bugün

Seni, acundan yüce tek 'var' saymışım Tanrı'm
Göğe değen başımı, yere eğmişim Tanrı'm
Ve gönlümde yanına çiçek koymuşum Tanrı'm
Bu sevgiyi sen verdin, bu da benim nazımdır
Korkak kullarca değil, erkekçe niyazımdır

Ey Tanrı'm, yüce Tanrı'm
Kat, gücü güce Tanrı'm
Bölük bölük bölündük
Sonumuz nice Tanrı'm

Sensin derdi yaratan, derman olan yine sen
Sensin Türk'ü yaratan, ayrı kılan yine sen
Yüce dağlar birleşir, eğer ki sen 'ol' desen
Dilersen kes hakkımı ekmeğimden, suyumdan
Bu birlik, varlık demek esirgeme soyumdan

Kapına durdum Tanrı'm
Yere diz vurdum Tanrı'm
Çek şu kızıl perdeyi
Bir olsun yurdum Tanrı'm

Tanrı'm, şerefim için, namusum, dinim için
Şerefsize bilenen şerefli kinim için
'Ben' dedim ya, andolsun, sanma ki benim için
Ahlaksız çarklar için, saklanmaz farklar için
Şu çakal insancıklar, şu bozkurt Türkler için

Açtım elimi Tanrı'm
Çözdüm dilimi Tanrı'm
Kabul et bu duamı
Arz-ı halimi Tanrı'm

Bir gece, ağlar gibi kurtlar uludu dağdan
Gözlerime kan değdi, dokuz yaralı tuğdan
Bir türkü, bir de ağıt kopardım eski çağdan
Türküm umudum olsun, ağıdım yaram olsun
Türküsüz ve ağıtsız gün bana haram olsun

Bu acı beter Tanrı'm
Sanmam ki biter Tanrı'm
Belki benden artar da
Neslime yeter Tanrı'm

Bizi zulme bileyen bu kutlu güç senindir
Haklı ve yiğit kılan şerefli taç senindir
Türk olmaksa suçumuz, bu soylu suç senindir
Sanma ki bu sorgudur, sen Tanrı'sın, ben kulum
Sen sabırda zenginsin, bense işte yoksulum

Dört yanım soru, Tanrı'm
Hepsi en zoru Tanrı'm
Soruların zorundan
Soyumu koru Tanrı'm

Sen Tanrı değil misin, adını yargılatma
Sana Tanrı deyince, dinimi sorgulatma
Ya adam et bunları, ya beraber yaşatma
Kanı bozuk olanlar 'Türk'üm' diyemesinler
Ve Türk'ün dik başını yere eğemesinler

Gökçek Tanrı'm, Gök Tanrı'm
Sevgisi büyük Tanrı'm
iti kurda baş kılma
Bu ne ağır yük Tanrı'm

Şimdi beni ezenler, demek soyumu bilmez
Bozgunun ardındaki mutlak toyumu bilmez
Demek beni bilir de, deli huyumu bilmez
Çin'de kırkbir çeriyle ihtilal yapan kimdi?
Peki o uslanmaz kan hangi bedende şimdi?

Şükür ki bende, Tanrı'm
'Niçin'i, sende Tanrı'm
Bugünü de kutlu kıl
Gözlerim dünde Tanrı'm

Türkiye benim yurdum, canım kurban bu yurda
Fakat bir dağ az gelir mayası hür bozkurda
Kıralım şu zenciri artık ferman buyur da
Sınırları bozalım, yeni baştan çizelim
Kendi toprağımızda hesapsızca gezelim

Bir ferman buyur Tanrı'm
Dünyaya duyur Tanrı'm
Türk'ü Türk'e kavuştur
Var beni ayır Tanrı'm
Çünkü o gün her ölen
Sadece uyur Tanrı'm
Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda
Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum
Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse
elini uzatmıyor
Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan
bir deniz gibi
Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu.
Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme
Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar
Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda
insanların koşup dolduğu bu dar yapılarda
Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar
Biz bunun için mi geldik.

