bugün
- icardi190521
- galatasaray14
- fettullah gülen'in ölmesi10
- dinci geri zekalılar ile insanlığın mücadelesi17
- sokak hayvanları uyutulacak64
- kızlar kendi aralarında ne konuşuyor13
- online 28 yazar şu an ne yapıyor16
- neden yazarlık yapıyorsunuz15
- bir kadın nasıl susturulur27
- yaya geçidinde kendini yola atan alman11
- 24 mayıs 2024 panathinaikos fenerbahçe beko maçı15
- türk kızlarındaki zenci merakı15
- menzilcilerin gay gay hareketleri13
- namaz kılan kemalist fayda görür mü10
- bir kadına söylenebilecek en güzel iltifat19
- iremga'yı taşlamak17
- mert hakan yandaş20
- türkiye fakirse halk neden obez37
- dünya türkiye'nin neyini kıskanıyor27
- istanbul'a taşınmak isteyenler için tavsiyeler9
- lise eteğini saklayan hatun13
- karşı cinste çekici gelen özellikler14
- yazarların bugün içtiği sigara sayısı16
- putine bir savaş taktiği ver12
- ideal erkek boyunun 195 olması16
- ameliyatla erkek oldum soruları alayım19
- rüyada olduğunu fark etmek8
- zalbert kızsa kanıtlasın11
- hayırlı cumalar9
- türk kızları neden gülümsemiyor14
- biontech aşısı olan insan9
- kitap okumanın zararlı ve gereksiz olması9
- iran cumhurbaşkanının cennete girişi12
- geldi yine deli9
- sokak köpeklerini çin'e ihraç etmek12
- türk erkeklerindeki iğrenç detaylar15
- beşiktaş ın fenerbahçe yi geçmesi12
- 23 mayıs 2024 beşiktaş trabzonspor maçı25
- e f e8
- aydinoglu bombala21
- bir erkek nasıl rahatlar15
- kocaeli de asansöre sıçan adam8
- 6 ayda yazılımcı olmak10
- mecidiyeköy metrosunda intihar eden kız10
- 23 mayıs 2024 ali koç basın toplantısı11
- bik bik için diktiğim etek17
- insan olmaya ceyrek kala8
- türkiyedeki rusların gövde gösterisi yapması11
Humphrey Deforest Bogart 1899 New York doğumlu. Doktor bir baba ve dergilere resim yapan bir anne, bir kız kardeş ve bir erkek kardeşten oluşan bir ailede büyüdü. ilerde doktor olması planlanıyordu ama gönderildiği Phillips Akademisi'nden kovulunca (niye tam bilinmiyor) deniz kuvvetlerine katıldı. Burada da rahat durmadığı, dudağının üstündeki yara izinden anlaşılıyor. 1920-22 arasında bir aile dostunun tiyatro kumpanyasında, önce müdür oldu sonra çeşitli gösterilerde rol almaya başladı.
Uzun yıllar sinema setlerinde oyunculuk yeteneğinin keşfedilmesini bekledi. Örneğin 1929 yılında Fox şirketi onunla bir anlaşma imzaladı ve Broadway's Like That isimli filmi çevirdi. Ancak bu filmi şirket iki yıl sonra piyasaya sürdü.
Yakışıklı sayılamayan yüzü, sert tavırları ve kendinden taviz vermez tutumu ile o zaman filmlerinde star olması bir hayli zordu. Zaten yıllar da bunu doğruladı. Sinemadan umudunu kesince tiyatroya döndü. Şeytanın bacağını 1936 yılında The Petrified Forest-Taşlaşmış Orman adlı oyunla kırdı. Oyun, sinema yapımcılarının da dikkatini çekmişti. Bu konuyu sinemaya aktarmak istediklerinde zamanın ünlü oyuncularından Leslie Howard, Bogart'ın da oynaması için ısrar etti. Filmdeki acımasız gangster Duke Mantee rolüyle nihayet değeri anlaşılmıştı.
