bugün

casablanca

Casablanca.. asla gerçek olamayacak yapaylıkta bir dekor-kent, aynı zamanda tüm ümitlerin gerçeğe dönüşme ihtimalini içinde barındıran, hayallerinin kesiştiği ve vücuda geldiği bir düşler ülkesi.. iyinin ve kötünün içe içe geçtiği, özgürlüğe kaçışın yegane adresi ve unutulmaz bir aşkın evsahibi.

II. dünya savaşı sırasında avrupa kana bulanmış durumdayken özgürlüğe, yani amerika'ya kaçışın tek adresi savaşta yansız kalmış olan portekiz'in başkenti lizbon'dur. Lizbon'a giden yol ise casablanca'dan dahası rick'in barından geçer.. içinde nazi subaylarından, özgürlük savaşçılarına, kumarbazlardan, casuslara kadar herkesi içinde barındıran bu bar, rick için eski aşkını anmak için istisnasız her gece sarhoş olduğu, eski bir paris hatırasının sığınağıdır..

Nazilere karşı direnişin önderlerinden victor laszlo ve karısı ilsa'nın yolu da bir gün işte bu bara düşer.. paris'de yarım kalan hikaye yıllar sonra dirilir ve imkansız aşkın son noktası casablanca'da koyulur..

Paris'in işgal edildiği gün kentten kaçmak için tren garında buluşacak olan aşıklar, o unutulmaz günlerin hatırasıyla özgürlüğe yol alıp bir ömür mutlu bir aşkı yaşayacaklarken, nihayetinde birer efsane olurlar. Çünkü ilsa gelmemiştir.. rick garda ilsa'nın o kahreden mektubunu okurken, yağmur damları ile yazılar yavaş yavaş silinir.. rick'in kalbide işte o an taşlaşmıştır.. onun aşka ve kadınlara olan inancının bittiği, tam teşeküllü bir kaybeden olmayı kabullendiği andır o.. öyle ki "ben kendimi kimse için tehlikeye atmam, ben beni ilgilendiren tek konuyum" diyebilecek kadar katılaşmıştır artık rick. Ve bu aşkın tek tanığı sam'in piyanosundan çıkan o eşsiz melodiler eşliğinde hiç unutamadığı eski aşkı için içecektir yıllarca.. nereli olduğunu soran alman subayına "ben ayyaşım" diyecek kadar umursamaz ve dünya ile bağlarını koparmış birisi olmuştuR.. artık ne rick garda ki gözü yaşlı aşıktır, ne de kalbe dokunan her hangi bir hisse inancı kalmıştır..

II. Dünya Savaşı'nda Naziler'in karşısında yer alan ve Çek direniş örgütünün lideri olan Victor Lazlow, Alman konsantrasyon kampından Amerika'ya kaçma umuduyla Casablanca'ya gelir. Victor ile, karısı sıfatıyla Casablanca'ya gelen, Bayan Lazlow Rick'i garda yalnız bırakan ilsa'dan başkası değildir. Yakalanmadan Lizbon'a, oradan da Amerika'ya iltica etme derdinde olan Victor'un zoraki- seçtiği durak Casablanca, Paris'de yarım kalan bir hikayeyi yıllar sonra diriltmeye yeter.

Nazi karşıtı Victor'un kaçış için tüm umudu, şans eseri Casablanca'nın en meşhur gece kulübünün sahibi olan Rick'e bağlanmıştır. Çünkü Rick, kaçış için gerekli olan pasaportlara sahip tek kişidir. Bir yanda eski fakat küllenmemiş bir aşk; bir yanda Nazi'lerin elinden kaçmaya çalışan bir direnişçinin hayatı... Hayatın bencilleştirdiği taş kalpli Rick; ilsa'yla birlikte Lizbon'a gidecek biletin sahibini belirleyecek tek kişidir. iki eski sevgilinin Lizbon'a kaçmaları, Rick'in aslında Paris'te noktalanan hayatındaki eski ve derin bir yarayı kanatmak olacaktır belki de. Yoksa doğru olan ilsa'nın, bildiği davanın peşinden koşan kahraman kocası Victor ile uçağa binmesi midir?

görev duygusu eski ama küllenmemiş bir aşka üstün mü gelecek, tek kişilik bilet ilsa'nın yanında kimi lizbon'a taşıyacaktır.. yaşamı paris önesi ve sonrası olmak üzere ikiye bölünmüş olan rick o tek bileti ebedi aşkının sevgilisine mi verecektir yoksa yarım kalmış bir hikayeyi tamamlamak için ilsa'sı ile özgürlüğe mi uçacaktır. işte Casablanca'nın bu kritik soruya verdiği cevap, izleyiciyi heyecanlandırır ve onu unutlmazlar arasına sokar.

tüm klişelerin eşsiz bileşimi ve onları en efektif şekilde harmanlayan casablanca aşka ve bize çalımını orada atar.. komiser Renault "her zamanki şüphelileri toplayın" derken rick havada süzülen uçağın arkasından geçmişteki virgülü silip yerine olması gerekeni, koca bir noktayı mağrurca bırakmıştır.. sinema tarihini unutulmazları arasına girerek hem de..

