bugün

ilk başta tam olarak hissedemediğimiz kırılma anları var. Zamanla harap edici duygulara dönüşüyorlar. Yaralanmanın sıcaklığıyla ilk anda hissedilmeyen kurşunlar gibi. Böyle durumlarda “biraz zaman” her şeyi daha da beter ediyor. Bizi yere seren büyük sorunlar olmuyor hiçbir zaman. Bizi yere seren evdeki şekerin bitmesi oluyor, kaybolmuş bir kitap oluyor, kesilen elektrik oluyor. ikimiz de yere serilmiştik o gece. Öyle bir kafaydı işte.
https://www.youtube.com/watch?v=gEP7gNf0GaU
adam gibi adam.
Hep benim suçum.”
“Hep senin suçun değil,” dedim. “insan kendi felaketini seçemez. Kendi felaketine aktif katılım içinde olabilir ama yine de onu seçemez. Yıkılmak için dizilen domino taşları gibiyiz. Biri gelir sana çarpar, seni yıkar ama onu da başka biri yıkmıştır. Biraz tepeden, soğukkanlı bir zaviyeden bakınca göze hoş gelen bir görüntü aslında. Kendi felaketinden bile zevk alabilirsin böylece. O felakette seni diğer insanlara bağlayan şeyi görürsün çünkü. Bu durumda herkes suçlu olduğuna göre hiç kimsenin suçlu olamayacağını anlarsın. Herkes birbirini yıkar. insana kim vurduya gitmek yakışır.”
görsel
okudum edebi birşey aradımda bulamadımyeni nesil ergen şairi sanırım.
delidumanını aldığım yazar. bakalım nasıl bir kitapmış.
Bana konuşma diyorlar, yani ne bileyim abi benim soyadım Serbes. Ben rahatım abi, benim sülalem Serbes, sonuna T bile koymamışız, o kadar rahatız.
-emrah serbes
adamdır adam. şu behzat ç yi tekrar yapsın başka bişey istemiyoım.
cihangir solcusu, kürt milliyetçisi.

belki de fetöcü, çünkü basın ve sosyal medya tarafından aşırı şişiriliyor.
Kitapları oldukça güzel, Behzat ç. Gibi bir dizinin senaristi. Erken kaybedenler kitabını okuyupta "ya bu benim çocukluğum" demeyecek kimse yoktur. Fakat yaptığı siyaset yaptığı işlerin önüne geçmektedir. Bu hdpnin sosyalistliğine inanan siyaseti artık liseliler bile yapmıyor.
Kalemine laf edilmez. Fakat tüm terkedilmeleri kendisi bilir en iyi terk edilen odur. En büyük aşkları o yaşamış en kocaman hayal kırıklıkları onunkisi. En muhalifte o dur. En uzağa o gitti en çabukta o döndü tavrından vazgeçsin.

Seviyoruz abi işte seni bizi anlatıyosunda en aykırı benim tavırlarından vazgeç bırak biz diyelim en samimi emrah. imkansız aşkları emrah kadar kimse yaşayamaz.
çoook gereksiz bir adam...gerçi adam mı madam mı ondan da çok emin değilim....
Tarak dergisi için şöyle harika bir şiire imza atmış edebiyatçı..ne denebilir ki, helal olsun..
görsel
şiir değil sokak edebiyatıdır.

yarak gibi olmuş afedersin.
Kendisinin kitaplarını severim. Amma velakin bu şiirden bozma yazı emrah serbes'in demeyin. Ergen facebook iletisi gibi bir şey bu.
Eğer yolun başlarındaysan, başıboş bir ruh gibi kaygıyla, tereddütler içinde amaçsız dolaşırken, her şeyin kendine karşı olduğunu hissettiğin Zamanlardan sonra bir kapı açılacak önünde, bir anlam, bir amaç bulacaksın onun peşinden gideceksin. Gitmelisin. Çünkü insanların çoğu yeteri kadar para kazanana kadar yaşama Arzularını erteler, dünyayı görüp tanıma arzularını yitirirler. Böylece hayalleride yavaş yavaş sislenir, sonra kaybolur ve büsbütün unutulur. Ondan sonra da insanlar değiştirebilecekleri tek şeyin televizyonları, telefonları, evleri ve arabaları olduğuna inanmaya başlar. Çünkü onlar parayı özgürlük için istemişlerdi, özgürlüğün parayla satın alınamayacağını da parayı kazandıktan sonra anladılar. Bu herkesin hikayesidir. Parasız olanların bile. Senin hikayende herkesin hikayesinden farklı olacak. Çünkü daha yolun başlarındasın. Onların dönüp durduğu labirentlerin içinde kaybolmayacaksın. Kaçınılmaz Arzuların peşindeki gözü kara masumiyetin yol gösterecek sana.
Kafa dergisi / temmuz 2016
dün ekranda recep tazyik erdoğan diyordu bugün onun kanalı atv'ye dizi yapıyor.

