bugün

borç para ile saray yaptıran kişilerin mirasıdır...

evet.
sevgili nilhan osmanoğlu sultan, bu yazıyı bir şekilde sana ulaştıracağım. umarım "ıfff çık ızın lın bu ıkıyımım bin bını" demezsin.

bakınız muhterem müminler, şu aşağıdaki sarayı biliyor musunuz?
görsel

işte nilhan osmanoğlu'nun büyük büyük büyük çok büyük dedesi yaptırdı bu sarayı.
adı: dolmabahçe sarayı.

bu dolmabahçe sarayı yapılırken hazine boşaldı, bunun üzerine kırım savaşı bahane gösterilerek bu savaştaki müttefiklerimiz olan fransa ve ingiltere'den borç aldık.
bu aldığımız borç osmanlı tarihinde alınan ilk dış borçtu...

nilhan osmanoğlu'nun çok daha büyük dedeleri de daha evvel borç almışlardı.
ama bu aldıkları borçları kendi tebalarından alıyorlardı.

örneğin ester kira adlı osmanlı yahudisi olan bir kadından alınan borç ile sefer-i hümayün yapılmıştı 16. yüzyılda.
ama bu seferden de çok büyük ganimetlerle dönülmüş, hazine dolmuş taşmış ve ester hanım'dan alınan borç da faizi ile ödenmişti.

devlet tabi ki borçlanabilirdi...

ama devlet dış borç alıp saray yaptırıyorsa da yıkılmaya mahkumdu...

işte nilhan hanım'ın dedeleri de ingiltere ve fransa'dan daha doğrusu rothschild'lerden aldıkları bu borç ile bu dolmabahçe sarayını yaptırdılar.

sonra...
sonra kırım'daki şehitlerimizin aziz hatırasından dahi utanmadan bu saraya taşındılar.

dolmabahçe'ye taşındılar taşınmasına ama, iş bitmedi.
buraya taşınır taşınmaz eski çırağan sarayını yıktırıp yerine yeni çırağan sarayını yaptırmaya başladılar.

tam 2.5 milyon altın harcayarak yapılan yeni çırağan sarayı bugünkü halini aldı.
görsel

çırağan sarayı yapılırken nilhan sultan'ın dedeleri hiç zorlanmadı.
çünkü istedikleri her an dış borç alabiliyorlardı.

kasada para hiç bitmiyordu amk. istedikleri anda çil çil altınlar geliyordu yurt dışından.
tabi bu altınların gelmesinde rol oynayan elçileri komisyoncular falan alayı ihya oluyordu.

"eee, inşaat demek istihdam demek yüzlerce işçi falan ekmek yiyordu bu inşaatlarda" diye düşünenler olacaktır.
bu inşaatları ermeni balyan ailesinden mimarlar yaptı, çalışan işçilerin alayı da bunların tayfasındandı zaten, bizim gariban türkler ancak yarım kuruş amele yevmiyesine karın tokluğuna çalışıyorlardı sabahtan akşama kadar...

her neyse, nilhan sultan'ın dedelerinin yaptırdığı bu saraylar öyle görkemli, öyle muhteşemdi ki, alman imparatoru çırağan sarayını gezerken işlemeli bir kapının önünde durmuş ve kapıya dakikalarca hayranlıkla bakmış, abdülhamid reyiz de kayzer'in bu imrenmesine dayanamamış, kapıyı söktürüp paketletmiş ve kayzer wilhelm'e hediye etmiş.
hediye kapıyı alan kayzer wilhelm öyle bir sevinmiş, öyle bir sevinmiş ki bu sevinç enstantanesinden sayfalar dolusu tefrika çıkar...

bu arada kusura bakmazsanız yeniden dolmabahçe'ye döneceğim.
abdülmecid han, dolmabahçe sarayına taşınınca kızları münire sultan ve cemile sultan için de birer saray yaptırmak istedi. "battı balık yan gider" düşüncesiyle ve bir kanun hükmünde kararname çıkararak kızları için çifte sarayların inşaasına başlandı.
görsel

yukarıda görselini paylaştığımız fındıklı'daki bu çifte sarayların mimarları kimdi dersiniz?
tabi ki balyan ailesi...

eh abdülmecid han kızlarına saray yaptırınca, kızkardeşi adile sultan yeğenlerini kıskanmış iyi mi?
abdülmecid bakmış bacısı ona surat asıyor, trip yapıyor. "sen üzülme hemşire" demiş, hemen yanında bulunan sarkis balyan'a talimat vererek bacısı için kandilli'deki şu sarayı yaptırmış;
görsel

her neyse.
tabi çırağan sarayı yapılırken anadolu yakasına bakan padişah efendimiz hazretleri devletlü efendimis "ulan hep bu tarafa saray yaptırıyoruz, biraz da karşı tarafa yaptırsak ya" düşüncesiyle anadolu yakasına da muhteşem bir saray yaptırmaya karar vermiş.
başkanlık sisteminin de getirdiği kolaylıkla çabucak çıkarılan bir kararname ile de anadolu yakasında beylerbeyi sarayı'nın yapımına başlanmış, birazcık daha borç para alınarak şu muhteşem saray dikilmiş;
görsel

