bugün

sevdiği entry'ler

musical ly

Bir akıllı cihaz uygulaması.

Uygulama karaoke ve dans a yönelik bir sosyal paylaşım platformudur.

logo tasarımı

http://www.logomatik.net/ fazla kurcalamanın bir alemi yok adamlar yapmış.

logo tasarımı

bir kurum veya bir kişi için logo yapmak için programdan çok, en az şekil kullanılarak anlatmak isteneni anlatmaktır. bir kağıt kalem ile de logo yapılabilir. coca-cola'nın logosu da bir el yazısıdır ve sonradan vektörel olarak kullanılmıştır.

logo yapılırken ilk başta şekil/nesne belirlenir. bu belirlemede kurumun yapacağı iş, hitap ettiği müşteri ya da fikir yapısı logoya aktarılmalıdır. logo ilk yapımda renkler önemli değildir, siyah beyaz tonlarını kullanılarak şekil belirlenmelidir. bir gökkuşağı görüntüsü logo için uygun değildir. düşünmemiz gereken bir kaşede ya da fax/fotokopi'de logomuzun yine güzel görünür olmasını sağlamaktır. bu nedenle en kötü ihtimali düşünerek logo siyah beyaz çalışmak ve sonra renklendirmektir.

logolar genelde freehand ya da corel draw ile tasarlanır. bu programlara aşina değilseniz kurcalayarak 1-2 hafta içinde yavaş yavaş şekil çıkarmaya başlayabilirsiniz. photoshop'ta da logo yapmanız mümkün ancak baskı için en uygunu vektörel tabanlı programlardır.

logomuzun baskısı kağıda, kupaya, brandaya, cama ve bir çok şeye basılacağını düşünürsek hepsinde genel geçer bir logo yapmamız lazım. bu baskılar bir çok farklı makinenin ürünü olduğundan bir makineden net çıkan logo diğerinde problemler oluşturmakta. bu problemler genellikle ara renkler veya puslu/blur geçişlerde görülmektedir. bunun için logomuzda en fazla 2 ara rengin (ayrıca (bkz: cmyk)) bileşenini ve kombinasyonunu kullanmakta yarar vardır. blur olayını da hiç kullanmamanızı öneriririm. logoyu hep siyah üzerinde hem de byaz üzerinde test etmeniz gerekmektedir. ikisinde de görünmesi uygundur. bunun için çevresine beyaz bir border uygulanmasında yarar vardır. logo genelde ya yatay dikdördgen bir şekle ya da kare içine sığması önerilir bir şeydir.

logo tasarımı sadece yazı, yazı+logo, sadece logo ya da logo altı küçük yazı ile kombine olabilir. şuanda en revaçta olan logo altı/logo yanı yazıdır. logomuzu bir şekilde tamamladıktan sonra logoya uygun bir font seçmek gerekir (bkz: dafont). fontumuz kolay okunabilen ve sektöre hitap etmeli ve kendi paşına logo olacak cinsten olmamalı ve sade olmalıdır. logonuza bakan biri "aaa lan şu yazıyı bizim bakkalın tabelasında da kullanmışlardı" denmemesi gerekir.

logonuz bittikten sonra logoyu küçültüp bu şekilde nasıl göründüğüne bakmalısınız. bir kartvizit üzerinde genelde küçük bir logo kullanılacağından hem küçük hem de büyük görünümü önemlidir. yazılar okunuyor mu?, logodaki ayrıntılar belli oluyor mu? kendinize sormalısınız. mesela bir çelik kapıcıya logo yapıyorsunuz diyelim ve kapı yapmaktan başka aklınıza başka bir şey gelmedi, fikir kabızlığı çekiyorsunuz. bu aşamada kapıyı yaptızın ancak kapının kulbu için çok fazla ayrıntıya girmeyin, bir yuvarlak yeterli olacaktır. çünkü logo küçüldüğünde o kulp neredeyse görünmeyecektir. hatta hiç yapmayın ve başka şekillerde onun kapı olduğunu anlatın.logo yaparken ilk aklınıza geleni çizin ancak asla onu kullanmayın, o şekli geliştirin, değiştirin, ekleyin çıkarın. güzel olduğunu düşündüğünüzde onu kaydedin bir kahve için ve sıfırdan başka bir logoya başlayın. en az 4-5 logoyu bitirdikten sonra bi yemek molası verin ve oturup yaptıklarınızıza bakıp elemeye başlayın. ilk yaptığınızın ne kadar salakça olduğunu göreceksiniz.