Warner'ın onunla imzaladığı 5 yıllık anlaşma içinde 28 filmde rol aldı. Bu filmlerin yüzde doksan beşi sonunda hep ölen, kötü kalpli kanun dışı adamlardı. Üstelik gangster tiplemelerini sinemaya taşıyan en ünlü isimler, Edward G. Robinson, James Cagney gibi isimlerin gölgesinde kalmaya mahkumdu. Ama 1941 yılında onu uluslararası üne kavuşturan yapımlar peşi sıra gelmeye başladı. Önce yine bir kanundışı bir rol vardı karşısında. Raoul Walsh'ın yönettiği High Sierra filminde görmüş geçirmiş acımasız haydut Roy Earle rolü ile yıllardır geri planda kalmanın acısını çıkarttı.
Ardından ünlü polisiye romanlar yazarı Dashiell Hammett'in eserinden sinemaya John Huston tarafından uyarlanan Malta Şahini geldi. Burada özel dedektif Sam Spade rolünü tarif edilende de güzel yansıttı. Fötr şapkalı, pardesülü, her türlü belayı yaşamış (yani gün görmüş), bu nedenle insancıl yanını iyice derinlere gömmüş, acımasız, para düşkünü, alaycı çağdaş bir Amerikalı (pardon, dedektifi). Filmi yöneten Huston kariyerinin başındaydı, Bogart ise 15 yıldır ünlenmek için uğraşıyordu. Malta Şahini ikisine de şöhret kapılarını açtı. ikili Across the Pasific- Pasifik Macerasında yine bir araya geldi. Bunu Treasure of Sierra Madre- Altın Hazineleri, Key Largo- Ölüm Gemisi, Beat the Devil- Sarışın Şeytan gibi her biri büyük ilgi uyandıran yapımlar izledi.
Ama unutulmazlar listesine adını yazdıran film başlı başına bir kült yapım olan Casablanca oldu. Filmdeki Rick rolü hemen ona gelmedi. Baş roller başka yıldızlar için düşünülmüştü. Sonra karışık bir takım süreçlerden sonra kadın oyuncunun Ingmar Bergman'ın olmasına karar verildi. Bergman da yönetmen Michael Curtiz gibi oyunu Bogart'tan yana kullanınca, yapımcılar buna boyun eğmek zorunda kaldılar.
Böylece sinema tarihinin en unutulmaz filmi tarihe geçti. kaç defa seyredilse seyredilsin, her seferinde insana yeni tatlar veren, hiç bıktırmayan, her bir tiplemesi ayrı bir değerde olan film, yönetmeninden oyuncularına, senaryo yazarından müziğine her yönüyle dört dörtlüktü.
Bogart bir kere daha, görmüş geçirmiş, aşk acısı yüzünden kalbini derinlere gömen, alaycı tiplemesini başarıyla sergiledi. Sanki bar sahibi Rick onun hayatından çıkmış gibiydi.
Üç Oscar Ödülü kazanan filmde Bogie, Oscar adayları arasındaydı; ödül daha sonraki yıllarda gelecekti.
Oyunculuk eğitimi almadığını, ama içinden geldiği gibi oynadığını söylerken aslında bir gerçeğin altını çiziyordu. Varlıklı bir ailede dünyaya gelmesine rağmen, hayatta hep zor yolu seçmişti. Sinemada iyi bir yer edinmek için uzun yıllar uğraşmış, bu arada üç kez evlenip boşanmış, bol sigara, bol içkiyi eksik etmemişti.
Bir Hemingway uyarlaması olan To Have and To Have Not (1944) filminin setinde dördüncü eşi, en büyük aşkı Lauren Bacall ile tanıştı. Birliktelikleri ünlü aktör ölünceye kadar devam etti.
Hayatında her zaman ona şans getiren John Huston ile yine bir araya geldi. 1951'de Afrika yollarına düştüler. Filmde bir başka unutulmaz oyuncu daha vardı; Katherine Hepburn. Bogie bu kez, serseri, pasaklı, küfürbaz, ayyaş bir kaptan rolündeydi. Bunun da üstesinden başarıyla geldi. Ve hayatının ilk Oscar'ını bu ayyaş rolüyle aldı.