kısıtlı yeteneği olan her popüler gibi paraya hayır diyememiş kişi.
her temas iz bırakır ve son hafriyat'i tekrar okudum son dönemde, iyi ki de okumuşum kaçırdığım çoğu ayrıntıyı fark etmek ve emrah serbesin diliyle Behzat amirin hikayelerinin içine düşmek, her temas iz bırakır'ın son cümlesini dolu gözlerle okuyup son hafriyatta red kit'e inanilmaz sempati duymak ve tabii ki yeni kapakları gördükten sonra eski kapaklı kitapları okumak inanılmaz zevkli bi deneyimdi. bi uc dort sene sonra tekrarlayana dek görüşmek üzere amirim.
"Bekliyoruz, ki zaten hep bekliyoruz. Beklemeyiz dedik ama yine de ısrarla bekliyoruz."
“Aslında o kadar da önemli biri olmadığımızı anladığımızda neden üzülüyoruz ki?” diye sormuştu o gece. “Bunun temel bir aydınlanma anı olması gerekmez mi? Hepimizi önemli insanlar olduğumuza inandırdılar. Sonra da çekip gittiler.”
Mütevazı hakikatlerin peşindeydim o gece. Bilmem gerekmeyen şeyleri öğrenmek istemiyordum. Ufak ama kritik bir görev bekliyordum. Ajan olmak isteyen bir çocuk gibi. Bütün gün soğukta gezmiştim, duygularım donsun diye. Küçük dersler almak istiyordum. Tepeden bakmayan insanların vereceği mütevazı dersler. Çevir aç kapağı kim icat etmiştir? Hawaii’de yaşayan etobur tırtıllar nasıl beslenirler? Bla bla bla.
Yaşadıklarıma bir hikâyeymiş gibi bakmak istiyordum ayrıca. Kendi yaşamıma bir hikâye gibi bakarsam geriye dönüp düzeltme şansım olacaktı sanki.
Sonra o gelmişti biraz mahcup ve çok güzel. Yanıma oturup susmuştu. Öfke olarak sessizlikler görmüştüm. Anlayış ifadesi olarak sessizlikler. Kabulleniş olarak sessizlikler. Pişmanlık olarak sessizlikler. Hayranlık olarak sessizlikler. Ama onun sessizliğini çözememiştim.
“Bütün gün yaşadıklarımı bir ajan raporu gibi yazdım,” demişti ilk olarak. Sonra da bir kâğıt uzatmıştı. Kâğıtta şöyle yazıyordu: “24 tane sigara içti. 6 şişe bira. Radyo dinledi. 8 sefer iç çekti. Gizlice ağladı, 12 miligram.”
Sabaha kadar konuşmuştuk orada. Çok zarif sorunları vardı. Bilekliğinin kapatma yeri sıkışmıştı. “Bazen konuşurken birbirimize dokunuyormuşuz gibi hissediyorum,” demişti bir ara. “Sanki konuşmuyoruz da sarılıyoruz.”
Sonra bir daha görüşmedik. Birbirimize o tarz sorular sormamıştık çünkü. Bambaşka bir kafaydı o. Herkes birbirini götürmeye çalışırken çalan şarkıları dinleyen sadece bizdik.
ilk başta tam olarak hissedemediğimiz kırılma anları var. Zamanla harap edici duygulara dönüşüyorlar. Yaralanmanın sıcaklığıyla ilk anda hissedilmeyen kurşunlar gibi. Böyle durumlarda “biraz zaman” her şeyi daha da beter ediyor. Bizi yere seren büyük sorunlar olmuyor hiçbir zaman. Bizi yere seren evdeki şekerin bitmesi oluyor, kaybolmuş bir kitap oluyor, kesilen elektrik oluyor. ikimiz de yere serilmiştik o gece. Öyle bir kafaydı işte.
Şimdi tepelerden aşağı bakıyorum. Kara yılanlar gibi kıvrılıp giden asfalt yollara. Kayaların arasında, balkondan sarkan çocuklar gibi boşluğa uzanan ağaçlara. Sanki köklerinden kurtulup havaya karışmak istiyorlar.
Bazen yine oturuyorum aynı yerde. O geceki tadı yok tabii. Kelimelerin gelip benimle konuşmasını bekliyorum. Onlar da gelmiyorlar. Bazen bir iki fısıltı duyuyorum, o kadar.
“Aslında o kadar da önemli biri olmadığımızı anladığımızda neden üzülüyoruz ki?” diye sormuştu o gece. “Bunun temel bir aydınlanma anı olması gerekmez mi? Hepimizi önemli insanlar olduğumuza inandırdılar. Sonra da çekip gittiler.”
Sonra da gitmişti. Evet. Önemsiz insanlar olduğumuzu hatırlamaya yeniden ihtiyacımız var.
Okunması gereken kitaplara sahip bir yazar. Sevilir.
Yazarların yazarıdır, çok iyi bir kaleme sahiptir, bütün kitaplarını okuduğum Ender yazarlardandır. Kişilik olarakta oldukça samimi, insanlara yüksekten bakmayan, halkın içinden olduğunu unutmayan mütevazi yazardır.
bütün kitapları okunası olan ama erken kaybedenler kitabı defalarca okunası olan yazar.
“Gidecek yerim yoktu. Gitmek istediğim bir yer yoktu. Son balonları da patlıyordu hayatımın.”
-müptezeller