Casablanca tüm klişelerin bünyesinde toplandığı bir- klasik savaş dekorlu aşk filmi olmasından ziyade tüm bu klişelerin yaratıcısıdır da aynı zamanda.. umberto eco; "tüm klişeleri bir arada kullanmak cüretini gösteren film" der onun için. Zihnimizdeki aşka dair tüm imgeler, rastlantılar, hikayeler, çağrışımlar burada hayat bulur. ancak onca sinemasal numaradan, bir ticari film olmanın verdiği yapaylıktan ve populist bir kendini tekrardan kurtulup kendine has bir masalın fonu olur..

bir gün bir mucize olur ve sinema tanrısı değneğini bir filme değdirir. Tüm rastlantılar olması gereken yere oturur, tüm klişeler sahici bir dile gelişe gebe olur ve ortaya aşkın ve romantizmin untulmaz bir bileşkesi çıkar. işte o zaman Casablanca bireysel dramların kitlesel trajedileri bir anlığına da olsa gerilere ittiği eşsiz bir melodarama dönüşür..

filmin ilk başta pek de dikkat çekmeyen ve yapımcıları iştahlandırmayan senaryosu ve hatta ronald regan'ın başrolu reddedip rolün humprey bogart'a devretmesi ile pek de ses getireceği tahmin edilmeyerek gösterime girer. Ancak film 1943 yılındaki casablanca konferansına denk düşünce heyecan uyandırır..ufak çaplı bir ilgiden sonra ve holloywood'un tozlu raflarındaki yerini, benzeri onlarca fim ile birlikte alır. Lakin 1960'lar da sinema'nın perileri devreye girer. Film üniversite gösterimlerinde inanılmaz ilgi görmeye televizyonda her yayımlandığında büyük ratingler almaya başlar. Casablanca işte o zaman, doğumunda yıllar sonra başyapıt mertebesine yükselir.. zaman büyük bir dirençle karşı koymuş, yıllar geçtikçe ne denli naif bir aşk hikayesi olduğu ve aslında andrew sarris'in de dediği gibi "mutlu tesadüflerin en mutlusu"na imza attığı görülmüştür..

humprey bogart efsanesini doğuran, ingrid bergman'ın her daim parlayan ve bu siyah beyaz filme aydınlığıyla en keskin konstrastı veren o saf ve duru güzelliğini gösteren casablanca yıllanmış bir aşkın tüm sahte meldoramlara şaplak atan, ve rick'in uyanan aşkına, yılların aşka çizdiği yaraya, gözyaşına ve gurura aynı sahicilikle yaklaşıp ölümsüzleşen onulmaz bir yara olmuştur gönüllerimizde.

Filmle ilgili bire diğer ilginç nokta da, senaryonun çekimler boyunca tekrar tekrar yazılması ve yönetmen Curtiz'in filmin sonunu herkesten sır gibi saklamasıdır. Filmin kahramanlarını dahi izleyiciyle birlikte meraklı bir bekleyişe sokan bu tuhaf durum, aslında bir yönüyle Casablanca'ya tuhaf bir gerçeklik katar. Curtiz, bu "bekleyiş"le sergilenen duygusal anlarda, en başarılı performanslara şahit olduğunu söyler. Film ayrıca; Curtiz'in sinema serüveninde imza attığı 150'den fazla filme rağmen, ısrarla "Casablanca'nın yönetmeni" olarak anılmasına neden olmuştur.

Ilsa'nın Sam'e söylediği "Play it again Sam" (tekrar çal Sam), her ne kadar zihinlere kazınmış olsa da filmde tam olarak böyle bir replik bulunmaz. Woddy Allen'ın yıllar sonra yazdığı ve Casablanca'ya gönderme yaptığı aynı isimli oyun, filmdeki en ünlü repliğin "play it again Sam" olarak hatırlanmasına sebep olmuştur. Senaryoda bu repliğin orijinali "Play it , play; As Time Goes By" ("Zaman Geçtikçe"yi çal Sam) olarak geçer.

Casablanca daima Paris'in o mutlu günlerin bir daha dirilmemek üzere gömüldüğü yerdir Rick ve ilsa için. bir tren garında istemeden ayrı düşen yollar bu büyülü kentte kesişmiş, rick ilsa'yı victor ile yollarken artık aşktan da üstün bir duyguya sahip olduğunu göstermiştir..

Rick ilsa'yı Victor'a bırakırken, aşkın yerini kabulleniş alır. Tadına varılmadan gömülen aşkın can bulduğu asıl yerse, filmin o çok ünlü şarkısı "As Time Goes By ile Sam'in piyanosudur. Doyulmamış, yaşanamamış bir geçmişe ve yaşanması yasaklanmış bir yarına ince bir sitem... "Tekrar çal Sam":

You must remember this,
a kiss is just a kiss,
a sigh is still a sigh....
the fundamental things apply
as time goes by

and when two lovers woo
they still say i love you
on that you can rely
no matter what the future brings
as time goes by

bunu unutmamalısın
bir öpücük, hala bir öpücüktür,
bir iç çekiş, hala bir iç çekiştir
temel kurallar geçerlidir
zaman geçtikçe

iki sevgili kur yaparken
hala seni seviyorum derler
buna güvenebilirsin
gelecek ne getirirse getirsin.
zaman geçtikçe...