bugün

Her millet iktidar mekanizmasının başına ya güçlü ya da önemsiz kişileri geçirir. Bunlardan birinin işbaşına gelmesi milletin ahlaki seviyesi ve yaşantısına bağlıdır. 
Millette toplanmış iyi bir şey var mıdır, yok mudur? ya da toplanıyor mu ? Milletin aklı, milletin iradesi, milletin vicdanı yükselme gösteriyor mu , yoksa yozlaşıp zehirleniyor mu? Basit ve sefil bir hayat içinde yok olup gidiyor mu ?
Burada her birimizin hayatının özelliği ve çalışma şeklimiz ele alınıyor.
Biz kendi ülkemizde ne yapıyoruz? Milletimizin geleceğinde nasıl bir rol oynuyoruz ?

Beyaz zambaklar ülkesinde - grigory Petrov.
Sayfa 16-17
Panama yayın 1.baskı
...oraların derinlerinde, karanlık suların yamacında, ufak ve sümüksü bir yaratık olan gollum yaşardı.
"Akşamın tekerleklerine benzer insanlar bir o yana bir bu yana koşuşurlarken, sırtlarına iliştirilmiş gökyüzünü de beraberlerinde sürüklüyorlar. Seviyorlar, nefret ediyorlar. Nefret ediyorlar, seviyorlar. Ceketimin iç cebindeki şiş, sol mememin ucuna batıyor. Ciğerlerim, göğsüme batıyor. Canım, ruhuma batıyor. "

it Cazı, Küçük iskender
vronski:
- dost olamayız, bunu siz de biliyorsunuz, dedi.
ama dünyanın en mutlu ya da en mutsuz iki insanı olmamız sizin elinizde. *
"Bazı insanlar... yaşam tarzımdan hoşlanmıyor. E, ben de cehenneme kadar yolunuz var diyebilirim, hoşlanıp hoşlanmamanız umrumda değil."

(bkz: bülbülü öldürmek)
''Yaşıyor musun, diye soracaklar ve sen , elbette, evet, diye cevap vereceksin, fakat vücudun itiraz edecek, hayır diyecek, ölü olduğunu söyleyecek.''
“ Kişi, başka birisine ne verir? Kendisinden verir; kendisinde bulunan en değerli şeyden, yaşamından verir. Bu, o kimsenin yaşamını öbür insan uğruna harcaması demek değildir. Kendi içinde yaşattıklarından vermesi demektir, sevinçlerinden, ilgilerinden, anlayışlarından, bilgisinden, nüktesinden, üzüntülerinden, içinde yaşanan şeylerin dışa dökülen her türlü belirtisinden bir şeyler verir karşısındakine. Böylece yaşamından bir şeyler vermekle onu zenginleştirir; kendi
içindeki canlılık duygusunu hızlandırarak karşısındakinin canlılığını artırır.”
Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu. Anlamazlardı.. Yusuf Atılgan- aylak adam.
size ait olan hiçbir şey sizden alınmaz -düşünce gücüyle tedavi.
‘o zamanların sicilya’sında balık yiyecekseniz yalnızca pazartesi ve salı günleri yemeliydiniz çünkü balıkçılar taze balıklarını bu iki gün içinde restoranlara satardı. cumartesi gecesini şenlendirmek için ısmarlayacağınız bir mürekkep balığı sizi 25 dakika sonra hastanelik edebilirdi’

anthony bourdain - mahrem mutfak maceraları.
"biliyorum, bir insana inanabilseydim, bir insanı sevebilseydim (bu insan kendim bile olsa) her şey değişecekti. ama ya o insan yoktu ortalarda ya da o inanç -o günlerde."

