bugün

bektaşilik

liyakata çok önem veren, bu özelliğini sürdürme isteğinde inat etmesinden dolayı adı çok anılmayandır.

başlarda nakşibendilik de liyakata çok önem verirken ehl i sünnetten uzaklaşmanın getirdiği fırsatçılık anlayışıyla bu durumdan uzaklaşmış, şeyhlik makamı babadan oğula geçer bir duruma gelmiştir.

neden nakşibendilikten bahsedildiğim sorulursa cevabım şudur. osmanlı bektaşiliğin dolayısıyla aleviliğin belini kırabilmek adına, bektaşi olanların kendilerini nakşibendi olarak tanıtmalarına göz yummuştur. yani, can korkusu, bektaşilerin büyük bölümünü nakşibendi yapmıştır. buna en güzel örnek denizli şehridir. ki, denizli aynı zamanda düşman işgaline girmeyen tek şehrimizdir. osmanlı döneminde de öyle olmuştur. bu, bektaşi, yeniçeri ilişkisiyle açıklanabilir.

öte taraftan liyakat işine dönecek olursak, her alevi bektaşidir ama her bektaşi alevi değildir. işte burada liyakat konusunu tekrar açıklamak gerekir. çünkü, alevilikte dedelik makamı babadan oğula geçen bir makamdır. fakat, bektaşilikte layık olan bu makama sahip olur.

ayrıca, dönemine bakıldığı zaman , mevlevilerle birlikte, bütün rum ahaliyi türkleştirmeyi başaran hatta başı çeken tarikattır. fakat, halifelik( yavuz selim) ve özellikle mevleviliğin her daim iktidara yakın durmasıyla, bektaşiler anadolu da kıyıma uğramışlardır. ta ki cumhuriyetin ilanına kadar.

fakat bütün bunlar bir yana, asıl düzeltilmesi gereken durum şudur, hacı bektaşi veli değil hacı bektaş velidir kurucusu.

isteyerek tasavvuf olayına hiç değinmedim. burada ehl i sünnete dair kötü bir gönderme de yok. sadece tarihi bir tarafına bakılmasına sebep olmak istedim.

zaten aklı başında ehl i sünnet e dair çok güzel bir söz vardır; demişler ki kendileri mezhepler üzerinden giderek,

mezhebimiz sünnidir ama meşrebimiz alevidir, bektaşidir...

işte budur anadolu.