Gerçek hayatında ayyaş olmasa bile içki ve sigarayla fazla haşır neşir olması, kansere yakalanmasına neden olmuştu. Tedavi sonucu saçlarını kaybetmişti ama gerçek bir yıldız olduğunu unutmamıştı. 1954 yılında The Caine Mutiny filminde acımasız bir gemi kaptanını büyük bir başarıyla canlandırdı. Üçüncü kez Oscar'a aday gösterilse de kazanamadı.
Billy Wilder ve Audrey Hepburn ile Sabrina; William Wyler yönetiminde Desperate Hours; Michael Curtiz ile bir kere daha bu kez komedi filmi We're No Angels; son kez de Mark Robson'un yönettiği The Harder They Fall( 1956) ortalamanın üzerinde bir değere sahip filmlerdi.
Gırtlak kanseri yüzünden sağlığı giderek bozulan ünlü aktör, 1957 yılının 14 Ocak gününde, uykusunda hayata veda etti.
Bir dönem sinema dünyası onu unuttu. Ancak 68 rüzgarı ile birlikte, Amerikan üniversitelerinin ısrarıyla filmleri tekrar salonlarda, TV'lerde gösterilmeye başlandı. Rahat uyu Bogie....
http://www.ntvmsnbc.com/news/129444.asp
Uzun yıllar sinema setlerinde oyunculuk yeteneğinin keşfedilmesini bekledi. Örneğin 1929 yılında Fox şirketi onunla bir anlaşma imzaladı ve Broadway's Like That isimli filmi çevirdi. Ancak bu filmi şirket iki yıl sonra piyasaya sürdü.
Yakışıklı sayılamayan yüzü, sert tavırları ve kendinden taviz vermez tutumu ile o zaman filmlerinde star olması bir hayli zordu. Zaten yıllar da bunu doğruladı. Sinemadan umudunu kesince tiyatroya döndü. Şeytanın bacağını 1936 yılında The Petrified Forest-Taşlaşmış Orman adlı oyunla kırdı. Oyun, sinema yapımcılarının da dikkatini çekmişti. Bu konuyu sinemaya aktarmak istediklerinde zamanın ünlü oyuncularından Leslie Howard, Bogart'ın da oynaması için ısrar etti. Filmdeki acımasız gangster Duke Mantee rolüyle nihayet değeri anlaşılmıştı.
Warner'ın onunla imzaladığı 5 yıllık anlaşma içinde 28 filmde rol aldı. Bu filmlerin yüzde doksan beşi sonunda hep ölen, kötü kalpli kanun dışı adamlardı. Üstelik gangster tiplemelerini sinemaya taşıyan en ünlü isimler, Edward G. Robinson, James Cagney gibi isimlerin gölgesinde kalmaya mahkumdu. Ama 1941 yılında onu uluslararası üne kavuşturan yapımlar peşi sıra gelmeye başladı. Önce yine bir kanundışı bir rol vardı karşısında. Raoul Walsh'ın yönettiği High Sierra filminde görmüş geçirmiş acımasız haydut Roy Earle rolü ile yıllardır geri planda kalmanın acısını çıkarttı.
Ardından ünlü polisiye romanlar yazarı Dashiell Hammett'in eserinden sinemaya John Huston tarafından uyarlanan Malta Şahini geldi. Burada özel dedektif Sam Spade rolünü tarif edilende de güzel yansıttı. Fötr şapkalı, pardesülü, her türlü belayı yaşamış (yani gün görmüş), bu nedenle insancıl yanını iyice derinlere gömmüş, acımasız, para düşkünü, alaycı çağdaş bir Amerikalı (pardon, dedektifi). Filmi yöneten Huston kariyerinin başındaydı, Bogart ise 15 yıldır ünlenmek için uğraşıyordu. Malta Şahini ikisine de şöhret kapılarını açtı. ikili Across the Pasific- Pasifik Macerasında yine bir araya geldi. Bunu Treasure of Sierra Madre- Altın Hazineleri, Key Largo- Ölüm Gemisi, Beat the Devil- Sarışın Şeytan gibi her biri büyük ilgi uyandıran yapımlar izledi.
