bugün

Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.

Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
inan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!
sonra bir bulut olur, kelebek kanadı tozlarından.
yağmur olur, tozlanır damlalar..
bir hasret doğar
asırlık bakir kayalardan.
bir kelebek çırpışı kurtarır belki bizi bu sancıdan.
sancı ki; sanırsın bir sevişme.
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.

Onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.

Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.

En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.
sadece gecelerin güzelliği kaldı geçmişe dair,
karanlığın kadifeliğindeki yumuşak dokunuşlar,
hislerin mavimtrak saçmalığıyla karıştığındaki,
boş hayallerdi geceleri şiir yazdıran boktan ruh hali.
ve cellat uyandı yatağından bir gece.
tanrım! dedi. bu ne zor bilmece?
öldükçe çoğalıyor adamlar,
ben tükenmekteyim öldürdükçe.

ataol behramoğlu
....
yorulup uyuyana kadar ağlıyorduk sevgilim
dokunuyorduk su deyip suya deyip su içen kelebekler gibi
susuz kalan gözlerimiz gitgide ağır ağır soluyordu
o gül, gitgide ağır ağır soluyordu rüzgarla
tenlerimizde tenlerimize ait bir şeyler dokuyorduk
Aysel git başımdan sana göre değilim.
Güle yazdım adını
Bülbül duysa kıskanır
Yar aşkından divanenim
Kim görse Mecnun sanır

Yar beni güllere yaz
Yaz beni gönlüne yaz
Al ömrümü al canım
Al senin ömrüne yaz

Güle sordum adını
Gün açılsın gör dedi
Yare ömrün vermezsen
Aşka ermen zor dedi

Gün açıldı tan oldu
Gül açıldı kan oldu
Ben aşkı satın aldım
Verdiğim bir can oldu

özhan eren .
Bir kadın dudağı belirir boynunda
Ankara Akdeniz olur.
Bir kadın, kadın sevgilisinden kopar
Sana gelir;
Erkeğin olur anlamazsın.
Karışırsın şehvet kaplarında.
iniltin, sevişme sonrası sigarasına duman olur.

Karışırsın kütlesizliğe..

Sen hiç sevip içtin mi?
Sen hiç sevgiyi içtin mi?
Sen hiç seviştin mi?

Senli geceleri sana bırakıyorum.

Fırın kokan, sabah olmamış sokaklar benim yerim.
/YAŞADıKLARıMDAN ÖĞRENDiĞiM BiRŞEY VAR/

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi..
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten,
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği..

insan saatlerce bakabilir gökyüzüne..
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa.
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır..
Kopmaz kökler salmaktır oraya.

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını..
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin..
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara..
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin.

insan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine,
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına.

insan balıklama dalmalı içine hayatın-
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına..

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar..
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın.
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu;
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın.

--kes.

"Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle-
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı.
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına-
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı.."

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına-
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.

-Ataol BEHRAMOĞLU
Marş olarak da ayrı bir güzeldir.
https://www.youtube.com/w...b_channel=RetroYi%C4%9Fit

Hoyra rira rira hey (2)

Rira hoyrari (2)

Rira hoyra hoyra hey

Güneş bizimle doğar

Yağmur bizimle yağar

Bizimle coşar deniz

Ateş bizimle yanar

Biz Atatürk gençleriyiz

Hoyra rira rira hey

Sesimiz onun sesi

Hoyra rira rira hey

Bizimle yükselecek

Hoyra rira rira hey

Atatürk Türkiyesi

Rira hoyra hoyra hey

Sevgimizle bilgimizle

Ulusumuzun hizmetindeyiz

Aklımızla coşkumuzla

Atamızın izindeyiz

Hoyra rira rira hey (2)

Rira hoyrari (2)

Rira hoyra hoyra hey

Fidan bizimle büyür

Çiçek bizimle bizimle açar

Bizimle sürer hayat

Ulus bizimle yaşar

Biz Atatürk gençleriyiz

Hoyra rira rira hey

Sesimiz onun sesi

Hoyra rira rira hey

Bizimle yükselecek

Hoyra rira rira hey

Atatürk Türkiyesi

Rira hoyra hoyra hey

Sevgimizle bilgimizle

Ulusumuzun hizmetindeyiz

Aklımızla coşkumuzla

Atamızın izindeyiz.
Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi

Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi

Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın

Galib et; çünkü bu son ordusudur islâm’ın.
Azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana,
Kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can.

Lal-u şarap içurem ve ıslatıp geçirem,
Parmağına yüzüğü, hatem-i zer drahsan.

Eğil eğil sokayım, iki tutam az mıdır?
Lale ile sümbülü kakülüne nevcivan.

Diz çökerek önüne ılık ılık akıtam,
Bir gümüş ibrik ile destine ab-ı revan.

Salınarak giderken arkandan ben sokayım,
Ard eteğin beline, olmasın çamur aman.

Kulaklarından tutam, dibine kadar sokam,
Sahtiyenden çizmeyi, olasın yola revan.

Öyle bir sokayım ki, kalmasın dışarıda hiç,
Düşmanın bağrına, hançerimi nagehan.

Eğer arzu edersen, ben ağzına vereyim,
Yeter ki sen kulundan lokum iste her zaman.

