bugün

türkiye spor yazarları arasında korkusuzca doğruları haykıran, sağduyulu ve onurlu bir yazar. bugün egemenlerin karşısında boyun eğmeden pisliğe pislik diyebilen bu adamı kutluyorum ve ben de bu gemide değilim diyorum. türkiye futbolunu batıranlar ahlak yoksunu pislik insanlardır. şaibeyi örtmeye çalışanlara destek verenler yahut pisliğe pislik diyemeyen, kendi takımları ceza almadı diye adaletsizliğe karşı konuşamayan insan kötü insandır. bu ahlaksızlar türkiye futbolunun içine etmişlerdir.
dün olduğu gibi bugün de adam gibi adamdır. Türk futbol dünyasına fazladır.
7 mayıs 2012 5n1k programında söylediklerinin her kelimesinin altına imzamı atarım.
üzerine giydiği sarı kırmızı forma ile yorumculuk yapan insan.
bildiğin adamın dibidir.
namusluların gemisinin kaptanıdır, sonuna kadar haklıdır. şike sahaya yansımamış öyle mi?
(bkz: ibrahim akın)

--spoiler--
Ben o gemide değilim Sayın Bakan!

Son üç yıl içinde Süper Lig’de iki hakem (Yılmaz ve Ongun) başlarından yaralandılar; bir hakem (Göçek) de yüzlerce taraftar tarafından linç edilmek istendi. Ankaragüçlü 43 sporsevmez stada döner bıçakları sokmak isterken yakalandılar, Göztepe-Karşıyaka maçında 82 kişi polise mukavemet/koltuk ve meşale yakmak gibi sayısız suçla göz altına alındılar. Çakar’ın iddiasına göre Manisa Başkanı Yaralı, Ordu Başkanı Türkmen’i kafasına bir şarjör boşaltmakla tehdit etti. MiY teknik direktörü Yeşilova, sahanın içinde bıçaklandı.

Diyarbakırlı futbolculardan sonra şimdi de Trabzonsporlu Zokora ırkçı saldırıya uğradığı iddiasında. Dün Trabzon’da bir spor müsabakasında Emre ve Stoch, başlarına gelen sert cisimlerle yaralanmalar yaşadılar. Ve artık ne benim, ne de çevremdeki hiç kimsenin bu ülkede futbolu sevecek, izleyecek ve konuşacak hali kalmadı.
***
6222 sayılı kanunun ilk haline göre kulüpler ivedilikle statlarını (yabancı cisim atanları ayırt edebilecek) kamera donanımlarına kavuşturacaklardı. Hatta eski TFF Başkanı Özgener bana bu işi bizzat federasyonun üstlendiğini söylemişti. 3 TFF Başkanı değişti, hiçbir olumlu gelişme olmadığı gibi kulüplere bu konuda ekstra 3 yıl daha süre verildi.

Dostum Kanat Atkaya’nın harika yazısında okumuşsunuzdur; Kartal-Kasımpaşa maçında kalp krizi geçiren bir taraftar, tribüne ambulans gelemediği için hayati tehlike geçirdi. Altay Başkanı Hızlıok’un TFF Kongresi’nde bu minvalde yaptığı konuşma önce Cavcav tarafından sabote edildi. Sonra kürsüden zorla indirilen Hızlıok’a, Demirören, “herkes haddini bilecek” şeklinde ince bir mesaj gönderdi.

Ben bu yazıyı kaleme aldığım sırada PFDK’nın “temiz kramponlar operasyonu” ile ilgili kararı belli değil, belki siz okurken cezalar açıklanmış olacak. Ama Bakan Kılıç’ın “hepimiz aynı gemideyiz” çıkışına bakılırsa maksat yine gemiyi süpürmek değil, gemi ekonomisini yürütmek…

Bakanın görüşüne saygı duyuyorum, ama bence hepimiz aynı gemide değiliz artık… En azından ben o gemide değilim arkadaş… Ne zaman bir futbolcunun başına bir sert cisim geldiğinde atanı kamerayla tespit edecek duruma gelirsiniz, ben o zaman o gemiye binerim Sayın Bakan… Ne zaman TFF Kongresi’ni 300 zengin fanatiğin elinden kurtarır ve sporculara/antrenörlere/futbol adamlarına teslim edersiniz, ben o zaman o gemiye binerim Sayın Bakan… Ne zaman hayatımızın merkezine parayı değil adaleti, hukuku ve utanma duygusunu koyarız, ben o zaman o gemiye binerim Sayın Bakan.

