bugün

kaydırak

parkların vazgeçilmez ve nostaljik oyun aletiydi.

eskiden şatafatlı mekanlar değildi parklar. birbirinden güzel tasarımlara sahip plastik tahterevalliler (değil! dattirivalli o!) ya da güvenli bir zemin üzerine kurulmuş uçak şeklindeki kırmızı salıncaklar yoktu.

bildiğiniz sac metalden yapılmış ve yine metal borularla birbirine bağlanmış paslı kaydıraklar, zincirini her an koparıp sizi atmosfere yollamak için tetikte bekleyen salıncaklar, yere vurduğunuzda o zavallı kıçınızı tabiri caizse "darmadağın eden" tahterevalliler vardı.

bir de park ahalisi vardı. genelde sabit kimselerden oluşurdu. zaman zaman dışarıdan gelen yabancı ailelerin çocukları da katılırdı gruba. insanlarla tanışma gereği duymaksızın "hadi gel kaydırak yapalım" diyebildiğimiz masumane zamanlardı tabi onlar.

kaydırağa koşarak tırmanabilmek bizim için k2'nin zirvesine çıkmak gibiydi.

pek azımız yapabilirdi tabi. kafa üstü kuma çakılanlar, dizleri paslı metal tarafından biçilenler, kıçını yaz ortası sıcağıyla kavrulmuş kaydırcak sacına sürtüp kızartanlar..

ama kahraman olurduk bunu başaran. ilah olurdu, idol olurdu. çocuklar gözünüzün yağını yemek için sıraya girerdi, parmakla gösterilen süperstar olurdunuz; hata zemine çakılıp kırılmış kıçını imzalatmak isteyen bile çıkardı (yok daha neler.)

"hoş zamanlardı bunlar" diyeceğim. yok yahu değildi. annem giydirirdi beni. örme bir etek ve örme bir hırka, ayağıma 36 numara tuvalet terliği; saçlar bildiğiniz kezban örgüsü..

bir de yaramaz bir çocuksanız ve parka birkaç metre uzaklıktaki bir evde oturuyorsanız en büyük hobilerinizden biri "salıncakta kafa yarmak" olurdu. şahsım yarmıştı da zatn, böyle dünyanız kararıyor; gözünüz yaşarıyor, gökyüzünü görüyorsunuz falan..

allah vermesin gerçekten denilesidir. mahallenin yaramazı sizi tahterevalli'nin tepesine hapsetse o bile daha makul.

(bkz: kaydırağa koşarak çıkabilenler)