Ama unutulmazlar listesine adını yazdıran film başlı başına bir kült yapım olan Casablanca oldu. Filmdeki Rick rolü hemen ona gelmedi. Baş roller başka yıldızlar için düşünülmüştü. Sonra karışık bir takım süreçlerden sonra kadın oyuncunun Ingmar Bergman'ın olmasına karar verildi. Bergman da yönetmen Michael Curtiz gibi oyunu Bogart'tan yana kullanınca, yapımcılar buna boyun eğmek zorunda kaldılar.
Böylece sinema tarihinin en unutulmaz filmi tarihe geçti. kaç defa seyredilse seyredilsin, her seferinde insana yeni tatlar veren, hiç bıktırmayan, her bir tiplemesi ayrı bir değerde olan film, yönetmeninden oyuncularına, senaryo yazarından müziğine her yönüyle dört dörtlüktü.
Bogart bir kere daha, görmüş geçirmiş, aşk acısı yüzünden kalbini derinlere gömen, alaycı tiplemesini başarıyla sergiledi. Sanki bar sahibi Rick onun hayatından çıkmış gibiydi.
Üç Oscar Ödülü kazanan filmde Bogie, Oscar adayları arasındaydı; ödül daha sonraki yıllarda gelecekti.
Oyunculuk eğitimi almadığını, ama içinden geldiği gibi oynadığını söylerken aslında bir gerçeğin altını çiziyordu. Varlıklı bir ailede dünyaya gelmesine rağmen, hayatta hep zor yolu seçmişti. Sinemada iyi bir yer edinmek için uzun yıllar uğraşmış, bu arada üç kez evlenip boşanmış, bol sigara, bol içkiyi eksik etmemişti.
Bir Hemingway uyarlaması olan To Have and To Have Not (1944) filminin setinde dördüncü eşi, en büyük aşkı Lauren Bacall ile tanıştı. Birliktelikleri ünlü aktör ölünceye kadar devam etti.
Hayatında her zaman ona şans getiren John Huston ile yine bir araya geldi. 1951'de Afrika yollarına düştüler. Filmde bir başka unutulmaz oyuncu daha vardı; Katherine Hepburn. Bogie bu kez, serseri, pasaklı, küfürbaz, ayyaş bir kaptan rolündeydi. Bunun da üstesinden başarıyla geldi. Ve hayatının ilk Oscar'ını bu ayyaş rolüyle aldı.
Gerçek hayatında ayyaş olmasa bile içki ve sigarayla fazla haşır neşir olması, kansere yakalanmasına neden olmuştu. Tedavi sonucu saçlarını kaybetmişti ama gerçek bir yıldız olduğunu unutmamıştı. 1954 yılında The Caine Mutiny filminde acımasız bir gemi kaptanını büyük bir başarıyla canlandırdı. Üçüncü kez Oscar'a aday gösterilse de kazanamadı.
Billy Wilder ve Audrey Hepburn ile Sabrina; William Wyler yönetiminde Desperate Hours; Michael Curtiz ile bir kere daha bu kez komedi filmi We're No Angels; son kez de Mark Robson'un yönettiği The Harder They Fall( 1956) ortalamanın üzerinde bir değere sahip filmlerdi.
Gırtlak kanseri yüzünden sağlığı giderek bozulan ünlü aktör, 1957 yılının 14 Ocak gününde, uykusunda hayata veda etti.
Bir dönem sinema dünyası onu unuttu. Ancak 68 rüzgarı ile birlikte, Amerikan üniversitelerinin ısrarıyla filmleri tekrar salonlarda, TV'lerde gösterilmeye başlandı. Rahat uyu Bogie....
http://www.ntvmsnbc.com/news/129444.asp
güncel Önemli Başlıklar