Ben o gemide değilim Sayın Bakan. Ve inanın, o gemideki namusluların oranı da her geçen gün azalıyor.
--spoiler--
türk spor medyasının piridir bu adam. bu ülke'ye fazla olan adamlardan. bu devre ait olmayan adamlardan. adam olanlardandır!
adamın zirvesidir. böyle adamlar artık camia'da çok az.
bu adam kriptondan gelen süpermen gibi. nasıl süpermen'in kendi gezegeninde bir süper gücü yoksa, bu adamın da dışarıda, normal bir avrupa ülkesinde bir süper gücü yok. ama burada, kripton'dan gelen süpermen gibi, bizim yetkililerimizin nedense hiç yanaşmadığı şeyleri savunuyor, doğru olan budur diyor ama kimseler takmıyor.

normal bir avrupa ülkesinde bu adam nasıl bir değer ifade etmezse bizde de o kadar değer taşıyor, söyledikleri çok önemli, çünkü kimseler onun söylediklerini söylemiyor, dinlemiyor ve uygulamaya niyetlenmiyor.

gerçi bir kaç gün içinde uefa'nın vereceği cezalardan sonra ben buraları göreceğim, bakalım ne hallerde olacak her yer... bakalım. ben söylemiştim'ciler, ya zaten uefa bunlara izin vermezdi'ciler ne hızla türeyecek, göreceğiz.
ben o gemide değilim diyerek endüstrileşen futbolun ahlaksızlığa göz yummasıyla oluşan kaosa karşı en sert çıkışı yapan kaliteli adam. Sanki ben o gemide değilim diyerek bu işe sessiz kalan herkese sesleniyor gibi; 'Ben sizinle aynı gemide değilim ben bu ahlaksızlığa susarak ortak olamam. Bakana da başkbakana da söylerim hissettiklerimi beni yıldıramazsınız çünkü ben bir 'futbol' seyircisiyim. Bu işten para kazandığım için değil bu işi sevdiğim için böyle konuşuyorum.'
Doğru söyleyeni belki dokuz köyden kovarlar ama adam gibi adam olduktan sonra çok kapı açılır insanın önünde. En son 5n1k da izledim ve noktası virgülüne kadar her söylediğini desteklerim altına imzamı atarım. Ne fener düşmanlığı yapar ne Gs yalakalığı. Sen play-off olacağını sezon başında biliyordun planını ona göre yapsaydın deyip Fatih Terime de çatar inceden, Aziz yıldırımın bu işlere dahil olmadığına inanmıyorum da diyebilir. Adamsın Uğur Meleke seviyoruz seni.
'hırsızların dünyasında tek günah yakalanmakmış' diyerek her şeyi özetlemiştir.
lise yıllarında futboldan anlamıyor oldugunu düşündüğümüzden dolayı maçlara almadığımız kral adam. çok hırs yapmış çok.
artık pek bir önemi kalmayan şahsiyet, onur, adalet gibi kavramlardan bahseden ve bu değerlerin ne kadar önemli olduğunu anlatmayan çalışan gazeteci-yazar. dünyanın çivisi çıkmışken, her şey para olmuşken, güçsüzsün güçlü tarafından ezilmesi takdir kazanıyorken işi çok zor.
beşiktaşlı duruşu;

http://www.meleke.com/?p=5029
bugünkü yazısı ile değer verdiğimiz, inandığımız şeylerin, meğerse ne kadar uzağında olduğumuzu bize göstermiştir.

