bugün

Büyük 2 hint destanlarından biridir. diğer destan Ramayana'dır. Mah : büyük Bharata : ülke demektir. Mahabharata : Büyük Ülke anlamındadır.
"Mahabharata da ne varsa hayatın içinde o vardır,hayatın içinde ne varsa Mahabharata'da da vardır" derler... "Mahabharata kupkuru bir oduna okunsaydı eğer o sopa filizlenir ve çiçek açardı.." diye de bir söz vardır. Çok uzun bir destan olmakla beraber Jean Cloude Carriere Sanskritçeden Fransızcaya çevirisini yapmıştır.
sürekli birilerinin birileri ile seviştiği destandır. büyük kralın 2 oğlunun aslında kardeş olduklarını unutup bir zaman sonra düşman 2 aileye dönüşmesini anlatır temelde. o kadar uzundur ki orjinal tabletler üzerinde diğer bir hint destanı ramayana nın kısa bir özeti olduğu söylenir. Jean Cloude Carriere nin çevirisini okuyunca ister istemez türk-yunan ilişkisini düşündüm sonuçta bizlerde ortak bir geçmişe sahip olmamıza rağmen zaman içinnde farklılaşıp gırtlak gırtlağa gelmişiz. çok ders çıkarılacak bir destan.
hintlilerin ramayana ile birlikte en ünlü iki destanından birisi. orjinal metin sankritçe'dir. yüksek bilgelik anlamına gelen mahabharata 200 bin'i aşkın mısrasıyla dünyanın en uzun epik şiiri olarak bilinir.
"Hiç kimseyi bir düşünce ile, bir kelime ile ya da bir davranışla incitme; başkalarına karşı iyiliksever ve yardımsever ol; her zaman için geçerli olan iyi bunlardır."
Mahabharata
destandaki her bir kahramanın sembolize ettiği bir şey vardır ; pandavalar erdemlerimizi, kuravalarsa açlığımız, bencilliğimiz, körlüğümüz gibi kötü yönlerimizi ifade eder. her insanın içindeki iyilikle kötülük arasındaki savaş anlatılır.
destanda geçen rakip iki taraf mutlak iyilik-kötülük tarafları değildir. iki tarafta da eşsiz erdemli savaşçılar mevcuttur. bu açıdan klasik iyi-kötü savaşını çok ötesindedir.
bir hint destanı. adını bu destandan alan 1989 yapımı Peter Brook filmi de vardır.
Bu ulusal Hint efsanesi günümüzde hala halk arasında çok yaygındır. 80.000 mısrası en azından 6000 yıllıktır. Sürekli olarak tanrıların bindiği Vimaana'lardan bahseder.
hindistan'IN ulusal destanıdır.

“insanlığın Öyküsü” anlamına gelir ve hem çok uzak geçmişte kaybolmuş olan bu uygarlığı anlatmakta hem de çok büyük bir savaştan bahsetmektedir.

Destanda anlatılan dev savaş, öncelikle klanlar arası bir çatışma gibi görünse de aslında tüm gezegenin egemenliği yolunda bir kavgadır, ama sonunda öyle bir savaş başlar ki tüm evren yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Savaşta kullanılan silahlar hem dünyasal (ok, balta, kılıç, mızrak gibi) hem de Tanrısaldır (ışınlar, atomik silahlar, uçan araçlar gibi).

ramayana ise başlı başına ayrı bir destan olarak kabul edilse de, aslında mahabharata'nın bölümlerinden biridir.
eski Hindistan'da Sanskritçe yazılmış en önemli iki destandan biridir. Diğeri, Ramayana'dır.

Mahabharata destanı'nda ilk önce görülenler, Vishnu inancının egemen olmadığı zamanların baş tanrıları Vedik tanrılar, indra, Agni, Soma vs. dir. Destan, daha sonra, Vishnu mezhebine bağlı din adamlarının egemenliği altında yeniden biçimlendirilmiştir. Ancak destanda, erdem ve adalet tanrısı Dharma'nın ve "Dharma Anlayışı"nın da büyük bir önemi olduğu görülmektedir.