Erdem bayazıt/karanlık duvarlar.
“Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
incinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.”

(bkz: Özdemir asaf)
(bkz: lavinia)
Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
Kim o dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kim bilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.
Fabrika düdükleri ötmektedir.
benden bi iki entry önce girilmiş ama,

LAViNiA
Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al
Günün en güzel saatleri bunlar
Yanımda kal

Sana gitme demeyeceğim
Gene de sen bilirsin
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
incinirsin

Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme Lavinia
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme Lavinia

Özdemir ASAF

her defasında bambaska seyler hissettirir bana.
(bkz: akasya şiiri)

iyi geceler.
2. Cahit Sıtkı Tarancı – Bir Saadet

Ne bir kelime konuştuk,
Ne işaret çektik birbirimize,
Fakat gerçektir seviştiğimiz
Vapur kalkıncaya dek,
Göz göze gelmekle sade.
Bir saadet gibi hatırlıyorum,
Yasemin kokusu ondan,
Teneffüsü benden,
Bir yaz akşamı,
Kandilli iskelesinde.
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Kimileyin hüzün tek başına konuşur
Kimse görmeden kimse duymadan
ıssızlıkta kime yakardığını bilmeyen umarsızlıkla
Dağlara, denizlere, ıhlamur ağaçlarına bakarken
Maviye, toprağa, yeşile boyarken gözlerini
Ne kağıt ister ne kalem
Eskiden yeterdim kendime 
Artardım bile 
Şimdi ne yapsam nafile! ... 
Ve 
Kim demiş 'can eskimez' diye 
Bu can tedirgin tende 
Can da eskimiş 
Ben de.. 

(bkz: Bedri rahmi eyüboğlu)
Bir şiir bir geceye değer,
Bir şiir bir uykuya değer,
Bir şiir bir uyanmaya değer,
Bir şiir bir sigaraya değer,
Bir şiir bir rakıya değer,
Bir şiir bir şarkıya değer,
Bir şiir bir türküye değer,
Bir şiir bir ağrıya değer,
Diye-diye..
Meğer.

(bkz: Özdemir asaf)
bir düğün günü uyuyorsan ve üzgünsen,
üzüntün sevincinden güçlüymüş demektir.
bir bayram günü güçsüzsen ve evdeysen,
yalnızlığın en derin calılığın olmuş demektir.

bir ölüm günü duygulanmıyor v hissetmiyorsan,
ölümü biliyorsun, belki de alışıksın demektir.
bir acıya ortak olamıyor ve umursamıyorsan,
beynin donmuş, belki de geçeceğini biliyorsundur.

bir doğum günü pişmansan v anlam bulamıyorsan,
hakikati biliyorsun, belki de değerli görmüyorsundur.
gerçekliğini duymuyor ve ulaşamıyorsan,
yaşantını varoluştan ayırmışsın demektir.

Murat Dal
gül çarşısında herkes başka tükenir şeyhim; bak
hiçbir kelimeyi almıyor içimiz, kelimeler çoktandır vahîm

taşların bilmediğimiz yüzü hesap susuyor nicedir
olabilir sanıyoruz, bu kez tutabilir kopan lehim

biz göle bakınca ancak suyu incitir, suyla biliniriz
ama göle düşürdüğümüz gül çoktandır başkasına fehîm

eklendiğimiz divanda dibace eksik, ölüm solgun
artık o çürümüş seherde gülü gülle açıklayamayız şeyhim

çarşılar geziyor gözümüz, kepenkler kapalı, nilüferler eksik
hiçbir kelimeyi almıyor içimiz, kelimeler çoktandır vahîm.
...

avutamaz olur artık
seni, sevdiğin şarkılar;
boşanır keder zincirlerinden
sular tersin tersin akar;
bir hançer gibi çeksen de sevgini
onu ancak öldürmeye yarar:
uçarı kuşu sevdanın
alıp başını gitmiştir;
ölümdür yaşanan tek başına,
aşk iki kişiliktir.

yitik bir ezgisin sadece,
tüketilmiş ve düşmüş gözden;
düşlerinde bir çocuk hıçkırır
gece camlara sürtünürken;
çünkü hiçbir kelebek
tek başına yaşamaz sevdasını,
severken hiç bir böcek
hiç bir kuş yalnız değildir;
ölümdür yaşanan tek başına,
aşk iki kişiliktir.

ataol behramoğlu
Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka,
Sana gül bahçesini kim açar benden başka!