Ferit Edgü - Kaçkınlar
"Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz? Düpedüz sarıl bana dedikten sonra sarılmanın ne anlamı kalır? Olmayacak duaya amin deme duygusunu yaşıyorum sürekli."
sanırım biz duygularımıza yeterince değer vermiyoruz, düşüncelere kafamızı çok fazla takmışız, bu insanı bozuyor, her şeyi ölçüp biçiyor ama onu içimizde hissetmiyoruz.

gorki/ana

hissetmeden yaşamak, insanoğlunun yaşadığı en büyük ızdırap olmalı...

sahi yaşıyor muyuz azizim?
“Haydi, deniz kenarına bir yere gidip dolaşalım... Bugün canım insan yüzü görmek istemiyor; geniş, uçsuz bucaksız bir şeye... ve sana bakmak istiyorum!”
(içimizdeki şeytan)
Saat ikiye doğru Rita ortadan kaybolmuş, ben de beş yüzlük kazanmıştım. Yattığını düşündüğümden oyuna devam ettim. Şansım dönmüştü ve sürekli iyi kağıt geliyordu elime. Jokerle oynuyorduk ve pot oldukça büyümüştü. Böyle durumlarda -evde yangın çıkmadıkça ya da isa kapıyı çalıp, dünyaya geri geldiğini söylemedikçe- masanın başından kolay kolay kalkılmaz. Yine de itiraf etmeliyim: Eğer bütün geceyi poker masasında geçirmemiş olsaydım, Rita'nın ömrü bir iki hafta daha uzardı belki. Ama bu gerçeğin vicdanımı rahatsız ettiğini söyleyemeyecek kadar da çok kanserli gördüm ölürken.

Beyaz Zenciler, Ingvar Ambjörnsen
görsel
Peşinen not: üçüncü deneyişim fotoğraf yine görünmezse bir daha atmam!

görsel

yaşama uğraşı
TV sürekli kitap okudugundan çokta gerekli olmayan hede.
TV sürekli kitap okudugundan çokta gerekli olmayan hede.
“Olaylar önemli değildir; onları algılayışımız önemlidir.”
(bkz: epiktetos)
Bir daha geri gelmeyecek mutlu çocukluk dönemi! Çocukluk anılarını nasıl sevmez, nasıl üstüne titremez insan?

Çocukluk, Lev Nikolayeviç Tolstoy
içimde kendi hayatımı yaşamadığım kanaati var. bu yaşadığım hayat o kadar benim değil ki, herhangi bir saatimde birisi gelip de bana "haydi kalk sıran geldi, kendi kendin ol" diye bağırsa, sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi inanıp koşacağım.

(bkz: hikayeler)
(bkz: ahmet hamdi tanpınar)
Ama sonra, 'senin için ölürüm'cüler geldi aklına. Birilerine bu söz öbeğini söyledikten sonra kazara yaşayanlar düştü zihnine. Ya yalan söylüyorlardı, ya da vazgeçiyordu birileri birileri için ölmekten. Kendi gibi...

Yaşıyordu işte öleceğini söyleyip ölmeyenler.
Siz hangi gruptasınız? Yıllar önce yaşadığı olumsuzlukları durmadan tekrarlayıp elindeki kartopunu kocaman bir çığa dönüştürerek içinde kaybolanlardan ve yanındakileri de sürükleyenlerden mi; yoksa kocaman bir kar kütlesini güneşin sıcaklığıyla eritip etrafına huzur verenlerden mi?
(bkz: yüzyıllık yalnızlık)
Ticaretle uğraşan bir adamın güzel bir papağanı vardı. Bir gün bu tacir işi gereği Hindistan’a gitmek için yol hazırlığına başladı. Cömertliği ile tanınan bu tüccar, ailesine ve yakın arkadaşlarına tek tek ”Sana Hindistan’dan ne getireyim? Ne istersin?” diye sordu. Her biri ayrı ayrı istekte bulundu. Bu cömert ve iyi kalpli tüccar onların isteklerini not alıp getireceğine dair söz verdi.

Sonra çok sevdiği papağanına yönelip ona da sordu: ”Ey güzel kuşum, sen ne istersin?” Papağan, ”Oradaki papağanları görünce, halimi onlara anlat. Papağanımın size selamı var. Sizi özlediğini ve kurtuluşu için çare bulmanız konusunda yardımcı olmanızı istiyor dersin” dedi.

