bugün

ben bu yazıyı sana yazdım

hoşçakal.

evet sadece hoşçakal. ''bu kadarcıkmı'' diye merak ediyorsundur şu anda eminim. ''sen beni sevmiyon sevsen bu kadar kısa konuşmazdın benle'' diye kafama peluş terliklerinden birini atmaya hazırlanıyorsundur şimdi taa oradan.

evet tam da düşündüğün gibi. kısa olduğunu düşündüğün o sekiz harfli kelimeye sığdırdıklarım arasında senin cennet gözlerin var. nasıl da derin bakar ciğerlerime işlerdin güzelliğini. sonra kafana bişeyler sokuşturup topladığın saçlarınla karşıma geçip şebeklik yaparak bana kahkalar attırdığın o şapşal gülüşlerin de var mesela. muhtemelen ''hoş'' hecesinde bir yerdeler ve kikirdiyorlardır şu anda eminim. ''beni onun gülüşlerine gömün'' diye yazdığın yazıyı okuduktan sonra oturup ağladığım akşamlar da var. sonra gömleğimin yakasının içine yazdığın ''seni seviyorum'' yazısı, banyo lifine tutturduğun o küçük mavi tokan, pek sevdiğin renkli kalemlerin, ataçların....

bir hasret varki o ''hoşçakal'' içinde böyle gözlerimden yaş getiren. böyle nasıl desem çok özlediğim sohbetlerimiz, gülüşmelerimiz, uzuuun uzun bakışmalarımız var o kelimede. sessiz, sadece bakarak birbirimizle konuştuğumuz saatler. tabikide sadece bir ''hoşçakal'' değil. ömrümüz var ömrümüz. senin olmadığın benim ise yalnız kaldığım sığ, berbat, eksik o aşşağılık ''ömrüm'' var.