bugün

recep tayyip erdoğan mitolojisi

genç asker tost makinasının başında terliyordu. sabahtan beri makina gibi çalıştığı halde laik ve de kaçınılmaz olarak ahlaksız subaylara ve onların veletlerine tost yetiştiremiyordu. eğer tostları zamanında yapmasa, az pişirse veya çok pişirse dayak yiyeceği kesindi. neyse ki o işte mahirdi. hele ki sucuklu tosta doğuştan gelen bir yeteneği vardı. yine de çalışma koşulları ağırdı...

aslında şikayet etmemesi gerekiyordu ama "askerliğin yatma yeri olmadığını" henüz idrak edecek ilim seviyesine henüz ulaşmamıştı. ileride allah'ın izniyle oğlunu askerden kaçırdığı zaman böyle söyleyecekti...

kendisine baskı yapan komutanlarından nefret ediyordu. tabi nefsi için değil. haşa!.. iyi bir müslümana yakışır şekilde, allah rızası için nefret ediyordu.

hele bir zalim mustafa astsubay vardı ki açığını gördüğünde basıyordu sopayı. namaz için ara vermeye kalkması düşünülemezdi bile... yiğidin önde gideniydi önde gitmeye ama neylesin ki subay korkusu allah korkusunu bastırıyor, namazlarını vaktinde kılamıyor, ancak kaza edebiliyordu.

fakat yediği onca sopaya rağmen yılmıyordu. yine allah rızası için, tostların içine tükürmeyi ihmal etmiyordu fırsatını bulduğunda. allah rızası için yaptığı şeylerden en hoşuna gideni ise kaşarı ve hele hele gözünün nuru sucuğu eksik koymaktı tostlara... çok sıkıldığında"şu hesaptan kitaptan anlamaz allahsız mustafa astsubay, günde kaç tekerlek kaşarı, kaç kangal sucuğu allah rızası için "kenara ayırdığımı" bir bilse..." diye düşünerek ferahlatıyordu kendisini..

ne var ki o gün her zamankinden yoğundu işleri. ne kadar hızlı çalışırsa çalışsın yetişemiyordu bir türlü... kantinin kurulu olduğu arka bahçe çok genişti. tüm kafirlerin de doluşacağı tutmuştu masalara... mustafa astsubay sabahtan beri ensesinde boza pişiriyordu...

sonunda iyice bunalan genç öyle bir "ya hak!..." çekti ki ta yürekten, o an levh-i mahfuzun kapıları kendisine açıldı ve ne yapması gerektiği kalbine ilham edildi...

kendisiyle birlikte çalışan alevi er kemal vardı. ondan da allah rızası için nefret ederdi doğal olarak. kemal ve mustafa astsubay o gün gribe yakalanmışlardı. birisi yanlarında sıçsa kokusunu alacak hali yoktu.

kemal helaya gitmek için mustafa astsubaydan izin aldığında, imanlı genç ocağın tüpüne bağlı hortumu gevşetiverdi. ayrıca tost makinasının rezistans tellerinden birini kopardı. mustafa astsubaya teli değiştirmesi gerektiğini söyledi. mustafa astsubay sövüp sayarak ve acele etmesini tembih ederek yol verdi kendisine. imanlı genç tost makinasını kaptığı gibi koşmaya başladı.

çok geçmeden insanlar bağrıştığını duydu. beklediği gibi kulübede yangın çıkmıştı. yangın güç bela söndürülebildi. fakat binadan kulübeye gelen elektrik tesisatı da yandığı için herkes çaresiz görünüyordu. ihale, heladan dönüp ocağın başına geçen saftirik alevi er kemal'in üstüne kalmıştı. mustafa astsubay basıyordu sopayı şerefsize... ne var ki onu dövmek aksayan tost servisine deva olmayacaktı. aptal laik komutanlar çare bulmak için boş boş konuşurken, inançlı genç izin isteyerek söz aldı ve kulübenin ön bahçeye taşınmasını önerdi. aptal laik komutanların ağzı bunca ilim karşısında açık kalmıştı. naçar dediğini yaptılar. teorisi kuvvetli ama pratiği zayıf olan en yakın asker arkadaşı ahmet kendisini hayranlıkla izliyordu... imanı güçlü arkadaşının stratejisinin derinliklerine hakim olabilmesi için bir ömür boyu uğraşması gerekecekti.

ne var ki yaptıklarını gören biri vardı. ahmet'ten de yakın dostu olan fethullah... yandaki abd üssünde hizmet ediyor, arada dostunu ziyarete geliyordu. zamanında birlikte ne işler çevirmişlerdi!.. arada cihat niyetine tostlara birlikte tükürüyorlardı. fethullah ağlamaklı bir genç olduğu için tükürüğü daha balgamlı ve haliyle aldığı sevap daha büyüktü.

fakat imanlı gencin gördüğü itibar fethullah'ın kıskanmasına sebep olmuştu. hiç utanmadan imanlı genci ihbar etti. komutanlar ikisini de sorguya çektiler. imanlı gencin yüzündeki nur doğru söylediğinin deliliydi. mümine zorda kalınca takıyye helal olduğundan tüm ithamları reddetti. "yalan" dedi..."montaj" dedi... komutanlar "yalanı anladık da montaj ne lan?" dediklerinde neden öyle dediğine kendisi de şaşırdı. baktı olmayacak, fethullah'ın afyon çektiğini söyledi. komutanlar üst araması yaptılar ve afyon lülesini buldular. evet, fethullah meğerse haşhaşiymiş... komutanlar tam fethullah'ın üstüne atlayacakken, fethullah topukladığı gibi abd üssüne kaçıverdi.

daha küçük olan ön bahçeye arka bahçe kadar masa konulması mümkün değildi. imanlı genç, artık sayısı azalan müşterilerine tost yetiştirmekte zorlanmayacaktı... imanlı genç allah'ın yardımıyla geliştirdiği bu muhteşem taktiği daha sonra suriye'de de uygulayacak ve dünya ayakta selam duracaktı kendisine!...

o genç sucukçu muhasebecisiydi... öyle trablusgarp'ta, balkanlarda, suriye'de, lübnan'da, filistin'de, doğu anadolu'da, çanakkale'de, sakarya'da, dumlupınar'da yan gelerek askerlik yapanlardan çok daha büyük bir komutan olacağı daha o günden belliydi...