şimdi burada beylerbeyi sarayını yapan kişinin de balyan ailesinden sarkis balyan olduğunu söylesem "hasiktir lan" dersiniz, o yüzden söylemiyorum.
anlaşılan balyan ailesi de o dönem "bu milletin amına koyacağız" demiş.

bu balyan'lar abdülmecid ve abdülaziz'e çok fena gaz vermiş olacaklar ki, eş zamanlı bir saray inşaatına daha başlamışlar.
bu sefer de padişah efendümüz hazretlerünü "ya padişahım sarayları hep deniz kenarında yapıyoruz, bir tane de dere kenarında yapalım" diyerekten mevcut sadabat sarayını yıkarak, kağıthane deresi kenarında yeni bir sadabat sarayı yapmışlar.
"üçüncü sadabat sarayı" olarak da bilinen bu saray şöyle muazzam bir eserdi.
görsel

tabi bu balyan'larda proje bitmez, nilhan sultan'ın dedelerinde de iştah bitmez.
koca koca saraylardan arada bir kaçıp küçük çılgınlıklar yapabilmek için ufak saraylar da yapmışlar borç paralar ile.
işte bunlardan biri küçüksu kasrı;
görsel

işte böyle...
sevgili nilhan sultan'ın dedeleri bugün yaptırmaya kalksan milyarlarca dolar tutacak bu sarayları yurtdışından aldıkları borç paralar ile bir güzel yaptırmışlar, yoksulun, tüyü bitmedik yetimin ve şehitlerimizin hakkının bulunduğu bu saraylarda senelerce müreffeh bir hayat sürmüşlerdir.

tabi ki hırt hırt yemenin, zırt zırt da çıkarması olur kıymetli müminler.
gün gelmiş bizim nilhan sultan'ın dedelerine bu borç paraları verenler temerrüt faizleri ile birlikte alacaklarını istemişler.
lakin hazine tam takır, kuru bakır.
para tinne...
yok yani, "yok amına koyim canımı mı alıcan" diyememiş nilhan sultan'ın dedeleri.

bunun üzerine yabancı elçiler himayesinde alacaklarını tahsile girişmiş borç verenler.
duyunu umumiye adlı kan emici teşkilat kurulmuş.
osmanlı'nın bütün gelirleri temlik altına alınmış.

hazineye 3 kuruş giriyorsa bunun 2'sini almışlar, sonra 3 kuruş daha borç vermişler, sonra 4'ünü almışlar.
böyle böyle gitmiş senelerce.
ta 1923'e kadar.

osmanlı mosmanlı kalmamış tabi ortada.
"lan bunlar yeni devlet kuruyorlar, bizim alacaklar ne olacak" demiş alacaklılar.

ve lozan'da önümüze ilk şart olarak bu konmuş. "osmanlı'nın dış borcunu kabul ediyorsanız masaya oturalım" denmiş bizimkilere, bizimkiler de çaresiz kabul etmiş.

ve savaştan çıkan, ayağında çorap dahi olmayan bu millet, ta 1954 yılına kadar işte bu nilhan osmanoğlu'nun dedelerinin yaptırdığı sarayların parasını ödemiş...

şimdi geldiğimiz noktada nilhan osmanoğlu adlı sözde sultan'a soruyorum.
sen dedenin malı olan su adayı istiyorsun öyle mi?
görsel

#tarih
"Ulan karıya bak bi site yapıyo sonra o siteyi cuma vakti kapatıyo ve bi haftada ülke gündemine oturup dedelerimin toprağı hanedanımın mal varlığı" yaygarası yapıyo dedirten durumdur.

Yeminle film fırıldak ülkeyiz aq.
kadının hakkı tabii, isteyebilir. vermek lazım gerektir.
görsel
yoktur. (bkz: #35613974)
(bkz: tütün Rejisi)
bu kadın bizden dedesinin mirasını isteyeceğine, dedesinin adına bankalara yatmış olan ama akibeti meçhul olan paraların ve yine dedesinin adına kayıtlı malların peşine düşse ya.
(bkz: abdülhamid in yabancı bankalarda kaybolan parası)

bakın abdülhamid'in üzerine kayıtlı olup, yurtdışında iç edilmiş bazı mallar;
-selanik'teki beyaz kule abdülhamid'in kişisel tapulu malı örneğin.
-yanya ve vardar ovalarının büyük çoğunluğu da abdülhamid adına kayıtlı.
-bunların dışında, kudüs, halep, hama, humus, kerkük, basra, bağdat ve medine'de de abdülhamid adına kayıtlı binlerce dönüm arazi var.

bunların peşine düşmeyip, dedesinin borçlarını ödeyen türkiye cumhuriyeti'nden mal talep etmek nasıl bir mantıktır?
sürgün yıllarında dedeleri aile reisi benim! hayır benim! kavgası yapmasaydı, belki şuanda ırak pertol işletmeleri osmanoğlu kontrolünde olabilirdi. şimdi ise kendilerine 3 ün 1 i miras kalmıştır.