bugün

into the wild

kritik olayına falan girmeyeceğim. diyeceğim şu ki izleyin bu filmi en az bir kez. pişman olmayacaksınız. şu hayat denen zamazingo da, yaşam denen muallakta gidip gelirken, koşuştururken insanlar unutuyorlar çoğu şeyi, hatta kendilerini de. dalıyorsun hayat keşmekeşine, çark dönüyor sen de dönüyorsun. mesela sabahtan akşama kadar çalışıyorsun bir miktar para için. zaten hep toplama kampları gibi görmüşümdür işyerlerini. sabah köleler servislerle getirilir buralara. akşam da tabiri caizse suyu çıkmış bir halde bırakılır ait oldukları yere. ertesi gün ve ondan sonraki gün ve ondan sonraki gün devam eder; sonu yoktur. servislere hiç gözünüz takıldı mı bilmiyorum ama özellikle akşam iş dönüşü bir göz gezdirin; yorgun, bitkin, duyguları körelmiş ve onu heyecana getiren tek şeyin fenerbahçe, galatasaray veya başka bir takımın galibiyeti olan insanlar göreceksiniz, görüyoruz ve ne yazık ki bizde o güruhun içindeyiz. işte bu film herkesin öyle ya da böyle bir hayat yaşıyor olduğunu, mutluluğu kovaladığını (çoğu kez yanlış yerlerde) ama mutlu olma olgusunun yakınlarda hemde hiç umulmadık bir yerlerde olduğunu hissi veriyor insana.

final sahnesi de bitiriyor olayı haddızatında: "mutluluk paylaştıkça güzeldir". evet küçük hem de çok küçük şeylerle mutlu olabilir insan ama mutluluk asıl paylaştıkça güzeldir.

10/10