bugün

şavak peyniri

dünyanın en lezzetli peynirlerinden biridir. diğer peynirler gibi bıktırmaz insanı kendisinden ve karpuzla çok iyi gider(yazı özledim lan) tabi 1. kalite mal bulabilirseniz bu böyle market ve şarküterilerde satılanlar 2. veya 3. kalite olduğu için bi zaman sonra sevmemeye başlayabilirsiniz veya hiç sevemeyebilirsiniz.

gelelim üretimine. üretimi çok meşakkatli bir süreçtir. bu peyniri üreten ve adını veren şavaklılar adlı topluluk ; topluluk diyorum aşiret değildir çünkü bi aşiret yapılanması yoktur; bahar aylarında(3. ve 4. aylara denk gelir) köylerindeki iklim koşulları hayvanlarını beslemeye elverişssiz olduğu için ve hayvanların daha kaliteli süt üretebilmesi dolayısıyla peynir üretebilmesi için yayla adını verdikleri meralara çeşitli vasıtalarla göç ederler. göç ettikleri bu yerler tabiri caizse kuş uçmaz kervan geçmez, insan görmenin çok zor olduğu, modern hayata cok uzak yerler olur genelde. çünkü insanın olmadığı yerlerde doğal hayat var. bu göcebe toplum yaklaşık 6 ay kadar buralarda insanlıktan çıkarlar. çadırlarda yaşar, elektrik olmadığından dolayı löküs yakar, derelerde yıkanır, sobalarda yemek pişirir, bulaşık çamaşır vs aynı şşekilde derelerde yıkanır, besin ihtiyacı için en yakın köye gidilir ordan bir şekilde şehire ulaşılır gereklii erzaklar alınır ( bu ayda 1 ) , çoluk çocuk bütün aile çalışır, gündüz hayvanlara bakanların yüzleri kıpkırmızı olur çünkü güeş yakar, gece hayvanları otlatan ise çeşitli yırtıcılarla muhatap olmak zorunda kalır, sürekli yıkanma gibi bi imkan olmadığı için kötü kokar, tabi tüm aile kötü koktugu için büyük bir problem oluşturmaz vb türlü türlü eziyetler çekerler. ben küçükken(5-6 yaş) babaannem(nene) ve dedemle takıldığım için buralarda çok bulunmuştum. bana en önemli yakıtlardan biri olan tezek toplama görevi verilmişti. ve bir diğer görevim hayvanları sağmak için oturan sağıcılara hayvanları yaklaştırmak için çeşitli sesler ve çubuklarla stimüle etme görevi veriyorlardı. bide aklımda kalan başka bi şey vardı. protein ihtiyacını karşılamak ve bu toplumun et sevmesinden dolayı et kesme mecburiyetindeydiler. ama buzdolabı yoktu etler bozulurdu. çözüm olarak etler ince ince doğranır tuzlanır ve kurutulurdu. ama cok lezzetliydi ha. tamam medeniyete uzak bi yerleşkeydi ama muthiş bi ambians vardı. hava çok temizdi mesela oksijenin ciğerlerime dolduğunu hissediyordum. sonra heryer yemyeşildi ve tv yoktu. hayvanlar vardı atlara essekler binerdim, köpek dostlarım vardı, sürekli radyo dinlerdi herkes, kavga çekememezlik yoktu, yemekler cok lezzetliydi(çok acıkıyoduk sürekli yemek imkanı olmadığı için belkide ondan lezzetli geliyodu) , herşey inanılmaz saglıklıydı. orda öyle yaşayan bir insanın ben bugun travmayı ayrı tutarak herhangi bir hastalığa yakalanma ihtimalini çok az görüyorum. çünkü hemen hemen herşey organikti. neyse cok yazdım yoruldum.

edit: bu arada kusura bakmayın uzun ve hızlı bi şekilde yazdığım için dönüp okuyamadım ne yazdığımı bu nedenle çeşitli anlatım bozuklukları imla hataları yapmış olabilirim kusuruma bakmayın. önemli olan ne yazdığım ne verdiğim, nasıl yazdığım değil , hayatta böyle değilmi a dostlar.