bugün

türkçe

turkce, sanki hicbir zaman konusma dili haricinde saf turkce yahut ozturkce olmamis bir dil.

turkler orta asya'da gocebe bir tolum olarak bulunduklari sirada cince'nin yogun etkisi altindaydilar. yogun, ancak yazili bir edebiyatlari olmadigi goz onune alindiginda. ki sozlu edebiyatinda destanlar haricinde pek gelismis oldugu soylenemez.

sonrasinda turklerin bir kismi hazarin kuzeyinden avrupaya goc ederken, diger bir kismi aral golu bolgesinde turkistan tabir ettigimiz yorelere ve maveraunnehire yerlesmisler. bu donemde de, turkce uzerinde sanskrit ve farsca dillerinin etkisi goruluyor. uygur turkleri, ki dogu turkistani mesken tutmuslardi, daha cok sanskritcenin etkisinde kalirken batida yasayan ve sekizinci yuzyildan itibaren musluman olmaya baslayan turklerin yogun farsca ve islam dini sebebiyle arapca etkisinde kaldiklarini goruyoruz.

bu donemde mevzu bahis memleketlerdeki sosyal yapiya soyle bir goz attigimizda, turklerin gocebe hayattan sehir hayatina gecmeye calistiklarini ve bir kultur degisimine ugradiklarini goruyoruz. ve yonetici, burokrat ve diplomat kadronun dilinin farsca oldugunu, ilim dilinin haliyle arapca oldugunu goruyoruz. turkce gene ancak konusulan bir dilden ibaret kalmis, divan-i lugat-ut turk ve benzeri bir kac yapit da bunun canli bir sahidi olmaktan oteye gidememislerdir.

sozkonusu kultur degisimi tamamlandigi kadariyla turklerin de diger milletlerle kaynasmasini ve tabiatiyle ayni dili de bir yere kadar paylasmalarini beraberinde getirdi. ozellikle edebiyat dili olarak gelismemis olan turkce, farsca ve arapcadan bir cok kelime aldi ve kullandi.

ancak turki-i basit tabir edilen dil halen toplumun belli bir kesimi tarafindan kullaniliyordu. yani, kaybolup gitmesi soz konusu degildi.

selcuklularin anadoluyu feth etmesi ve yerlesmeye baslamasiyla degisik bir kultur olusmaya basladi anadoluda. 13. ve 14. yuzyillarda turk komutanlarin anadoluda siyasi ve askeri hakimiyeti kurmasini muteakip mogol istilasindan firar eden her milletten insanin goc de etmesiyle cok degisik bir ictimai yapi olustu. fars kokenli gocmenler, ki diger gocmenler arasinda sayica cogunluktaydilar, sehirlerde ortanin genellikle ustunde bir sinif olusturdular. bu sinif, edebiyatla ilgilenen sehir kulturunu olusturan, sultanin etrafindaki devlet ricalini, burokratlari ve diplomatlari da kapsayan bir manada elit bir kesimdi ve anadolunun yuzyillar boyunca paslanmaya yuz tutmus kulturel hayatina bir canlilik getirdiler.

bu donemde tasavvufun toplumsal yapilanmada cok onemli bir etkisi vardir. en etkili ve yaygin iki tarikat olarak da, bektasilik ve mevleviligi zikr edebiliriz. mevlevilik, bekri bir tarikat olup daha cok sehirde yasayan, zikrettigimiz elit kesime hitap ediyordu. ki mevlananin kendisi de bu sosyal gruba aittir. baktasilik, melamilik gibi tarikatler daha cok tasrada orgutlenmelerine ve etkili olmalarina ragmen, elbette ki sehirlerde de mevcuttular. bektasiligin anadoludaki esnaf loncalarini yeniden canlandirip yurutmeye baslamasi da beylikler donemine tekabul eder. ayni sekilde, asker sinifi uzerinde de oldukca etkili olmuslardir. karacaoglan, koroglu, yunuz emre gibi halk sairleri bu donemde yetismis ve turkce edebiyat dili olma yolunda ciddi adimlar atmistir. ancak, surasi kesin ki hicbir zaman farsca yahut arapca kadar etkili yaygin ve muteber olamamistir.

anadolu kulturu beyliklerin hakimiyeti altinda yuzyillar boyu yogrulup gelisirken, osmanli'nin balkanlar'da kurdugu devlet, ayri bir kultur gelistirmisti. balkanlar'da turkce konusan kesimi genellikle goc eden turkler yahut yerlilerden musluman olnalar olusturuyordu ki, bunlarin kullune birden turk tabir edilmistir. burada da, bektasiligin cok etkili oldugunu ve islamin onlarin eliyle yayildigini goruyoruz. ancak balkanlarda olusan turk kulturu edebiyat ve dile etki edecek seviyede degildi.

osmanli anadoluda gelismis olan farsca ve arapcayla hayli hasir nesir olmus dili benimsedi. bu donemlerde bircok farsca ve arapca eserin verildigini goruyoruz. ancak osmanli turkcesini kullanan sairler ve ilim adamlari da azinlikta degillerdi.

tanzimat doneminin baslamasiyla bati kulturune acilan turkcenin onceleri tek tuk fransizca kelimeleri haute societe'nin benimsemesiyle birlikte, ankarada yeni bir devlet kuruldugunda osmanli turkcesi halen kullanilmaktaydi. zamanin meclisinin yaptigi kultur devrimi, dilde de temel degisikliklere gidilmesini ongoruyor ve istanbulu, osmanliyi, islami, kulturel ve tarihi mirasini reddetme cabasi icinde alfabe degisikligine gidiyordu.

coken siyasi otoritelerin, arkalarinda biraktiklari yikintidan yeniden bir seyler kurmaya calisanlarin, damitila damitila en mukemmele dogru giderek halk dilinden haliyle kopmaya baslamis edebiyat dilini reddetmesi cokca karsilasilan bir olgu. ancak cumhuriyet donemindeki radikal inkilaplar bunun otesinde acayip ve kompleksli bir sindirme politikasinin urunune benziyorlar. ve bu devrimin bir sonucu olarak, siyasi otoritenin ideolojisinin de bir geregi olarak, 1920lerden bu yana dilde cok hizli bir cokus gozlemleniyor.

hayali bir ozturkceye geri donme cabasi icinde, guya bilim adamlarindan tutun da arap alfabesinin turkce icin latin alfabesinden daha kullanissiz oldugunu savunmaya calisan siyaset adamlarina kadar her turlu(!) gorusun sahnede yer almasindan olsa gerek, turkce cok degisik bir surecte yalpalayarak, saga sola carparak gunumuze geldi.

ancak bu sadelesme akimi, adindan beklenecegi uzere sadelesme getirdigi gibi bati dillerinden bir cok kelimenin de kullanima girmesi sonucunu dogurdu. kulturel ve toplumsal hayat dili her zamanki gibi etkiliyor kisacasi.