çok fazla logo yapmaya çalışmak yaratıcılığınızı silebilir. mümkün olduğunca bol ara verip az logo yapın.

anın görüntüsü

görsel

allah beni seviyorsa neden fakirim

güzel bir soru. fakir olan birinin aslında isyanı gibi bir şey bu. bunu diyen arkadaşa hemen bir peynir ile cevap verelim. her seferinde hoşuma gitmiştir bu hikayeyi anlatmak...

şimdi zamanın birinde 4 fakir genç kahvaltı yapmak için 1 kalıp peynir ve aldıkları ekmekle çay ocağına girer. durumları anca küçük bir kalıp peynire yeter. nevaleyi açıp otururlar masaya. içlerinden bi tanesi;

'' ben peyniri bölemem. hepiniz arkadaşımsınız, hak geçer '' der.
diğeri; '' ben de bölemem, birinize az düşer allahtan korkarım '' der.
diğer fakir ise; '' durun o zaman şu karşıda oturan hacı dayıya söyleyim '' der ve hacı dayıya seslenir;

'' heyy hacı dayı, biz 4 arkadaşız. bi kalıp peynirimiz var ama hak geçer diye kimse pay etmek istemiyor. bize yardımcı olur musun? peyniri bizim için pay eder misin ? ''

hacı dayı cvp verir; allahın adaletine göre mi dağıtayım? yoksa hacı dayının adaletine göre mi?

gençler tebessüm ederek ; '' tabii ki allahın adaletine göre '' der.

hacı dayı alır eline bıçağı ve cart diye peyniri ortadan ikiye böler. ikiye ayrılan peynirin bir diğer yarısını da bıçağı vurur. sonra o üç parçayı şlak şlak diye 3 gencin önüne koyar. gençler bu duruma çok şaşırır çünkü birisi peynirsizdir. yani başlıktaki soruya göre iyice fakir kalmıştır.

peynirsiz kalan genç; '' hacı sen naptın ya, hani bana peynir'' der .

hacı; '' ben size sordum, hacı dayının adaleti mi, allahın adaleti mi dedim. siz de allahın adaleti dediniz. işte gençler allahın adaleti böyledir . kimine çok verir, kimine hiç vermez. oysa hacı dayının adaletine göre deseydiniz ben onu çok güzel 4 e bölerdim '' der.

gençler bu konuşmadan bir şey anlamaz. hacı daha da aydınlatmak için tekrar söz alır;

- bakın gençler; allah herkesi zengin yapsaydı dünyada bir düzen olmazdı. veya o çok sevdiğiniz anneniz, kardeşiniz , babalarınız hiç ölmeseydi yine aynı şey olurdu. bunun örneklerini say say bitiremem, kimse başına kötü bir şey gelmesini istemez ama kötü olmadan iyinin kıymeti de bilinmez. şimdi o yarım kalıp peynir verdiğim arkadaşın, yani diğerlerine göre zengin olan o arkadaşın, seninle bu peyniri paylaşmazsa, seni yavan ekmeğe muhtaç bırakırsa kötülük yapmış olacaktır. oysa allah zenginleri de bu şekil de sınar. yeri gelirse dıp dızlak sokağa atar. yeri gelirse kafasına tetiği tutturup sıkar.

peynirsiz kalan genç çok hislenir bu konuşmaya, hacı dayıya teşekkür eder ve ekmeğinin arasını açarak yarım kalıp peynirli arkadaşından peynir ister.

peynirli cvp verir; '' kanka anca bana yeter ya''

****

hikayeden de anlaşılacağı üzre; mal, mülk, zenginlik, fakirlik, güzellik, ölüm cart curt falan fıstık bazen insanı çok değiştirebilir. kimisi isyan eder ( peynirsiz yani fakir kalan o çocuk gibi ), kimisi de sevinebilir.

ama hayat her daim devam eder. isyan ettiğiniz o allah'ın adaleti ile..
aslında adaletin yarısı da insanların kalbinde, kendi ellerinde...

william shakespeare

şöyle buyurmuş edebiyat tanrısı;

“inanıyorum söylediğini candan söylediğine,
ama bugünkü karar yarın bozulur çok kez.
Hafızanın kulu olmaz kararımız,
çabuk doğduğu için büyümeden ölür,
nasıl ki ham meyve dalında durur da,
oldu mu kendiliğinden düşüverir yere.