(bkz: beşiktaşlı duruşu)
Eskiden daha fazla taktik , teknik konuşurdu. Şimdi 3 temmuz sürecinden beri adeta o da futbol konuşmaz oldu. Bir keresinde lig radyo da program yaparken canlı yayında telefonla bağlanmıştım. Premier lig konuşmuştuk en fazla 3-4 dakika sürmüştür ama çok keyifliydi.
tayfur havutçu'nun son basın toplantısında yapmış olduğu içi boş açıklamalara fena giydiren yazar.
Bana "Hepimiz bu adam gibi olabilsek keşke." dedirten insan.

--spoiler--
Rüştü’nün yüzüne bakmak
10 yaşında, tam yirmi dört çocuğun beraber kaldığı yüz metrekarelik karanlık bir yatakhanede, masa lambası yardımıyla radyodaki spor programlarına 5-10 sayfalık mektuplar yazdığımda da; Galatasaray Lisesi veya Robert Kolej’e girebilecekken (ailem istanbul’da yaşadığı halde) Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’ni tercih ettiğimde de kafamda aynı şey vardı: Bir yolunu bulup futbolcu olacaktım. Okumamı çok isteyen ailemden 500 kilometre, Gençlerbirliği Spor Kulübü Tesisleri’nden 500 adım uzaklıktaki bir okul beni hayallerime daha yakın kılabilirdi.
Olmadı... Amatör düzeyde çok çırpınmama rağmen profesyonel futbolcu olamadım... Ya da aslında oldum da diyebiliriz, ama yalnızca geceleri! Yaklaşık 30 senedir hemen her gece rüyamda futbolcu oluyorum çünkü! Bir geceyi Allianz Arena’da, başka birini Maracana’da geçiriyorum yıllardır. Önce Rıdvan gibi vitesi birden beşe atıyorum süratle. Sonra Tanju gibi ayak içi plaseler vuruyorum kalecinin soluna. Benimkilerin yanında Hami’nin frikikleri, Şifo Mehmet’in ara pasları halt ediyor!
Yaş aldığımız için mi, yoksa birazdan anlatacağım davranışın göz alıcılığından mı bilmiyorum; iki yıldır rüyalarım da değişti biraz. Hâşâ, futbolcu olma hayalimden vazgeçtiğimi zannetmeyin, dün gece Camp Nou’daydım yine! Ama bu kez üstümde 10 numaralı forma değil, kaleci kazağı vardı garip bir şekilde...
* * *
Aslında her şey 15 Mart 2010 akşamı başladı... Denizlispor’la Beşiktaş arasında oynanan sıradan bir Süper Lig maçını izliyordum. Her şey aynıydı, herkes aynıydı... Bizim trilyonluk futbolcular yine çok basit bir taç atışı için bile göz göre göre yalan söylüyor; hakemi aldatıp ufacık bir menfaat sağladıklarında da yüzleri hiç kızarmıyordu.
Bir tek farklılık vardı sadece sahada... Adı Rüştü’ydü.
Denizlili bir futbolcunun şutunu parmaklarının ucuyla kornere çelmiş, hakemin yanlışlıkla aut kararı vermesine gönlü razı gelmemişti. Nazikçe uyardı hakemi, jest ve mimiklerle topun kendisinden çıktığını ifade etti.
Hakem şaşırdı, ne yapacağını bilemedi, “ben öyle gördüm” dedi çaresiz... Biz şaşırdık. Herkes şaşırdı. Belli ki Rüştü’nün dünyası, geri kalanlardan biraz farklıydı. Yaptıkları işin altı üstü spor olduğunun farkındaydı, bir maç kazanıldığında diğerinin kaybedildiğini öğrenmişti. Bir sezon bir takım şampiyon oluyordu, öbür sezon diğeri. Lâkin esas kazanç altın yaldızlı kupalar değil, eve gidip sofraya oturulduğunda çocuklara yedirilen helal ekmeğin gururuydu.
* * *
Benim de çeyrek asırlık 10 numaralı forma maceram o gece bitmişti işte! Artık rüyamda Maradona’nın/Platini’nin değil Rüştü’nün formasını giyiyordum.
Çünkü rüyalarım 1 günlüğüne gerçek olsa ve bir seferliğine yeşil çime çıkma şansı bulsaydım; sizi temin ederim, Hagi gibi bir frikik, Rıdvan gibi bir çalım atmanın değil, Rüştü gibi topun kornere çıktığını itiraf etmenin gururunu yaşamak isterdim. Çünkü o gurur, bin tane Messi golü, bin tane Ronaldo çalımından daha değerlidir benim nazarımda.

