bugün

Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere

Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde

şüphesiz her gecenin şiiridir.

edit: devamı ibretliktir

çanlar sustu ve fakat binlerce yılın yabancısı bir ses, değdi minarelere
Tanrı uludur, tanrı uludur!
--spoiler--
Düşünüyorum da,
Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Naif yönlerimizin keşfedilmesi,
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında
Kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
istiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak.
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
O uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna
El kaldırmaya kıyamaz?
Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi,
Korkaklığımı, sevgi isteğimi
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem
Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup
Bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım
Karşımdakine.
O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.
Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak.
incinsek, yaralansak.
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu.
Denesek.
Risk alsak.
Yanılsak.
Fark etmez.
Tekrar tekrar bıkmadan denesek.
Ve kucaklaşsak yeniden.
Tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi.
O zaman fark edeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri.
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi?
--spoiler--

Rabindranath Tagore
Yüksekten uçan planör kanatlarını açar
Bir bulut üstünde uçar
Havada doğmuş,sarmal çevresinde
dönmekle öylesine meşgul ki..
Yere asla dokunmaz.
Denizi görür,gökyüzünü hissedersin
Bilmezsin öldüğünde gittigin yeri
Bilemezsin cevapları
Kafanda olanları
Rüzgarı dizginler ve gelgitiyle döner
hayat seni yukarı alır ve o aşağı indirir
Değişimler acıtır elindekileri
Rüzgar ve yağmura rağmen çabucak sıyrıl
ve dünya dönmeye devam edecekse
Yeniden geri döneceksin..

camel - air born.
Uykumun arasında bir ses
Afrika merkez 34 cm herkes.
http://belkispalali.wordpress.com
güzel yazıların bulunduğu sayfa bakınnnn
Az önce aklıma gelen şiirdir.

Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin
(bkz: Tevfik fikret)
(bkz: Han-ı yağma)
görsel
görsel
Sana bu satırları
Bir sonbahar gecesinin
Felç olmuş köşesinden yazıyorum.
Beşyüz mumluk ampullerin karanlığında
Saatlerdir, boşalan kadehlere
Şarkılarını dolduruyorum,
Tabağımdaki her zeytin tanesine
Simsiyah bakışlarını koyuyorum*
Ve, kaldırıp kadehimi
Bu rezilcesine yaşamların şerefine içiyorum:
Burası Agora Meyhanesi
Burda yaşar aşkların en madarası
Ve en şahanesi
Burda saçların her teline
Bir galon içilir
Sen, bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin
Bu sekiz köşeli meyhane seni bilir.
Burası Agora Meyhanesi
Burası arzularını yitirmiş insanların dünyası.
Şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı
Boşalan ellerimde
Kahreden bir hafiflik.
Bu akşam
Umutlarımı meze yapıp içiyorsam
Elimde değil.
Bu da bir nevi namuslu serserilik.
Dışarıda hafiften bir yağmur var
Bu gece benim gecem
Kadehlerde alaim-i semaların raksettiği,
Gönlümde bütün dertlerin
Hora teptiği gece bu
Camlara vuran her damlada
Seni hatırlıyorum
Ve sana susuzluğumu...
Birazdan plaklarda şarkılar susar,
Kadehler boşalır,
Umutlar tükenir
Mezeler biter
Biraz sonra
Bir mavi ay doğar tepelerden
Bu sarhoş şehrin üstüne,
Birazdan bu yağmur da diner.
Sen bakma benim böyle delice efkarlandığıma,
Mendilimdeki o kızıl lekeye de boşver
Yarın gelir çamaşırcı kadın
Herşeyden habersiz onu da yıkar;
Sen mes'ut ol yeter ki
Ben olmasam ne çıkar.
Dedim ya:
Burası Agora Meyhanesi
Bir tek iyiliğin tüm kötülüklere
Meydan okuduğu yer
Burası Agora Meyhanesi,
Burası kan tüküren
Mes'ut insanların dünyası...

Onur Şenli.
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.
--spoiler--
Tükendi gençliğim karanlıklarda,
Çılgın fırtınalarda ve yağmurlarda;
Güneş bazan açtı, kapandı derhal
Bahtımın yazgısı karanlıklarda;
Öyle harap ettiler ki gönül bahçemi
Dallar hep kırıldı, yapraklar yerde
Kuytularda birkaç meyvesi kaldı...

işte ulaştım güz aylarına
Fikirler sararmış yapraklar gibi;
Kullanmalı artık her bir aleti
Küreği, tırmığı ve ötekileri,
Düzeltip onarmak için yeniden
Bahçemdeki bütün harap yerleri
Suların basıp da oyup açtığı
Kocaman çukurları mezarlar gibi...

Hayal ettiğim yeni çiçekler,
Acaba bulurlar mı kimbilir,
Ardıç kuşlarının bulduğu gibi
Güç alabilecekleri her bir gıdayı,
Gizemli gıdayı, özlü gıdayı
Bu sulak topraklarda. Bu hoş havada.

