bugün

entry'ler (2)

ikra bismi rabbi safsatası

Burada şu konuyu da göz önünde bulundurmakta fayda var, islamiyetin ilk dönemlerinde hariciler, devamında da Vahhabiler (Arabistanın yönetimi elinde bulunduran çoğunluğu) ve devamı niteliğindeki Selefiler (işid, Taliban vs..) daimi suretle islamiyeti kendi yorumlarına göre uygulama gayretindedirler. (Hz. Peygamberin şefaatine inanmazlar, türbelere saygısları yoktur, yıkarlar - SüleymanŞah örneği - bir kişi bir namazı kılmasa katli vacip, mallarına el konması caizdir derler vs. vs.. devamını araştırın). Osmanlı döneminde Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, oğlu Tosun Paşa kumandasındaki (evet bildiğiniz Kemal Sunal filminde geçen) bir orduyla Mekke, Medine ve Taif'i Vahhabilerin elinden kurtardı. Son olarak ise Mehmet Ali Paşanın kumandanı ibrahim Paşa o dönemdeki liderlerini yakalayarak istanbula gönderdi ve asıldılar. Bu nedenledir ki araplar din kardeşimizdir, onlar da müslüman biz de gibi bir mantıkla hareket etmek en büyük yanılgıdır, kaldı ki aynı düşünce ve iman paylaşılıyor olsa ingilizler ile birleşip (Lewrance örneği) Osmanlıyı arkadan vurmazlardı.

Bu tarihi bilgileri araştırması okuyucunun borcu olmak üzere verdikten sonra gelelim mektubun incelenmesine :
“Ikre, Bismi, Rabbi" (Rabbinin adıyla oku) bu sözcük bildiğimiz üzere Allah kelamını okumaya davet olup iman ve itikat sahibi bir insan için önemi büyüktür. Atatürk bahsi geçen mektubun ilk kısmında şöyle demektedir:

"Son senelerde Istanbul’da yayınlanan gazetelerde Roman diye okuduğumuz bazı tarihi eserler vardır ki, bunlar şüphesiz yüksek heyetinizin gözleminden kaçmış değillerdir; Bu roman sayfaları bence gerçek tarih belgelerinin yorumudur;"

Dikkat edilirse "bazı tarihi eserler" deniyor, çoğul kullanımla piyasada dolaşan çeşitli yayınlardan ve bunların Allah kelamından bir emir kullanılarak albeni yaratılmaya çalışıldığından bahsediyor. Bu eserlerin tam olarak ne olduğunu bilmesek de yukarıda bahsettiğimiz Harici, Vahhabi ve Selefilerin dini kendi yorumlarınca uygulamaya çalışmaları örneğinde olduğu gibi aynı mantıkla hazırlayanın kendi görüşü ve din anlayışı doğrultusunda yazılmış, din süsü verilmiş fikir kitapları olma ihtimali yüksek. Benzer durum hatırlayacağımız üzere hadisler için de vuku bulmuş ve M. S. 800 lü yıllardan sonra pek çok hadis kitabı türemiş hangilerinin sahih hangilerinin sahih olmadığı konusunda ihtilaflar olmuş ve Kütüb-i Sitte oluşturulmuştu ancak 1900lü yıllara kadar bu tür sahih ve sahih olmayan hadis kitapları piyasada türemeye devam etmiştir.

Atatürk'ün son cümlesinden oldukça kızgın olduğu anlaşılıyor ve şu cümleyi kullanıyor :

"Bu zihniyetle hareket edenler islam’dan önce evrensel Türk uygarlığının bütün belgelerini imha etmekte engel görmediler."

Bu cümleden akıl sahibi bir insanın anlayacağı şudur; bu yayınları hazırlayanların "islam ve Türklük" düşmanı olduğu ama islamdan önce Türk uygarlığına saldırıda bulunduklarıdır. Kaldı ki oryantalistlerin islam'a yönelik saldırıları ve bu doğrultuda hazırladıkları yayınlar günümüzde de hız kesmeden yayınlanmaya devam etmektedir. Olayları incelerken geniş bir yelpazede zamanın koşullarında ve detaylarıyla objektif incelenmesi gerekir, düz mantıkla incelenen her eser konu insanı doğru bilgiye ulaştırmayacaktır.

allah dünyayı neden 6 gün de yarattı

Öncelikle dünya ve güneş yok iken (yaratılmamışken) gün kavramından söz etmek anlamlı olmaz. Gün dediğimiz kavram güneşin doğuşundan batışı ve geceden tekrar güneşin ilk ışığını ufukta gördüğümüz ana kadar geçen süredir kibunun günümüzde 24 saat iken Einstein teorilerinden uzayda daha farklı aktığını biliyoruz. Öyleyse henüz var olmayan bir gün kavramının olduğu bir süreçte, ilk yaratılış esnasındaki zaman algısı ile bugünden milyarlarca yıl sonrasındaki zaman algısının farklı olacağı çıkarımında da bulunabilirsiniz, bu nedenle bahsi geçen gün kavramını merhale, aşama olarak algılamak daha doğru olur bu birinci kısım. ikinci kısım ise Zariyat/47 ve Enbiya/30 ayetlerinde belirtildiği şekilde evrenin genişlediğini, güneşinde (bu genişleme içerisinde) akıp gittiği Yasin/38 ayetinde belirtilmektedir. Dolayısı ile sabit bir nesne yaratılmak istendiğinde örneğin bir bardak düşünün ol dendiğinde o anda oluver ise sürekli genişleyen bir evrenin yaratılması söz konusu olduğunda bir başlangıcının ve sonunun yani akıp giden bir sürecin varlığı olması gerekmektedir ki bunun da birinci kısımda açıkladığımız bizim zaman algımız dışındaki aşamalalardan geçtiği sonucu ortaya çıkar, aksi halde evren durağan, genişlemeyn sabit bir hacme sahip yapıda olurdu.