almışlar. bizden görüş almadan hakkımızda, buğday ile ilgili iddialar ve gerçekler diye makale yapmışlar. bizden görüş almadan. bizden görüş almadan, tv programlarındaki sözlerimizden cımbızla çekmişler. biz iddiada bulunmuşuz, bilim adamlarına sormuşlar, onlar da o iddiadır; gerçek budur demiş. biz, kitaplarımızı referanslı yazıyoruz. okuyunca göreceksiniz, hepsinin bilimsel referansı var. her kitabımızda bilimsel referans var.

mutluluk ve ruh hali; beslenme ile doğrudan ilişkilidir. modern tıp, beslenme olayını sadece karbonhidrat, yağ, protein, kilo kontrolü, kalori boyutuna indirgediği için, modern tıp, beslenmeyi önemsemiyor. kanser hastaları doktora gidip "ne yemeliyim?" dediğinde, doktor: "ne yersen ye" diyor. bir mide, bağırsak hastalığında "ne yersen ye" denilebilir mi? bir mide-bağırsak kanseri beslenmeden bağımsız olabilir mi?

biz, depresyon için "turşu ye" deyince çağdışı oluyoruz; antidepresan yazınca modern mi olacağız? modern tıp, bu mu? turşu yesinler. çünkü probiyotik alacaklar. hamilelerdeki durum hakeza aynı. vücudunda probiyotik olmayan, d vitamini olmayan hamilenin, doğumu sağlıklı olabilir mi? gebelik diyabetinden korunabilir mi? çocuğu sağlıklı olabilir mi? ev sirkesini, ev yoğurdunu biz, bu yüzden öneriyoruz. bu yüzden çok önemli.

dünya engelliler gününde otizm ve farkındalık ile ilgili güzel bir toplantı yapıldı. çok güzel projelerden, rehabilitasyondan bahsediliyor.

ama kimse, otistik çocuklarda beslenmenin öneminden bahsetmiyor. bakın ne kadar önemli, otizme çare var diye, bu konuda kitap yazıldı. otizme çare var kitabını yazan rahmetli ahmet aydın hoca, çocuk metabolizma uzmanıdır.

otizme çare var. çünkü otistik çocukların, otistik olması, ana rahminde başlıyor. ve de iyi beslenme ile düzeliyor. bu, gösterildi.

otizm, 80 yılında yüz binde 1 görülürken, bugün 88 çocukta 1 görünüyor. binlerce kat artışı, genetik ile açıklamak mümkün mü?

otizmde beslenme tedavileri, dünyanın her yerinde çok yaygın uygulanan tedavilerdir. peki biz neden bu çocuklara rehabilitasyon veriyoruz da, neden anne-babalara beslenmenin, normal doğumun önemini anlatmıyoruz? biz bu çocuklara rehabilitasyon verelim; ama beslenmenin önemini ve normal doğumun önemini de anlatalım.

otizmi tetikleyen en önemli faktörlerden biri sezaryendir. çünkü tohum, doğum ile atılır.

önce normal doğum. niye? çünkü çocuk, probiyotiklerini, normal doğum esnasında, anneden alıyor. çocuk, doğmadan belli bir süre önce, annenin doğum kanalında, probiyotik yapısı değişmeye başlıyor. ve çocuk, normal doğum esnasında, doğum kanalından geçerken o probiyotikleri alıyor. vücudu, bir koruma kalkanı gibi o probiyotikler ile kaplanıyor. oradan geçerken, o probiyotikleri yutuyor. ilk gıdası probiyotikler oluyor. bronşlarına da probiyotikler gidiyor. ve çocuk, doğduğu zaman, probiyotikler ile doğmuş oluyor.

ama sezaryen ile doğan çocuk, probiyotikleri alamadan doğuyor.

1980'lerde sezareyen oranı %7'lerdeyken, bugün %80'lere kadar çıktı.

sezaryen doğum, otizmi tetikliyor. anne sütü vermemek, otizmi tetikliyor. karbonhidrat ağırlıklı beslenme, tetikliyor. bütün otistik çocuklarda ağır metal zehirlenmesi riski, gluten intoleransı riski, şekere karşı tahammülsüzlük, laktoza, süte karşı tahammülsüzlük vardır.

bu yüzden, bu çocuklara beslenme tedavileri verilmesi gerek. otizmli çocuklar, beslenme ile normal bir hayat sürebilir.

otistik çocukların tamamı, glutensiz beslenmeli. ev sirkesi, ev turşusu tüketmeli. probiyotik ve prebiyotik için bu gereklidir. bunun yanında süt ve süt ürünlerinden uzak durmalı. şekerden uzak durmalı. şeker bu çocuklarda son derece zararlıdır. çünkü, vücutlarında probiyotik olmadığı için, kandida mantarı gelişir. kadida mantarı, şekeri alkole yıkar. ve çocuklarda bir keyif hali oluşur.

dolayısıyla bu çocuklara rakı içirmek neyse, şeker yedirmek de odur. bu çocuklarda muhakkak d vitaminine bakılmalı, bağırsak duvarı bozulduğu için, bu çocuklarda d vitamini düşüktür. takviye edilmesi gerekir. d vitamini, bu çocuklarda 100'ün üzerine çıkarılmalıdır ve bu çocuklar, bol yağ ile beslenmelidir. zeytinyağı, hayvansal protein, paça çorbası, kemik suyu gibi değerli proteinlerle beslenmelidir. her türlü buğday, yulaf, arpa, çavdar hayatından çıkmalı bu çocukların.

bunların, doğal olanları da tüketilmemeli. internette, bizim adımıza sayfa açıp siyez buğdayı glutensizdir, yiyebilirsiniz dediğimizi yazmışlar. biz böyle bir şey demedik. siyez buğdayı da gluten içerir ve çölyaklara da otizmlilere de dokunur. kimseye buğday satışı ile ilgili yetki de vermedik. siyez buğdayında da gluten vardır; genetiği değiştirilmiş buğdayda da vardır.

gluten intoleransı nasıl anlaşılır? bunu testler ve tahliller ile anlamak mümkün değildir. gluten intoleransı, klinik tablo ile belirlenebilir.

otoimmun hastalıkların tamamı, otizmli çocukların tamamı, diyabetlilerin tamamı, gluten intoleransı olarak kabul edilmelidir.

bu hastaların tamamına glutensiz, tahılsız diyet verilmelidir. ama bu hastalara, tam tersine, tam tahıllı diyetler veriliyor ve tam tahıllı diyetlerle, bu hastaların hiçbiri iyileşmiyor. oysa tip 2 diyabet, glutensiz, tahılsız, şekersiz beslenme sayesinde, tam şifa ile iyileşebilen bir hastalık."
--spoiler--