Hercai arılara meyhanedir çiçekler,
Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!

Madem aşk tablosunun takdirinden acizsin,
Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.

Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!
gül kokuyorsun bir de
amansız, acımasız kokuyorsun
gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
dayanılmaz birşey oluyorsun, biliyorsun
hırçın hırçın, pembe pembe
öfkeli öfkeli gül
gül kokuyorsun nefes nefese.

gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle
sen koktukça düşümde görüyorum onu
düşümde, yani her yerde
yüzü sararmış, titriyor dudakları
şakakları ter içinde
tam alnının altında masmavi iki ateş
iki su
iki deniz bazan
bazan iki damla yaz yağmuru
mermerini emerek dağlarının
şiirler söylüyor gene
ölümünden bu yana yazdığı şiirler
kızaraktan birtakım şiirlere
büyük sular büyük gemileri sever çünkü
ve odur ki büyüklük
şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
o zaman ölünce de şiirler yazar insan
ölünce de yazdıklarını okutur elbet
ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi
yaşamanın herbir yerinde.

gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
bu koku dünyayı tutacak nerdeyse
gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün
herkes, hep bir ağızdan: gül!
ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek
saçların, alınların, göğüslerin üstüne
yüreklerin üstüne
bembeyaz kemiklerin
mezarsız ölülerin üstüne
kurumuş gözyaşlarının
titreyen kirpiklerin üstüne
kenetlenmiş çenelerin
ağarmış dudakların
unutulmuş çığlıkların üstüne
kederlerin, yasların, sevinçlerin
ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek.

bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül
yıllarca esecek belki
ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah
göreceğiz ki
biz dünyamızı gerçekten görmemişiz daha
geceyi, gündüzü, yıldızları
görmemişiz hiç
tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla.

öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları
bu umutsuzlukları bırakın kardeşler
göreceksiniz nasıl
güller güller güller dolusu
nasıl gül kokacağız birlikte
amansız, acımasız kokacağız
dayanılmaz kokacağız nefes nefese.
ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim

ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm
(bkz: atilla ilhan)
...

şimdi şiir bence senin yüzündür
şimdi benim tahtım senin dizindir
sevgilim, saadet ikimizindir
göklerden gelen bir yadigar gibi

sözün şiirlerin mükemmelidir
senden başkasını seven delidir
yüzün çiçeklerin en güzelidir
gözlerin bilinmez bir diyar gibi

başını göğsüme sakla sevgilim
güzel saçlarında dolaşsın elim
bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
sevişen yaramaz çocuklar gibi

sabahattin ali
bir dağbaşı yanlızğı çöker geceye.
issız ve uzak çakal sesleri gibi ürkünç.
bir dağköyü karanlığı;
ay bulutların ardında ve yıldızlar,
yıldızlar bir bir dökülmüş yanaklarıma.

bir dağbaşı yanlızlığı çöker içime.
bıçkın ve hoyrat ellere teslim yüreğim.
korkunç ve umutsuz heceler fısıldar gece.
ay zifiriye boyanmış ve yıldızlar,
yıldızlar bir bir saklanmış yüreğime.

bir dağbaşı yanlızlığı kamçılar bedenimi.
köz parçası hasretler oturur göğsümde.
tütün dumanı hayaller solurum.
ay çamura bulanmış ve yıldızlar,
ah o yıldızlar bir bir söner gözlerimde.