Ey acı! Ey acı! Yiyip bitiriyor hayatı zaman,
Ve yüreğimizi kemiren düşman
Bu anlaşılmaz, bu garip düşman
Büyüyüp güçleniyor kanlarımızla
Durmadan kaybettiğimiz kanlarımızla.
--spoiler--

Charles Baudelaire
Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim
Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda…
Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye! ..
Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik
ANLAYAMADILAR…

Nazım Hikmet ran.
bir gün bir kadın tanıyacaksınız
çok güzel olucak, herşeyi.
aglayacaksınız, yagmur olucak.
dolu dolu olacak gözleriniz,
anne sözü dinler gibi masum.
aglayacaksınız.
bir gün bir kadın gelecek, bakacaksınız.
alamayacaksınız gözlerinizi.
çok güzel olacak herşeyi.
bir kitap tutacak elinde.
bir rafa koymak isteyecek onu.
bırakacaksınız bir raf seçecek.
o rafta iki kitap seçecek.
o raftaki o iki kitabın arasına bırakacak, karşınıza oturacak.
'çay ister misin?' diyeceksiniz. isteyecek.
çay yapmaya gidiceksiniz.
giderken düşünüceksiniz 'ne kadar güzel' diye.
çay yaparken düşünüceksiniz 'elbisesi ne kadar güzel' diye.
çayı koyarken düşünüceksiniz 'gözleri ne kadar güzel' diye.
limon alıcaksınız egilip.
egilirken düşünüceksiniz 'dudakları ne güzel' diye.
sonra limonu keseceksiniz.
keserken düşünüceksiniz 'gögüsleri ne kadar güzel' diye.
limonu çayın içene koyacaksınız.
koyarken düşünüceksiniz 'gördügüm en iyi kalçalar galiba' diye.
sonra çayı alıp içeri gidiceksiniz.
oturdugu yere giderken düşünüceksiniz 'ben napıcam!?' diye.
oturacaksınız. bakacaksınız. o da bakacak.
belki birşey söyleyecek.
ama büyük ihitimalle şunun gibi birşey söyleyecek:
'sanki bana ait degil vücudum' diyecek belki.
sonra çıkıp gidecek geldigi gibi.
siz o kitabı arayacaksınız, bulamayacaksınız.
o kitabı ararken düşüneceksiniz
her şey daralacak, oda daralacak, yatak daralacak, tadı kaçacak.
sonra bir gün bakacaksınız ki hakikaten rüzgar alıp götürmüş herşeyi.
sonra bir gün bir şey yazcaksınız.
bir gün bir dize söyleyeceksiniz:
'şarkılarda düşünmek seni bana getirmez ki'
öyle adam olacaksınız sonra işte.
başka türlü olmuyor!

Kaan Çaydamlı.
sana büyük caddelerin birinde rastlasam
elimi uzatsam, tutsam götürsem
gözlerine baksam gözlerine, konuşmasak, anlasan

elimi uzatsam tutamasam
olanca sevgimi yalnızlığımı düşünsem, hayır düşünmesem
senin hiç haberin olmasa
senin hiç haberin olmaz ki
başlar biter kendi kendine o türkü

yağmur yağar akasyalar ıslanır
bulutlar uçuşur geceleyin
ben yağmura deli, buluta deli
bir büyük oyun yaşamak dediğin
beni ya sevmeli, ya öldürmeli

yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
böcekler gibi başlamalı yeniden
bu allah'sız bu yağmur işlemez karanlıkta
yan garipliğine yürek yan
gitti giden..
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski istanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.

Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
üşüyor musun?
üzülme bee!
gel yanıma..
o kadar yaktın ki canımı;
ısınırsın. üşümezsin bir daha.
görsel
Silahlara veda
Geceye rüyaya ve sana
Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden
Düzenlerin çıkmazına

Çizdiğim resmin
Saat kulesi ağlıyor
Ağzım o çeşit yok
Şişe bu çeşit var

Sen bir gece gelsen
Güneş doğmasa
Gitmeden yine gelsen
Bu yeni geleni
Bu bize bakanı
Sana bir anlatsam
Güneş doğmasa
Sandıkların içini göstersem sana
Çizdiğim resmin
Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde
Bir rafa koyabilsen
Olup biteni ve onları
Sabaha kadar konuşsak
O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam
Ateşi karı tüfeği çeksem
Ocağa pencereye kapıya

Kemana veda

Yağmurda şeytan ve şapkası
Silahın ölümünü kutluyorum

Tren kaçırmış gibiyim

Sana veda.
söyleşir
evvelce biz bu tenhalarda
ziyade gülüşürdük
pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının
ne meseller söylenirdi mercan koz nargileler
zamanlar değişti
ayrılık girdi araya
hicrana düştük bugün
ah nerde gençliğimiz
sahilde savruluşları başıboş dalgaların
yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller
elde var hüzün
o şehrayin fakat çıkar mı akıldan
çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması
sırılsıklam aşık incesaz
kadehlerin mehtaba kaldırılması
adeta düğün
hayat zamanda iz bırakmaz
bir boşluğa düşersin bir boşluktan
birikip yeniden sıçramak için
elde var hüzün.

attila ilhan
Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzümüz olsun
Kanatlarımız dokunarak uçalım
insanlardan buz gibi soğudum
işte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın..

ah ulan ah bee.. Cahit külebi üstad..
Var olan evcil domuzlarınıza boyun eğin siz.
Var olmayan tanrılarımın
yolundan gideceğim ben.

insan kalacağız biz bağışlanmazlık pahasına.

Türkçesi: Asım Bezirci
(bkz: Rene Char)
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, istanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, istanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Nazım hikmet.
görsel
görsel
Şiir gibi cümle.
Üç kez seni seviyorum diye uyandım
Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
Bir bulut başını almış gidiyordu görüyordum.

Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün.

Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
-Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum.

Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün.

Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum.

Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun.

Deniz Eskisi



ilhan BERK.