Kendi kendimize verdiğimiz sözü tutmak,
en çabuk unuttuğumuz şeydir ne yapsak.
Tutku bitti mi, istem de biter gider,
ateşli sevinçler de kederler de yeminleri yakarlar kendileriyle birlikte.
Sevincin en coştuğu yerde dert en çok yerinir,
bir dokunmada dert sevince döner, sevinç dertlenir.

Madem bu dünya bile yok olacak bir gün sevginin bitmesine insan neden üzülsün?
Sevgi mi kaderi kovalar, kader mi sevgiyi?
Daha kimseler çözmedi bu bilmeceyi.
Düşen büyük adamı en sevdiği unutur,
yükselen züğürde düşmanları dost olur.

Sevgi talihin peşindedir diyecek insan bunca dost görünce büyüklere kul kurban!
Başı darda olan dayanak aramayagörsün,
sözde dost düşman kesilir bütün.
Ama ilk düşünceme döneyim yine isteklerimiz öyle çatışır ki kaderimizle bütün kurduklarımız yıkılır gider,
düşünceler bizim, olaylar bizim değiller.
Sen yine bir daha evlenmeyeceğine inan, inancın değişir kocan öldüğü zaman.”

oytunkaran

emilerek içindeki zehrin boşaltılması gereken memelerdir.

istanbul u fetheden sırp askerlerdir

1402'de çubuk ovasındaki, ankara savaşında yıldırım beyazıt'ın ordusu paramparça olup dağılmışken, ve hatta yıldırım bayezid emir timur'a esir dahi düşmüşken savaş meydanından kaçmayan, terk etmeyen yegane unsur, stefan lazareviç komutası altındaki sırp ordusuydu.

zira kosova savaşı sonrası babasının şehit edilmesine rağmen yıldırım bayezid, stefan'ın canını bağışlamış ve onunla anlaşma yapmıştı.
lazareviç de bu anlaşmadan öyle memnun kalmıştı ki, ablası despina'yı yıldırım bayezid'e vermiş ve yıldırım'ın kayınçosu olmuştu.

işte kosova savaşı sonrası yıldırım'ın sırbistan krallığı(knezliği, despotluğu) ile yaptığı bu antlaşmanın maddelerinden biri de "osmanlı'nın katıldığı seferlere ve savaşlara sırbistan despotu'nun 20.000 asker göndereceği" maddesiydi.

bu maddeye istinaden kayınço lazareviç ankara savaşına katılmıştır.

sonraki dönemlerde ise varna ve 2. kosova savaşlarında da sırplar osmanlı sancağı altında haçlılara karşı savaşmış ve elbette ki istanbul'un fethinde de görev almışlardır.

ayrıca fatih sultan mehmed'in üvey annesi mara brankovic de işte bu stefan lazarovic'in yeğenidir. maria despina hatun olarak da bilinir ve fatih sultan mehmed han'ı öz evladı gibi yetiştirmiş ve sevmiştir.

lakin "istanbul u fetheden sırp askerlerdir" ifadesi yanlıştır. doğrusu "istanbul'un fethinde sırp askerleri de vardır..." olmalıdır.

bir erkeğin içini en çok acıtan şey

kadınlar, belki çocuklar; dikkatsiz, umarsız, kaygısız, duygususuz, vurdumduymaz olabilme lüksüne sahip olabilir ama bir erkeğin böyle bir hakkı yoktur. yaradılış işte. takar. işe güce sarıldığımıza bakmayın, duygusuzmuş gibi göründüğümüze bakmayın, içimiz acıyor fakat çoğu zaman bastırıyoruz. bazen bir şey saplanıyor, bir ağrı gibi ama tam değil. ayakta durabiliyorsun
bir kırgınlık ve kızgınlık da var içinde ama yine içimiz acıyor. kolay geçmiyor. sanki eski dikişler sökülüp de kanamaya başlıyor yeniden. içini neyle doldurmuşsan onun boşluğu sancı halinde kıvrandırıyor. işte bu yüzden:

-aşık olduğu kadınların
onu sürekli hayal kırıklığına uğratması.

sözlük yazarlarının itirafları

sakin bir hayat sürmek için istanbul'a, ailemin yanına dönüş yaptığımdan bu yana, elimde olmadan, içten içe eski hayatımı düşünüyordum. zihnimden çıkmıyordu eski yaşantım. bazen üç dört saatlik uykumda rüyalarıma giriyorlardı. ve dün, kerem'le birlikte birkaç arkadaşla daha dışarı çıktık. (kerem, yıllar önce herkesten her şeyden uzaklaşmaya birlikte karar verdiğimiz ve gittiğimiz, çocukluğumuzdan beri birbirimizi anlayabildiğimiz tek gerçek arkadaşımdır.)