pb.
bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar,
bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı,
görmezler ufuklarda şafak söktüğü anı.
gördükleri rü'ya,ezeli bahçedir aşka;
her mevsimi bir yaz ve esen rüzgarı başka,
bülbülden o eğlencede feryad işitilmez,
gül solmayı,mehtab azalıp bitmeği bilmez;
gök kubbesi her lahza bütün gözlere mavi,
zenginler o cennette fakirlerle müsavi;
sevdaları hulyalı havuzlarda serinler,
sonsuz gibi bir fıskiye ahengini dinler.

bir ruh o derin bahçede bir def'a yaşarsa,
boynunda onun kolları,koynunda o varsa,
dalmışsa,onun saçlarının rayihasiyle.
sevmekteki efsunu duyar her nefesiyle;
yıldızları boydan boya doğmuş gibi, varlık,
bir mu'cize halinde,o gözlerdedir artık;
kanmaz en uzun buseye,öptükçe susuzdur.
zira susatan zevk o dudaklardaki tuzdur;
insan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan,
bir sır gibidir az çok ilah olduğumuzdan.

onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler.
bir gün, nereden,hangi tesadüfle gelirler?
aşk onları sevk ettiği günlerde,kaderden,
rüzgar gibi bir şevk alır oldukları yerden;
geldikleri yol... ömrün ışıktan yoludur o:
alemde bir akşam ne semavi koşudur o!
dört atlı o gerdune gelirken dolu dizgin,
sevmiş iki ruh,ufku görürler daha engin.
simaları gittikçe parıldar bu zaferle,
gök her tarafından donanır meş'alelerle.

bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar,
dünyayı unutmuş bulunurken o sularda,
-zalim saat ihmal edilen vakti çalar da-
bir an uyanırlarsa leziz uykularından,
baştan başa,her yer kesilir kapkara zindan.
bir faciadır böyle bir alemde uyanmak,
günden güne hicranla bunalmış gibi yanmak.
ey talih! ölümden de beterdir bu karanlık;
ey aşk! o gönüller sana mal oldular artık;
ey vuslat! o aşıkları efsununa ram et!
ey tatlı ve ulvi gece! yıllarca devam et!

yahya kemal beyatlı
Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk

Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş

Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel

Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel..

(bkz: cemal süreya)
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.

Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
inan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.

Cahit Sıtkı TARANCI
biraz değiştim,
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
değiştim…

unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
ben benimle savaşıyorum,
seninle değil…

elbet alışırım…
biraz alıştım.
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkiye
ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
daha önce de gitmiştim…
çok çalıştım…
paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine
ve bende bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için
çok çalıştım…

daha önce de gitmiştim…
kendi isteğimle…
anladım ki daha önce sevmemiştim!

ne yormak istedim seni,
ne de yormak kendimi
çok çalıştım
gitmeye de kalmaya da…
ikisi de aynı acı, ikisi de rezil
daha önce de gitmiştim
ama böyle kalarak değil
böyle kalarak değil...yazmış çisel onat...biraz değiştim.
görsel

Beni edebiyattan sogutan şiir.
bir gün eleni'nin elleri geliyor
her şey değişiyor.
ilk istanbul şiirden çıkıp yerini alıyor
bir çocuk ilk gülüyor
bir ağaç çiçek açıyor.

eleni'den önce
daha ben çocuktum daha tütüne daha kahveye alışmamıştım
sabahları, akşamları bilmiyordum daha
bir gün bakıyorum akşam ellerimde gözlerimde
bir gün sabah her yanım.

eleni geliyor
dünyaya bakıyorum
dünya sanıldığı kadar küçük değil o gün anlıyorum
sanıldığı kadar üzgün değiliz dünyada
o gün bütün şiirleri yakmalı yeniden yazmalı diyorum
brise Marine'i yeniden
yeniden annabel lee'yi.
eleni ile anlıyoruz
bu gökyüzü niçin kalkıp gelmiş
deniz niçin başını alıp gitmiş onunla anlıyoruz.

bir gün Eleni'nin elleri geliyor
bir sokaktan ilk defa deniz görünüyor