Hintler atalarına "Bharata" derler. Mahabharata "Büyük Bharata" savaşını anlatır. Ne zaman olmuştur? Tarihi pek bilinmez; ancak savaşın gelişimi ve oluşumu çok güzel anlatılır. Kahramanlar önce söz, sonra da ok atışırlar bol bol... Yudhishthira bilgeliğin temsilcisidir. Tanrı Dharma'nın oğlu olarak kabul edilir. Bhima'nın babası Vayu, Arcuna'nın indra'dır. Nakula ve Sahadeva ise, ikiz oldukları için, ikiz tanrı Aşvin'den türemişlerdir. Tanrısal yanları böyle! Oysaki babaları Pandu adında soluk tenli bir insandır. Kardeşi Dhrtarashtra ise kördür. Her ikisi de Kuru soyundandır. Ama sadece Dhrtarashtra oğulları "Kurular" diye çağrılır. Diğerleri "Pandu Oğulları"dır. Kurular, kötü kalpli Duryodhana ile 99 kardeşinden oluşur. Anlaşmazlıklar ve bunu izleyen savaş, işte bu iki akraba kral çocukları arasında olur.
Hint alt kıtasının epik şiiri, bilinen en eski edebiyat ürünleri arasındadır ve uzun bir sözlü öykücülük ve anlatı geleneğinden doğmuştur. Diğer antik edebiyat ürünlerinde olduğu gibi bu öyküler de mitoloji, efsaneler ve tarihsel olayların bir karışımıdır ve yüzyıllar boyunca gelişmiş ve nihayetinde yazıya dökülmüştür.

Bu epik şiirin yanı sıra antik Hint yazıları yaklaşık olarak Milattan Önce 2. yüzyılın ortalarından itibaren kaydedilen Brahminik Hinduizmin merkezi kutsal metinleri olan Vedaları içerir. Vedalar ve şiir antik Hindistan'ın ortak edebi dili olarak kabul edilen ve birçok Hint-Avrupa dilinin evrimleştiği dil olan Sanskrit dilinde yazılmıştır. Milattan Sonra 1. yüzyıla kadar, Sanskrit edebiyatına Vedalar ve iki büyük epik şiir Mahabharata ve Ramayana damgasını vurmuştur. Ramayana tarihsel anlatı, mitoloji ve halk öykülerini içerse de bir tek ozanın özgün bir eseri gibi görünür ve geleneksel olarak bilge Valmiki'ye atfedilir. Buna karşın daha çok bilinen ve çok daha uzun olan Mahabharata daha karmaşık bir kökene sahiptir ve bu uzun bir evrimleşme sürecini akla getirir.

Mahabharata büyük olasılıkla Milattan Önce 9. yüzyılda şekillenmeye başlamış ve Milattan Önce 4. yüzyıl dolaylarında son şekline kavuşmuştur. Eser çok uzundur ve 18 kitaba (parva) bölünmüş shloka adıyla bilinen yüzbini aşkın beyitten oluşur. Savaşan iki ailenin öyküsünü anlatmanın yanı sıra onların tarihlerini, Hindistan'ın tarihini ve onun bütünleyici parçası olan Hindu dinini anlatır.

Başlangıçta Adi Parva(Başlangıcın Kitabı) adını taşıyan ilk kitabın anlatıcısı şu açıklamayı yapar: "Burada olanlar her yerde bulunur. Ama burada olmayanlar başka hiçbir yerde yoktur."

Geleneğe göre ve giriş kısmında açıklandığı şekliyle, Mahabharata Vyasa adındaki bir ozan ve bilge tarafından yazılmıştır. Milattan Önce 3. yüzyılda yaşadığı söylenen Vyasa, Hindu tanrısı Vişnu'nun bir avatarı yani enkarnasyonuydu. Destanın daha büyük kısmının anlatısı, Vyasa'nın müridi Vaisampayana'dır ama başka iki kişi de anlatıcılık yapar: Ozan - Bilge Ugrasrava Sauti ve saray mensubu Sanjaya.