1 numaralı forma
işte o anıt adam, işte o yaşayan efsane Rüştü, geçtiğimiz Perşembe akşamı saat 23:00 sularında son kez giydi 1 numaralı formayı. Kolundaki kaptanlık bandını Emre’ye verdi usulca. Kaleci kazağını da Volkan’a devretmişti zaten çoktan. Ama o bandın, o formanın ne anlama geldiğini, Rüştü’den onları devralmanın manasını biliyor muydu o gençler, işte bundan şüpheliyim...
Rüştü’nün 18 yıl ve 120 maçlık onurlu milli takım kariyerinin bitişinin sadece 48 saat sonrası... Rüştü’nün 1 tonluk formasını devralmış ama belli ki o ağırlığı taşıyamamış milli kalecimiz Volkan, foto muhabiri Vedat Danacı’yı sadece işini yaptığı için “evinden aldırmakla” tehdit ediyor! Videoyu izlemişsinizdir, Volkan’ın Vedat’ı tehdidi, anlık bir sinir krizinin sonucu değil. Kavga (aslında tek taraflı kavga) başladıktan iki buçuk dakika sonra geliyor tehdit. Bir öfke kontrolü problemi değil bence. Bedenini dev aynasında görürken, ruhunun cüceleştiğinin farkında olmama durumu bu.
Bu hadiseyi yalnızca Volkan-Vedat ekseninde ele almanın ne kadar yanlış olduğunu da hepimiz biliyoruz aslında... Fitiller, utanç verici isviçre olaylarıyla Terim tarafından ateşlenmiş. Bayrak, basın tribününe ahlak dışı el hareketi yaptığı halde milli takım kaptanlığıyla ödüllendirilmiş Emre tarafından taşınıyor. Belki gözünüzden kaçmıştır, aynı Emre daha iki gece önce Bulgaristan maçının hakemi Grobelnik’i, sadece toptan kaçamadığı ve takımımızda kalacak meşin yuvarlağı istemeden engellediği için bir buçuk dakika azarladı. Tam bir buçuk dakika!
Terim artık Galatasaray’ın antrenörü. Onun hesabı artık sadece kendisiyle ve kamu vicdanıyla görülecek. Ama Avcı’nın durumu farklı. Avcı komple bir kamuoyu desteğiyle, spor camiası teveccühüyle ulusal takımın antrenörlüğüyle taçlandırılmış tertemiz/yepyeni bir isim. Onun milli takımı sadece bir başarı veya ödül merkezi değil, bir erdem merkezi yapma şansı vardı. Ama olmadı...
Eğer Volkan-Caner hadisesinde oyuncularını yanına alıp (Volkan’a ters bakmaktan başka!) hiçbir günahı olmayan emekçilerden özür dileselerdi, böyle bir şansı olabilirdi. Ama olmadı. Böylece Milli takımda vandalizm devri neredeyse on yaşına girdi. Belli ki çok umut bağladığımız Avcı döneminde de hiçbir şey değişmedi...
HHH
Milli takımın kaptanı Belözoğlu... Milli takımın teknik patronu Avcı... TFF Başkanı Demirören...
Kamuoyuna ve emeğe/emekçiye saygınız olmayabilir. Ama hiç olmazsa tek bir adama saygı duymak zorundasınız.
Rüştü’nün federasyon başkanı olmak zordur. Rüştü’nün kaptanı olmak zordur. Rüştü’nün hocası olmak yürek ister. Eğer ben milli takımı sizler ve sizden öncekiler gibi “Evden Eve Mafyöz Nakliye Şirketi”ne çevirseydim, en azından Rüştü’nün yüzüne bakamazdım.
Siz hâlâ nasıl bakabiliyorsunuz, gerçekten merak ediyorum...
--spoiler--
bugünkü yazısı harika olan spor yazarı. rüştü özelinde spor ve sporcu ahlakını net bir şekilde ortaya koymuş.