gerçekten hızlı bir geceydi. işte böyle geceler sayesinde nefes alabiliyorum. yeryüzünde böyle geceler de yaşanabildiği için yaşamak isteği ölümün üzerine nadir de olsa çıkabiliyor. bir süreliğine hayatı boş vermek. eğlenmek. mekanda kendisinden geçenleri izlemek. dünyadan kopmak. her şeyi bir anlığına unutmak. başka ne isteyebilirim ki? tabii gece boyunca kanımdan hiç çıkmamış alkolü de selamlamayı unutmamalıyım. tüm bunlardan vazgeçmeye karar vermiş olsam da, bir anda vazgeçemiyor insan alışkanlıklarından, geçmişinden. tıpkı bir uyuşturucu gibi. bir anda değil, dozunu azaltarak. yavaş yavaş.

gece kendini sabaha bırakmaya hazırlanırken dönmüştük kerem'in evine. odasına çekildiğinde on dakika bile geçmeden sızdığına emindim. başlamıştır rüyalarını saymaya, dedim içimden. onun da ölmesini engelleyenler, işte o rüyalar. uykuyu, rüyaları, huzur dolu o sihirli durağın bir limanı gibi görüyordu. evi gibi görüyordu. ben huzur dolu o limanı, o evi aramadım hiçbir zaman. hiçbir yeri, bir gün geri dönerim diye terk etmedim. eminim ki kerem, her gece rüyasında, hep o beklediği huzurlu evini görüyordu. uyumak için kapattığı gözlerini o evde açıyordu. uyanıkken ulaşamayacağı huzura rüyalarında ulaşıyordu. ve huzuru rüya olmuş birinin yanında ben, çok uzaktım o huzur dolu eve. misafir olmayı seçmiştim çünkü bu dünyada. o yüzden yaşayamamıştım bir yerde kalıcı olarak. o yüzden terk etmiştim yaşadığım yerleri.

uyumadan dinlenmeyi küçük yaşlarda keşfettim. gözlerim kapalı ne kadar uyumadan kalabileceği test ettim. ve uyanık kalmanın tek yolunun hayaller kurmak olduğunu fark ettim. gözlerimi araladığımda, normal bir uyku sonrasından çok daha fazla dinlenmişlik buluyordum kendimde. ve benim hatam bu oldu. hayal etmeye küçük yaşlarda başlamıştım. ama artık hayal edecek pek bir şey bulamıyorum. belki de çok fazla tanıdım hayatı. ama farkındayım. artık kusma zamanı.

ygs 2016

klasik ülkem saçmalıklarıdır , dünyanın her yerinde üniversiteye girmek için dil bilgisi , sosyal aktivite , lise not transkript'i istenir bu ülkede ise yeterli sayıda üniversite olmadığı için ve gerekli iş alanlarına talep olmadığı için bu tip sınavlar yürürlüğe konmuştur , 3 yıllık liseyi 4 yaptınız eyvallah dedik 2 yıllık myo bölümlerini 4 yıllık yaptınız eyvallah dedik sbs , teog gibi saçmalıkları çıkardınız eyvallah dedik ygs+lys saçmalığını çıkardınız eyvallah dedik bir de kpss+kurum sınavlarını başımıza bela ettiniz , eskiden 23-24 yaşında bir insan çalışıyor iş başı yapıyor olurdu şuan min.25 yaşında mezun insanlar askerlik , kpss vs.vs gibi kaygılarla uğraşırken işsiz geziyor , şu insanları adam gibi istihdam edin . sınava gelince matematiğin bazı konuları dışında basit olan sınavdır fizik+kimya+biyoloji+türçe+tarih+felsefe+coğrafya'dan 10.000 soru çözün yanlışlarınıza ufaktan göz gezdirin min. 100 net yaparsınız matematik'te sayılara ve problemlere çalışın 10-15 net kafadan yaparsınız , amma ve lakin bir sikime yaramayacaktır istersen odtü elektrik-elektronik oku bu ülkede değerin yok kardeşim s*ktir git ticaret yap.

(bkz: türkiye saçmalıkları)

gecenin şiiri

En güzel günlerimin

üç mel'un adamı var:

Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye

en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını

yer yer tırnaklarımla kazıdım

hatıralarımın camını..