Sözlerine devam ederek. ”Ben gurbet ellerde özlemle ve ayrı düşmenin ıstırabıyla çırpınırken, sizlerin yeşil ormanların güzel ağaçlarının dallarında dolaşarak keyiflenmeniz uygun mudur?

Dostların vefası böyle mi olur? Sizler boylu poslu güzel eşlerinizle zevk sefa içerisindesiniz. Ben ise burada hapisteyim. Yüreğim kan ağlar. Hiç olmazsa, sabahın seherinde şu garibi de hatırlayın. Dostların, dostu hatırlaması mutluluktur. Başka bir şey istemiyorum” dedi.

Tüccar, papağanın selamını ve mesajını oradaki papağanlara götürmeyi de kabul ederek yola koyuldu. Günlerce yol aldıktan sonra Hindistan’a ulaştı. Ağaçların üzerinde papağanları görünce, atını durdurarak onlara seslendi. Evde kafeste beslediği papağanının selamını ve sözlerini aktardı. Tüccar sözlerini bitirir bitirmez, oradaki papağanlardan biri birkaç kere titredi, nefesi kesilerek düşüp öldü.

Tüccar bu durumu görünce söylediğine de söyleyeceğine de pişman oldu. Kendi kendine, ”Bir canlının ölümüne sebep olarak günaha girdim. Galiba bu papağan, benim papağanımın bir yakını ya da çok candan seveniydi” diye düşündü. Hindistan’daki alışverişini bitirdikten sonra memleketine döndü.

Dostlarının istediklerini teslim etti. Papağan, tüccarın hediyeleri dağıtmasını kafesinden izliyordu.
Sahibine seslendi: ”Benim armağanım nerede? Papağan dostlarıma selamımı ulaştırdın mı? Onların haberlerini bana anlat ki, ben de dostların gibi mutlu olayım.”

Tüccar, ”Sevgili kuşum! Bana öyle bir iş yaptırdın ki, sana uyup da nasıl böyle bir cahillik yaptığıma hala yanmaktayım. Bin pişman oldum ama pişmanlık neye yarar?”

Papağan bu sözleri duyunca olanları daha çok merak etti. Sevgili kuşunun ısrarlarına dayanamayan tacir, olanları başından sonuna bir bir anlattı.

”Söylediğin yere gittim. Dostlarına selamını ve söylediklerini aktarınca içlerinden biri, senin gönderdiğin haberin üzüntüsüne dayanamamış olacak ki düşüp öldü. Bu durumu görünce çok pişman oldum ama söylemiş bulundum” dedi.

Tüccarın bu anlattıklarını dinleyen kafesteki papağan, önce titredi, sonra kaskatı kesildi. Tacir kendi güzel papağanının da aynı şekilde düşüp öldüğünü görünce, aklı başından gitti. Ağlayıp sızlanmaya, ah vah edip dövünmeye başladı.

”Ey güzeller güzeli papağanım. Hoş sesli kuşum, yoldaşım, sırdaşım. Ne oldu sana? Neden bu hale geldin?” diye feryat etti.

Ölü papağanı üzüntüyle kafesin içinden çıkınca, papağan birden canlanıp uçtu. Yüksek bir dala kondu. Tacir kuşun bu durumuna şaşırdı kaldı. Başını kaldırıp, ”Ey güzel papağanım! Ben bu işten bir şey anlamadım. Sen bu hileyi nereden öğrendin? Böyle canımı yaktın” dedi.

Papağan konduğu yerden cevap verdi: ”Sevgili efendim! Hindistan’daki o kuş, yaptığı hareketle bana yol gösterdi. Selamımı alınca düşüp ölmüş gibi yapması, bana öğüttü.

”Efendim! Sen de benim gibi yap. Ölmeden önce öl. Canını, ten kafesinin esaretinden kurtar. Ruhun gerçek vatanın güzelliklerine uçsun.”

Papağan efendisine, ”Allaha ısmarladık” diyerek vatanına ve dostlarına doğru kanat çırptı.