bugün

ölüm

hayır, ölüm herşeyi anlamsız kılmaz.
ölüm sömürgeci hırslarımızı, alev alev tutuşan öfkemizi, cam fanuslarda sakladığımız kinimizi anlamsızlaştırabilir ancak. hayata asıl değerini katan şeydir ölüm.

babamın akciğer kanseri olduğunu öğrendiğimizde artık herşey için çok geçti. bir günde bir silüet gibi karardı sanki. gözünün rengi soldu önce. sonra yatağında küçüldü giderek. hergün bir parçası ölür gibi usulca gidiyordu babam.

hala konuşabiliyorken ve her nefesini atmosferden sökerek aldığı günlerden birinde, bir tabak çorbayı bile içemezken üstelik, kavun istedi benden.
aylardan nisandı. karpuz tek tük gözüküyor ama kavundan haber yoktu. "hastaların böyle münasebetsiz istekleri olur bazen" dedi mahçupça. mahçup olamayacak kadar yorgundu aslında. baba dedim bu zamanda kavun bulsak da tadı olmaz ki. "olsun" dedi. "kavun bul sen gerisi önemli değil" eski bir dostla vedalaşmak ister gibi. yaza erişemeyeceğini bilir gibi...

kavun güzel bir meyvedir. eğer esaslı ise kokusu bütün evi sarar. babam severdi kavunu. ne kavunlar yedik bu evde neşe içinde. yaz sıcağında dolaptan çıkmış, doğranmış kavuna çatal batırmak nasıl bir coşkudur değil mi? bir lokma kavunu çiğneyebilmek aromasını damakta kokusunu burunda hissederek yutabilmek ne güzeldir. hayır ne yazık ki anlayamayacaksınız. anlamalısınız oysa. kavuna karpuza ve şeftaliye aşık olmalısınız. babam severdi kavunu, ben severdim babamı. aylardan nisandı. kavun henüz toprakta ve inatla bekliyordu babamı.

kısa süre sonra bir gece uyudu babam. uyandıramadık. nefes alıyordu ama yavaş yavaş boğuluyordu sanki uykusunda. çırpınmaya başladı ellerini kollarını bağladılar. gecenin üçünde acile kaldırdık. oradan da yoğun bakıma.

tam 14 gün ölümü bekledik hasretle. babamın gözlerinden de okuyordum bu hasreti. hepimizden fazla belki de. ne tuhaf insan babası ölsün diye bekler mi? insan babam bir ölse diye dua eder mi? ölüm kendini bu kadar naza çeker mi? allahım daha neyi bekliyorsun? makinaların arasında yatan bembeyaz kupkuru bu adam benim babam mı?

4 mayıs günü saat 11 de nihayet geldi ölüm. hastanenin morgundan aldık babamı. imamla beraber yıkadık. babam çok rahatlamış gibi yüzünde belli belirsiz bir tebessümle yatıyordu. çok yorulmuştu ve dinleniyordu. bu hali o kadar hoşuma gitti ki. aylardır bu kadar güzel uyurken görmemiştim onu. bir vuslatın neşesi vardı her halinde. şükrettim allah'a. babamı bu kadar güzel karşıladığı için ve ölümü yarattığı için. ve farkettim ki hayat kadar güzeldi ölüm. babam öyle gençlik günlerindeki öğlen uykuları gibi tatlı tatlı uyurken toprağın kucağına saldık onu.

babam gittikten bir hafta sonra ilk kavunu gördüm manavda. çok uzun bakamadım. "geç kaldın" dedim ama umurunda değildi. "ben zaten henüz yiyebilecek olanlar için gelmiştim" der gibi baktı suratıma. kızmadım ona. ne mutlu ağız tadıyla bir dilim kavun yiyebilene. ölüm herşeyi anlamsız kılmaz işte. hala yiyebiliyorken öfkeyle, kinle, hasetle ve hırsla kirletmeden tüketmeli kavunu, karpuzu, hayatı.