bugün

bukalemundan mektuplar

karanlık bir otel odasında iki duble jack daniels içmişliğim var. yalancı bir halının üzerinde dolaşan ayaklarım yürüdüğüm yolların bir hediyesiymişcesine sahiplendiler bu halıyı. kafam gibi konu da dağılıyor. anlatmak istediğim halı değil oysa ki.

benim anlatmak istediğim, yaşadığım ya da yaşamaya çalıştığım ve hatta savaşını verdiğim minik kalbimin çırpınışlarına nasıl katlanacağımdır. bu çırpınışlara ve bana dair olan bilinmezliklere bir anlam yükleyemediğimden hissetiklerimi kelimelere dökemiyorum. belki de bir şey anlatmak istemiyorumdur orospu dünyaya. belki de ölümdür bizi ayakta tutan. daldan düşen yapraktır insanı büyüten.

bir çocuk büyütmek midir amaç? yoksa büyümek midir bir çocukla? ya da çocugun büyümesine tanıklık etmek midir sadece? oysa öldürenizdir biz çocuğumuzu, içimizdekini.

ölesiye aşık olmak istiyorum ve ardından sevilmemek. acı çekmek hayalcilik dünyasının en büyük aracı paradan sıyırıyor adamı. tat alıyorsun yaşamaktan, her andan. sabahları bir kadının aşkıyla acı içinde uyanmak tarifsiz hazlar veriyor bedene.

ne anlatmak istiyorum ben?

bilmiyorum açıkcası. ne hissetiğimi, ne söylediğimi bilmiyorum.

durun durun. itiraf etmem gerekirse bir tene sarılıp uyumak isterdim şu koca yalnızlığımda. sadece sarılmak, düzenli nefes alışverişleri arasında göğsünün kaybolmak bir kadının, teninin kokusunu içime çekmek isterdim. huzura ermek. ama istemezdim de, eğer bu isteklerim olursa acı çekmezdim. acı çekmezsem gerçek olmazdım, olamazdık. ama isterdim bir kadını sevmek delicesine, sarılmak ona.

ne diyorum ben?

bilmiyorum.

bir varilin içine üç beş bez parçasını doldurup, biraz kağıt, gazete ekleyip usulca ateş yakan, belki dilendikleri belki de alın terleriyle kazandıkları 3 liralık şaraplarını içen yolsuzların, evsizlerin yanında evsiz olmak isterdim. ama ne oldum ben? bilmiyorum.

neyse kimse de sormayacak nasıl olsa. kimse okumayacak beni, kimse dinlemeyecek ve bilmeyecek çığlığımı.

bu da bir acı çeşidi sanırım ve ben yaşıyorum...