Herkese vermektesin, bir de bana versene,
Avuç avuç altını, olsun kulun şaduman.

Sen her zaman gelesin, ben Vehbi’ye veresin,
Esselamun aleyküm ve aleykümesselam.
siyah bir zeytin çekirdeğinden dal, budak olan;
içinde şehvete dair tüm kitapları barındıran dudak olan;
bir akdeniz
bir turunç
bir kadın olan.
hoş geldin ahlaksızlığıma.
notalarınla
ezgilerinle.
Yalnız aşkı vardır aşkı olanın
Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın...

..Bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında
Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
Sen kalabalıkta bulup bulup kaybettiğim kimya
Yokluğun gayri şurdan şuraya geldi
Bir günler şölenlerle egemen ülkende
Şimdi iri gagalı yalnızlıklar dönüyor
N'olur ağzından başlıyarak soyunmaya
Bir kez daha sür hayvanlarını üstüme üstüme
Çık gel bir kez daha yıkıntılardan
Çık gel bir kez daha bozguna uğrat.
belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk, gülünecek halimize.
Sen ol da
ister yâr'ol
ister yara
Lütfun da başım üstüne
Kahrın da.
Şems-i tebrizi
Duruşun bir ayrılık resmi çiziyor
Akşamın incelen sularına
Susuşun yıkıyor beni en zayıf yerimden
Bilmez miyim içindeki kederi
Yüzü yağmura gömülü düşüm
Böyle buğulu camlarda dalgın
Gözlerin iklimini yitirmiş iki bulut
Bulanıp durur bir uzak rüzgarla
Aykırı mevsimler içinde
Saçların saklar omuzlarındaki yükü...

Dönsen ve öpsem incitmeden
Alnının gücenik ülkesini
Benim ömrümsün sen, onurum, geleceğim...
Gitmek hangi acıyı onarır ki
Bilmez misin çare değil üzüntü.

Şükrü Erbaş
Denize girsek kimsesiz sıcak bir iklimde. Korunmak için giydiğimiz tüm elbiselerimizden, tüm kalkanlarımızdan kurtulsak.
Sen olsak
Ben olsak
Çıplak..

Vallahi memelerini denizden kıskanırım .
Bir çok kişinin sevmediği Semih Öztürk'ün bu şiiri bence gecenin değil her anın şiiri olabilecek kapasitede;

'Beşiktaş Kadıköy vapurundan şehri izlemekti kadardı, aşkın Ellerimin arasında
sonrasında,
Ellerimden kayarcasına çekilmez seni izlemek
Şehir ne kadar hareketsiz ama canlıysa
Uyurken sen, istanbul'dun aslında
Sirenler ne kadar tok ve habersiz ise
Gidişlerinde böyle kaldı
Şimdi bıraktın bana, gidilmez kapılar, yaşanmaz anılar
Haramlar, günahlar, bir avuç ağıtlar.'
https://youtu.be/PYA_hx1AzZ0

"Masa da masaymış ha" şiirini edip cansever'in sesinden dinleyelim bu gece.

Edip cansever aslında bu şiirle anılmayı pek sevmezmiş. Bir keresinde ahmet muhip dıranas bu şiiri övdüğünde "ben o şiirden bıktım üstad, benim başka şiirlerim de var" demiş.
Dıranas da "her şairin bıktığı bir şiiri vardır zaten. ben de fahriye abla'dan bıktım" diye desteklemiş sitemini. Sitemlidir şairler işte biraz. Öncesiyle sonrasıyla da bilinmek isterler.

Bir de cansever "şiir okumayı hiç sevmemişimdir" der yine bir yazısında. "Üstelik çok da kötü şiir okurum" diye ekler.
Evet haklı, çok kötü okuyor, özellikle sonunda anlaşılıyor "bir an evvel bitse de gitsem" diye düşündüğü.
Olsun, iyi ki okumuş. Ben onun sesinde huzur buluyorum.

E dinleyelim madem edip cansever'i.

Hatta şunu da dinleyelim, buna bayılıyorum, hele o heyecanlı titrek sesi, nefesi.
https://youtu.be/GujX0ZWCgXo
şairim.
gökte süzülen ışığın iplikleri,
papatyaya değen bir umarsızlık kadar
ince ince dizilmiş.
altın güzelliğinin şevkatinde
anıların toprak kadar derin
yaşam senin dehlizlerinde gizli.
akan suyun duruluğunda
ya da yağan yağmurun, buluştuğu yerde
kokusu buram buram hasret giderirken
adını koyamadığın duygularda yitip gitti.
eskinin ya da yeninin değil
senin benim mayamda bu sevgi
bu, sonsuzluğa uzanan müzikteki histi.
Ben senin siyah saçlarının
Değdiği şala üşürdüm.
Sen üşür o şala sarılırdın.
Ahh
Bir şal olamamış ben..

Senin cümle aralarında bir virgül olmak uğruna,
Kitap olmaktan vazgeçmiş, cümle olamamış ben..

Bedensel hazlardan bahsetmedigimde şair olan ben;
Memelerinden bahsedince silik oluyorum fark edersen..

Sevişmeyen şiirlerin uzağıyım.
ben bu şiiri sana yazdım.
dilimde düğümlendi satırlar,
elim eline değsin diye çabaladım.
geçip gittin yine ben kaldım..