Vaisampayana, Vyasa'nın tüm öyküyü fil başlı tanrı Ganeşa'ya bir oturuşta anlatıp yazdırdığını açıklar. Ardından, çok uzun yıllar sonra, Vaisampayana'nın öyküsü "Adi Parva" açıklandığı şekliyle Sauti tarafından Hindu bilgelerinin bir toplantısında yeniden anlatıldığında Mahabharata olarak nihai şeklini alır. Çerçeve anlatıların karmaşık bir biçimde iç içe geçmesi, büyük olasılıkla öykünün günümüzde bildiğimiz şeklini almadan önce farklı tarihsel versiyonlarının varlığını yansıtır.

Tarihsel, mitolojik ve dini unsurlar Mahabharata boyunca tipik bir biçimde iç içe geçer. Merkezi olay örgüsü, Kuzey Hindistan'ı yöneten Bharata ailesindeki bölünme ve bunun sonucunda Kurukshetra'da gerçekleşen savaş ve sonrasıyla ilgili olsa da, Vişnu'nun diğer avatarı Krişna karakterinin dahil olmasıyla öyküye mitsel bir boyut verilir. Ayrıca birçok yan olay örgüsü ve çeşitli felsefi ve dini arasöz vardır. Bunlardan biri olan Bhagavad Gita, kendi başına önemli hale gelmiştir. Destan aile bağları ve çatışma, vazife ve cesaret, kader ve seçim temalarını inceler ve bunları karmaşık bir "doğru tutum" kavramının, dharma'nın öğelerini açıklamak için bir dizi alegori şeklinde sunar.

Mahabharata açıklayıcı girizgahının ardından yönetici Kuru klanının Kaurava ve Pandava olarak iki rakip aileye bölünmesini açıklar. Bu aileler iki prensin soyundan gelir: Kör Dhritarashtra ve kardeşi Pandu. Dhritarashtra'nın engelli olması nedeniyle tahta çıkamaması düşmanlığı başlatır. Pandu kral olur ama bir lanet onun çocuk sahibi olmasını engeller. Tanrılar, Pandu'nun karısını hamile bırakır ve Pandava'nın soyu güvende görünür. Fakat Dhritarashtra'nın 100 çocuğu krallıkta hak sahibi olduğuna inanır ve en büyük Pandava olan Yudhishtira taç giydikten sonra onu kandırarak bir zar oyununda her şeyini kaybetmesini sağlarlar. Utanç içindeki Pandava'lar sürgüne gönderilir.

Birkaç yıl sonra beş Pandava kardeş geri dönerek tahtta hak iddia eder ve Kurukshetra'da bir dizi savaş başlar. Pandu'nun ikinci oğlu Arjuna, arabacısı olarak kuzeni ve yakın arkadaşı Krişna'yla savaşa gider ama yalnızca doğru olan şey için savaşmanın onun vazifesi olduğuna inanan Krişna tarafından ikna edildikten sonra gönülsüzce savaşa katılır. Neredeyse tüm Kauravaların kılıçtan geçirildiği kanlı bir savaş gerçekleşir; hayatta kalan birkaçı, uyudukları anda baskın düzenleyerek Pandava birliklerinden intikam alır. Katliamdan sadece beş kardeş kurtulur ve Kauravaların tamamen yok edilmesini sağlar.

Yudhishtira tekrar kral olur ama zaferin içi boştur ve şiir savaşın korkunçluğunun detaylarını vermeye devam eder. Krişna veya en azından Vişnu'nun bu özel enkarnasyonu kazara öldürülür ve Pandavalar cennete uzun, tehlikeli bir yolculuğa başlarlar. En sonunda ruhsal dünyada kardeşler yeniden bir araya gelir ve kuzenleri Kauravalarla barışır.

Dharma, hem bu kavramın her koşulda her birimize nasıl uyarlandığı hem de insani zayıflıklar ve kaderin gücü karşısında bunun takip etmesi ne kadar zor bir yol olduğu açısından Mahabharata'da yinelenen bir temadır.

Kauravalardan biri olan Kripa'nın Sauptika Parva (Uyuyan Savaşçıların Kitabı) adlı onuncu kitapta söylediği gibi , "iki kuvvet vardır: kader ve insani çaba- bütün insanlar bunlara bağlı ve bağımlıdır, başka hiç bir şey yoktur." Neyin doğru, neyin yanlış olduğu nadiren nettir ve yaşam ölüm ve yeniden doğuş döngüsünden kurtulabilmemizin yolu sevgi ve vazife gibi çatışan çıkarları uzlaştırmaktır.

