bugün

fener

Seçimlere 2 hafta mı kaldı, kimi mi seçeceksiniz? - Şunu seçeceğim çünkü...
- Bunu seçeceğim çünkü...
- Ötekini seçeceğim çünkü...
- Berikini seçeceğim çünkü...
Kadir Çöpdemir'in seçmenlerle yaptığı röportajlar ne güzel.
Türkiye büyük bir devlet. Büyük bir devletin vatandaşı olmak ne güzel; büyük bir devleti yönetmek daha da güzel galiba, ne dersiniz?
* * *
Bugün cumartesi; hangi devletin büyük, hangi devletin küçük olduğuna boşverelim.
Birileri bizi kazıklıyor mu, kazıklamıyor mu; ona da boşverelim.
* * *
Yeryüzünde neden bir "fener" müzesi olmadığını düşünüyorum.
Karanlık bastırınca ışığa duyulan bir gereksinme ve azıcık ışık...
Goethe'nin, 83 yaşında dünyadan ayrılırken söylediği son söz:
- Biraz ışık...
* * *
Kafayı çekip çekip, sabaha kadar evlerine dönmeye çalışan serserilere şöyle derlerdi:
- Feneri nerede söndürdün?
* * *
Fenerler...
Denizlerin kaptanlarına yol gösteren deniz fenerleri ve onların bekçileri...
Ana Britannica'yı açtım ve "fener"in tarifine baktım; şöyle yazıyordu:
"Genellikle madenden bir iskeletle bunun içine yerleştirilen saydam ya da yarı saydam yüzeylerden oluşan ve içine konan ışık kaynağını korumak için kullanılan kapalı mahfaza"
* * *
Bu tanımlama bendenize çok kuru geldi.
1933'deki elektriksiz Edirne'de, gece misafirliklerine fenerle gidilirdi.
O fenerler, 4 tarafı da camdan ve her biri incecik tellerle yukarı doğru tutturulmuş, tepesinde yuvarlak bir sapı da olan ve içinde mum yanan fenerlerdi.
Kapkaranlık sokaklarda elde fener ve gece misafirlikleri...
* * *
Fenerler sonra azıcık değişti. Dikdörtgen olmaktan, yine incecik telli yuvarlak olmaya dönüştü.
Bu kez içlerinde bir mum değil, bir fitil yanıyordu ve altlarındaki küçücük depoda gaz vardı.
* * *
Kapkaranlık sokaklardan gece misafirliklerine gidilirken eldeki fenerler...
Önce mumlu fenerler, sonra gaz fitilli fenerler...
Vatanı sevmek o kadar zor değildir. Kimleri götürürse götürsün, getirisi de fena değildir.
Ama fenerleri sevmek...
Azıcık ışığı sevmek...
Hiç de getirisi olmayan bir başka sevda, başka bir dil...
* * *
Bundan 2500 yıl önce Sinop'ta doğmuş bir serseri vardı; adı Diyojen'di.
insanın da, paraya maraya, saltanata maltana aklını taktırmadan; kediler köpekler, maymunlar kertenkeleler gibi doğal yaşamasının tek mutluluk yolu olduğuna inanırdı.
Ve kalabalıklar önünde mastürbasyon yapardı.
O da, gündüzleri elinde bir fenerle "bir insan arıyorum" diye dolaşırdı.
* * *
Diyojen'in feneri...
O fener ne belalar çıkarmadı ki, Fransa'da 1871'de fabrika işçileri ve patronları arasında...
* * *
Bunları bizler, hiç konuşamadık; bizim büyük devlet Türkiye'de...
Neden ki?
* * *
Bir manga tüfekli Mehmetçiğin ve tabancalı bir yüzbaşının ortasında, elleri kelepçeli olarak kurşuna dizilmeye gitmek de pek hoş değil Selimiye Kışlası'nın uzun mu uzun koridorlarında...
Faik Türün Paşa büyük generallerimizden biriydi, ne mutlu bize.
* * *
Ama bendeniz fenerleri daha çok seviyorum.
Daha iyi yaşamak için kavrulanlara yol göstermeye yetmese de...

çetin altan