En güzel günlerimin

üç mel'un adamı var:

Biri sensin,

biri o,

biri ötekisi..

Düşmanımdır ikisi..

Sana gelince...

Yazıyorsun..

Okuyorum..

Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,

insanın

bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..

Ne yazık!..

Ne kadar

beraber geçmiş günlerimiz var;

senin

ve benim

en güzel günlerimiz..

Kalbimin kanıyla götüreceğim

ebediyete

ben o günleri..

Sana gelince, sen o günleri -

kendi oğluyla yatan,

kızlarının körpe etini satan

bir ana gibi satıyorsun!.

Satıyorsun:

günde on kaat,

bir çift rugan pabuç,

sıcak bir döşek

ve üç yüz papellik rahat

için...

En güzel günlerimin

üç mel'un adamı var:

Biri sensin,

Biri o,

biri ötekisi...

Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...

Sana gelince...

Ne ben Sezarım,

Ne de sen Brütüssün...

Ne ben sana kızarım

ne de zatın zahmet edip bana küssün..

Artık seninle biz,

düşman bile değiliz..

nazım hikmet ran. evet.

gecenin sözü

gece midir insanı hüzünlendiren, yoksa insan mıdır hüzünlenmek için geceyi bekleyen? gece midir seni bana düşündüren,yoksa ben miyim seni düşünmek için geceyi bekleyen?

solcuların vatan haini olduğu gerçeği

ülkenin amına koyan, soyup soğana çeviren, yolsuzluğun allahını yapan, tesbih çekip kavga etmekten başka herhangi bir eyleme kafası basmayan dangalağın fikri olabilir.

dünyanın her yerinde, sağ diye tanımlanan siyasi yapılanmalar, yolsuzluk konusunda başı çekmiştir. kalabalığı veya kamerayı görünce, vatan millet sakarya edebiyatı yapan gavatlar, ülkeleri için sadece kavga edebilirler. ha hemen birçok ülkede iktidardırlar, zira hitap ettikleri kitle maldır, çabuk ikna edilir.

hayır aşağılamak istemiyorum ama kaşınıyor pezevenkler.

sözlük yazarlarının itirafları

Otostopçunun Galaksi Rehberi adlı kitap serisinde Arthur isimli bir karakter aylarca boş bir gezegende mahsur kalır. Tam kaderine razı gelmiştir ki gökten bir uzay gemisi yaklaşır, içinden uzun boylu bir uzaylı çıkar.

-Arthur Dent?
+E... evet??
-Arthur siz misiniz?
+Evet benim.
-Tamam...
+...
-Sen iğrenç bir tipsin arthur, tam bir götsün sen.
+???

Ve uzaylı elindeki listeden arthur'un isminin üzerini çizer. uzay gemisine binip uzaklaşır, gözden kaybolur.

Yukarıdaki hikayedeki uzaylının adı "Ebedi dumura uğratıcı". Kendisi ölümsüz. Her filmi milyon kere izleyip her kitabı zilyon kere okuduktan sonra yapacak hiçbir şey kalmadığını fark edip kendine bir uğraş edinmiş. "Ben evrendeki tüm canlılara tek tek hakaret edeceğim lan." demiş.

Bir gün gezegenin birine gidip bir sümüklü böcek kolonisine "omurgasız sümük bozmaları" derken, başka bir gün kriket maçına gidip "siz bi boka yaramaz orospu çocuklarısınız" diye bağırıp orayı terk ediyor. Yaşam amacı bu.

Şimdi peki ben bunu niye anlattım? Çünkü uludağ sözlükte de var bire bir böyle tipler. Bir bakıyorsun işi gücü yok lgbt başlığına girip "hasta ruhlu ibnelersiniz" deme ihtiyacı hissetmiş. Bir bakıyorsun yine durup dururken dellenmiş, uzun saçlı erkekler başlığına girip "bunların alayı top" falan yazmış. Lan oğlum ne kadar sıkılmış olabilirsin? git bir kitap oku, bir film izle ne bileyim? kimse seni lgbt başlığına gir diye zorlamıyor, kimse sana saçını uzat demiyor. Bu kadar işsiz güçsüz olmayın diyeceğim ama işi gücü olan adamn burada işi ne zaten? Ben de şahsen işsiz güçsüz biriyim. Az sonra "kot giyip ahlaktan söz eden erkek" başlığına "orospudur." yazacağım. Çünkü banane amk.