Mahabharata'nın epizotlarının her birinde insanın güçlü ve zayıf yanları karşı karşıya getirilir ve büyük ölçüde Kauravalar ve Pandavalar arasındaki yıkıcı savaşta ifadesini bulan doğru ve yanlış arasındaki mücadelenin karmaşık, incelikli ve nihayetinde yıkıcı olduğu gösterilir. Şiirin büyük bir kısmında karakterler insani ilişkilerdeki ahlaki ikilemlerle uğraşırken, son kısımlarda ve özellikle Krişna'nın ölümünden sonra onların ruhsal kaderle yüzleştiğini görürüz. Öykü, birçok trajedi ve çatışmanın ardından baş kahramanların sonsuz mutluluğa ulaşması ile son bulur ama aynı zamanda insanlar arasındaki mücadelelerin devam ettiği konusunda da uyarıda bulunulur.

Mahabharata'nın ahlaki ve dini mesaj taşıyan gözde mitolojik ve tarihsel öyküleri temel alan kapsamlı öykü çizgisi ve konusu, destanın günümüze dek popülerliğini korumasını sağlamıştır. Başarısı öylesine büyüktür ki, yüzyıllar boyunca sadece Ramayana, büyük Sanskrit destanı olma iddiasında ona rakip olabilmiştir. Ramayana, kapsam ve heyecan bakımından Mahabharata'yla boy ölçüşemeyecek olsa da daha tutarlı ve şiirseldir. Bu iki destan, Milattan Sonra 1. yüzyıldan 7. yüzyıla kadar gelişen Sanskrit epik şiir okuluna ilham vermiştir. Hindu bilgeliğinin ve Hindistan tarihi ve mitolojisinin kaynakları olarak bu büyük destanlar, Hindistan'da Homeros'un ilyada ve Odysseia'sının Batı'da taşıdığı değerle karşılaştırılabilecek bir kültürel değere sahiptir.
10.000 Yıllık Nükleer Savaş (Destanı) : Mahabharata

“Bu günümüz, dünün düşünceleridir; şimdiki düşüncelerimiz yarınımızı inşa edecektir; yaşamımızı düşüncelerimiz yaratır.”
Dhammapada “Mahabharata çok büyük ve karmaşıktır ama 18 Yüzyıl öncesini çok net olarak açıklamaktadır.”
Reader´s Digest “Mysteries of the Unexplained”
“Bu öyküyü kuru bir çubuğa anlatsaydın, yapraklanır ve köklenirdi.” (Henri Michaux)

Hindistan´ın ulusal destanı Mahabharata, aslında bir şiirdir ama çok büyük ve karmaşık bir şiir külliyatı olarak düşünülebilir. Sözcük sayısı “Mesnevi”den çok daha ötededir ama büyük olasılıkla tek bir kişi tarafından yazılmamıştır. Sankritçe yazılmış olan Mahabharata şimdiye kadar yazılan en uzun şiirdir, “stanza” denen yüzbin kıtadan oluşur yani incil´in 16 misli, Ansiklopedi Britannica´nın tamamı kadardır. Bazılarına göre MÖ 3.-5. Yüzyıl aralarında yazılmıştır, bazılarına göre MS. 4. Yüzyıl´da derlenmiş, bazılarına göre ise çok daha eskilerde 19-20.000 yıl evvel yazılmıştır. Hintliler´e göre Mahabharata´da olmayan bir şey hiçbir yerde yoktur. Batı dünyası bu inanılmaz dev destanı ancak, 18. Yüzyıl´dan sonra tanımıştır; o da destanın sadece küçük bir bölümü olan 1785´de Londra´da Charles Wilkins çevirisiyle yayınlanan “Bhagavad-Gita”dır.
19. Yüzyıl´da doğubilimci Hippolyte Fauche, 200 kişilik bir ekiple tüm destanı Fransızca´ya çevirmeye başladı ama ömrü vefa etmedi. Sonuçta eksiksiz ingilizce çeviri ancak 20. Yüzyıl´ın başında yine Hintliler tarafından Bombay´da gerçekleştirildi.