şu cümlesi çok vurucu :
"lâkin esas kazanç altın yaldızlı kupalar değil, eve gidip sofraya oturulduğunda çocuklara yedirilen helal ekmeğin gururuydu."
Her yazısı insana keyif veren az sayıda spor yazarından biri ve (bence) şu anda piyasadaki en iyi yazar. Ama internet sitesi (http://www.meleke.com) bir süredir güncellenmiyor sanırım, Avrupa Şampiyonası hakkında yazdığı yazıların hiçbirisi yok sitede.

edit: imla
--spoiler--

Devler Ligi’nde yok olabiliriz

Michel Platini, benim için bir futbol ikonu, çocukluğumun en büyük yıldızlarından biri. Eski bir futbolcunun, hem de çok sevdiğim bir futbolcunun UEFA Başkanı olması şahsen mutluluk verici. Hatta ülkemin futbol yönetiminde eski sporcular görme adına da umut verici.
Ama bir de bu madalyonun bize bakan yüzü var: UEFA’da Platini döneminin Türk futboluna iyi geldiğini söylemek çok güç.
Platini’nin UEFA başkanlığına giden yolda faydalandığı en kritik slogan, “futbolu daha uzaklara (yani Avrupa’nın doğusuna) götürmek” oldu. Bu bağlamda “Şampiyonlar Ligi’nde daha fazla şampiyon” hedefinde olduğunu söyledi, başardı da… Zaten son yıllarda Devler Ligi’nde BATE Borisov, APOEL, Plzen gibi ekipleri görmemizin nedeni, Platini’nin Şampiyonlar Ligi ön elemelerinde yaptığı statü değişikliği.
Yalnız Platini, Şampiyonlar Ligi’nde daha fazla şampiyona yer vermek için 3’er-4’er katılım hakkı olan ispanyollar-ingilizler-italyanlar’ın kontenjanlarını daraltmak yerine, iki bileti zorlayan Türkler-Hollandalılar-Ukraynalılar gibi baş altı ülkelere darbe vurdu. Şampiyonlar Ligi play-off turunda şampiyonlar/şampiyon olmayanlar ayrımı Türkiye’nin (ve bazı baş altı ülkelerin) Devler Ligi’ne iki takımla katılma şansını çok azalttı. Çünkü bu liglerin ikincilerinin karşılarına dev liglerin üçüncüleri-dördüncüleri çıkıyor; doğal olarak da Dinamo Kiev, Fenerbahçe veya Braga gibi ekiplerin Udinese, Malaga, Lille gibi rakiplerine karşı işleri zor oluyor.
Yani Platini’nin yeni Şampiyonlar Ligi uygulaması bir Robin Hood (zenginden alıp fakire verme) öyküsü değil… Zengine neredeyse hiç dokunmama; az fakirden alıp, çok fakire verme hikâyesi…