Dünyalılarla uzaylılar mı savaştı?

Sanskritçe´de “maha” büyük ve herşeyin toplamı anlamına gelir; “bharata” ise komünyel bir isimdir veya bir bilgeliğin tanımıdır. Daha öte metafizik yorumlarda sözcüğün “insan” anlamında olduğu da söylenir; bu bağlamda “insanlığın Öyküsü” yazılmıştır. Destanda anlatılan dev savaş öncelikle klanlar arası bir çatışma gibi görünse de, aslında tüm gezegenin egemenliği yolunda bir kavgadır ama sonunda öyle bir savaş başlar ki, tüm evren yokolma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Savaşta kullanılan silahlar hem dünyasal (ok, balta, kılıç, mızrak gibi) hem de tanrısaldır (ışınlar, atomik silahlar, uçan araçlar gibi) Bir bakışa göre, Mahabharata en eski bilim kurgu örneğidir ve zeki canlılar arasındaki bir anlaşmazlığı, bir savaşı ve günümüz teknolojisinin çok ötesinde silahların kullanıldığını anlatır.

Örneğin bir bölümde içinde destanın kahramanlarından Krisnha´nın da bulunduğu Vrishni´ler, Salva adlı lideri bir güçle kuşatırlar. Bunun üzerine zalim Salva, heryere gidebildiği Saubha adlı arabasına binerek “yükselir” ve sayısız cesur Vrishni genciyle beraber tüm bir kenti harabeye çevirir. Saubha adlı araç daha önceki bölümlerde anlatıldığına göre savaşın yönetildiği bayrak gemisidir ve Salva´nın kentinde bulunmaktadır yani oradan kalkıp, savaş alanına getirilmiştir. Buna karşın Vrishni savaşçılarının da benzer silahları vardır; Pradyumna adlı kahraman özel bir silah kullanır, bu silah en yüksekteki tanrıları dahi durdurmaktadır; silah için “savaş alanındaki hiçbir insan onun oklarından kurtulamaz” tanımı yapılır ve Salva Krisnha´ya doğru düşer, Krisnha gökte Salva´yı izlemeye başlar fakat Saubha adlı araç göklere özgün tanımla adeta yapışmıştır. Krisnha tüm silahlarını durmaksızın fırlatır; roketler, misiller, mızraklar, çiviler, savaş baltaları, üç yüzlü oklar, alev püskürtücüler vb… Gökte yüzlerce güneş ve ay belirir, yüzlerce yıldız doğar. Ne gece ne de gündüz vardır, zaman anlaşılamaz.

Radyoaktif ölümün reddedilmez tarifi;

Krishna´nın Salva´nın saldırılarını savuşturmak için kullandığı silahların seslerinin anlatımı, aynen günümüzdeki anti-balistik roketlere benzemektedir; “Onları savuşturdum, bir hayal gibiydiler. Hızla vuran sütünları yolladığımda, gökler parladı ve parçalara ayrıldılar. gökte büyük gürültüler oldu.” Ve sonra Saubha´nın görünmez olduğu anlatılır sanki Krisnha hedefi hiç şaşırmayan akıllı bombalar kullanmaktadır. Bu arada atılan bir okun “roketin” sesiyle savaşçılar ölürler, Salva´nın askerleri “Danavalar” acı çığlıklar atarak yerlere düşerler, onları güneşe benzer parlaklığı olan okların sesi öldürür. Sauba kaçmak için saldırıya kalkışır, o zaman Krisnha “özel ateş silahı”nı kullanır bu silah güneş şeklinde halesi olan bir disk şeklindedir. Ve disk Saubha´yı ikiye böler, “kent” gökten yere düşer ve Salva ölür. Bu olay, Mahabharata´nın sonudur. En garip silahlardan birisi Pradyumna´nın kullandığı özel oktur, bu okun öldürücü gücünden hiç kimse tanrılar dahi kurtulamaz. Agneya´nın kullandığı silah ise, alevli ama dumansız ateş okudur “Yoksa artık ok yerine , ışın mı demeliyiz.”

Derken savaş alanına birden bir karanlık yayılır, kimse çevreyi göremez ama gece olmamıştır, vahşi bir rüzgar başlar, bulutlar kükrer, toz ve çakıl taşları yağmaktadır, doğa dengesini yitirir, güneş gökte sallanmakta, dünya titremekte, korkunç silahtan yayılan kavurucu sıcaklık, herşeyi yakmaktadır. Filler alevler içinde, çılgın gibi oradan oraya koşuştururken, diğer canlılar buruşarak yere düşmektedir, vahşi ışınlar gökten yağmur gibi yağmaktadır. Ve ateş fırtınasının yanısıra Gurkha´nın silahının sesini duyanlar da ölürler. Bütün bunlar sanki nükleer bir patlamanın yanısıra radyoaktif çöküntünün birebir tarifi gibidirler. Gurkha´nın çok hızlı ve güçlü bir Vimana´sı vardır; Vrishni´lerin ve Andhaka´ların üç kentine uçar ve saldırır, evrenin tüm gücünü taşımaktadır. Duman ve ateş sütunları fışkırtır, on binlerce güneş parlaklığında ışınlar yayarak yükselir. Vimana´nın “demir şimşek” diye tanımlanan süper bir silahı vardır, her iki aşiretten sayısız insanı ve kentlerini küle dönüştürür. Cesetler tanınmayacak kadar yanarlar, ölmeyenlerin saçları ve tırnakları dökülür, çanaklar, çömlekler kendi kendilerine kırılırlar, yiyecekler zehirlenir. Kaçmaya çalışan savaşçılar ve eşyaları küllerle yıkanmaktadırlar.

Nedir bu silahlar? Başka hiçbir mitolojide böyle bir tanım yoktur, yıldırımlar, şimşekler vardır ama ötesi yoktur. Bunu anlamak şu anda mümkün değil; umudumuz zamanla öğrenmek. Destan´da anlatılan olaylar gerçek midir yani fiziksel midir? Yoksa metafizikçilerin yaklaşımıyla simgesel midir? 1944 yılında Paris Üniversitesi Hint Uygarlığı Enstitüsü´den Emil Senart´ın özgün çevirisi olan “La Bhagavad-Gita” böyledir (Ruh ve Madde Yayınları-1995). Türkçe çevirinin önsözünde Ergün Arıkdal şöyle der; “… o halde insan kendisiyle, maddenin hakimiyeti ile savaşa hep devam etmelidir.” Galiba ikisi de doğrudur yani Mahabharata hem çok uzak geçmişte kaybolmuş bir uygarlığı ve belki de yaşanmış en büyük savaşı anlatmakta, hem de dev bir ruhsal öğretiyi içermektedir; bu öğreti Senart´ın tanımıyla “Rabb´in Ezgisi”dir.

Bilim ve Vimanalar

* “Asya ve Güney Asya kaynaklı çeşitli metinlerde uçan araçların veya göksel cihazlardan söz edilir. Hint ve Çin halk öykülerinde ve sanatçıların çizimlerinde göklerde seyahat etmek için yapılmış araçlar yer almaktadır. Kaynaklardaki farklılıklar dikkat çekecek kadar büyüktür, anlaşılmaz aygıtlar olduğu gibi, temel uçuş prensiplerine göre yapılmış ahşap araçlar da vardır. Taoist masallar sık sık göklerde uçan ölümsüzleri anlatırlar. Xian adlı bu araçlar yöneten ölümsüzlerin özgün ilahi güçleri vardır. Onlar tüylüydüler, Tao rahipleri onlara ´Tüylü Rahipler-Yu Ke” diyorlardı; “fei tian” yani uçan ölümsüzler Çin mitolojisinin sayısız yerinde raslanır. Uçan araçlar belki de bir tür teknolojik araçlardırlar ama yönetenler acaba insan mıdırlar? ikinci Yüzyıl´da yazılmış, bir şiirde uçan dragonların yönettiği gök arabalarından açıkça söz edilmektedir. Elimizde uçan araçların yapımlarını ve gelişimini anlatan sayısız öykü vardır.

görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel

https://insanveevren.wordpress.com/2011/04/17/429/