Yok olma eşiği
Zaten Türkiye, Platini döneminde Devler Ligi’nde iki takımla var olmaya hiç yaklaşamadı; o umudu unutmaya yüz tuttuk… Tek tesellimizse, lig şampiyonumuzun gruplara doğrudan girmesi… Yalnız bu yıl maalesef o direkt bileti de kaybetme riskiyle karşı karşıyayız!
Şampiyonlar Ligi’ne UEFA ülkeler sıralamasında ilk 12’de yer alan 12 memleket direkt takım gönderebiliyor. Bizim bugünkü aktüel sıralamamız da 12’ncilik. Geçtiğimiz sene Belçika’ya geçildik, bu sene de nefesleri ensemizde olan Avusturya, Güney Kıbrıs veya Danimarka’dan yalnızca birine geçilirsek artık lig şampiyonumuz da Devler Ligi’ne girmek için iki ön eleme turu oynamak zorunda kalacak.
Tabii ki bu basamağa neden düştüğümüzü kendi içimizde çok ciddi sorgulamamız gerek. Bu bambaşka bir yazı konusu… Ama bu sene 12’nciliğe düşüşümüzde ufak bir haksızlığa uğradık gibi bir his var içimizde.
Nedeni de şu: 2011 Temmuz’unda Fenerbahçe’yi Avrupa kupalarından men eden ve bizi Avrupa’da 4 takımla yarıştıran UEFA, sezon sonunda topladığımız puanları maalesef 5’e bölerek hanemize yazdı. Bir-iki ay önce beni Ahmet Ağbi (Çakır) bu konuda uyarmıştı, maalesef endişesi gerçek çıktı: Geçen yıl kazandığımız 25,500 puanımız (4’e bölünüp hanemize 6,375 olarak yazılması gerekirken) 5’e bölünüp hanemize 5,100 olarak kaydedildi. Bu noktada yitirdiğimiz 1,275 puan eğer bizi bu sene sonunda ilk 12’nin dışına çıkarırsa doğrusu bu puanların hesabını UEFA’dan sormamız gerekebilir!

Erzik faktörü
Euro 2012’de yoktuk, ama Çakır’ı sahada Erzik’i monitörlerde gördükçe gururlandık. UEFA Kongresi’nin istanbul’da yapılması için olağanüstü çaba harcayan Erzik’in (Türkiye’nin favori olduğu) Euro 2020 organizasyonunun 12 kente bölünmesi fikrine muhalefet ederek ülkesinin haklarını koruduğunu da bizzat biliyorum.
Şenes Bey sanırım 2011-12 UEFA katsayımızın dörde değil beşe bölünerek 1,275 puan kaybına uğratılmamız konusunda da devreye girecektir. Aksi bir durumda ilk 12’nin dışında kalmamız gerçekten acı olacak Türk futbolu için…

--spoiler--

ince bir nokta ama çok önemli inşalah futbolun patronlarıda bu konuyu inceliyorlardır.
(bkz: tüpçüden başkan olmaz)
iyi güzel analiz etmiş adamdır kabulümdür ve kısmen de haklıdır. peki bu takım cl ayarına yaklaşmaya çalışan takım onu anladık, ki rakibimiz olamayacağını söyledik. ama bunu görmek için özel bir yeteneğe gerek yok, sadece mevcut fb kadrosuna ve vaslui'ye bakmak yeterlidir. tabi birilerinin işine gelen fener'in tökezlemesi olacaktı, ya da turunu küçümsemek, yani u.meleke değil ona atıf yapıp yazıyı alıntılayanlardan bahsediyorum.
kendisine bir de şunu sormak isterim: finlandiya ligi sonuncusu ve geçen sene kupa kontenjanı ile buraya katılan kups kupion takımının bursaspor'u yenmesine de bir açıklama getirsin. hadi fener iyi çalışmıyor, çalıştırılmıyor diyelim?
benim anlamadığım da bu kadar sporu/futbolu takip eden adamların belli yüklenmelerden sonra mental/fiziki yorgunlukların atılmasının da bir süre gerektirdiği konusunu niye irdeleyemedikleri ve/veya niye hiç dikkate almadıkları!
sanıyorum hepsi ağustos ilk hafta da "ok" gibi takımlar görmek istiyor!
bu da bana a acayipsin şarkısını hatırlatıyor hep tarkan'dan sayın meleke kardeşim.
Bugünkü yazısıyla maça gerçek anlamını yükleyen yazar, iyi ki yazıyor; keşke daha fazla yazsa.
on numara yazı yazarak benim de görüşümü değiştirmiş spor yazarı. galatasaray eşittir fenerbahçe.

http://spor.milliyet.com....580196/default.htm?PAGE=3
Bugünkü köşesinde, enfes bir galatasaray analizi yapmış olan, bu ülke için fazla olduğunu düşündüğün, futbol düşünürü, futbol aydını.yazısı için;
http://spor.milliyet.com..../default.htm?ref=facebook
culio'yu sol bek yapan spor yazarı.