bugün

Batı ve Doğu Türkleri…

Biz yukarıda Batı Türklerini yani Anadolu’ya akın eden Oğuz boylarını işliyoruz. Daha yukarıda ise yurdundan ayrılmak istemeyen Türk boyları da var. Bu boylar Karahanlı ve ardından Çağatay Hanlığını kurarak edebiyatlarını geliştirmiştir. Yalnız 13. asra denk gelen Karahanlılar da Doğu etkisinde eser vermişlerdir. Hatta ilk mesnevi olan ve Yusuf Has Hacip tarafından yazılan Kutadgu Bilig adlı eser de Karahanlı devletinden çıkmıştır.
Yani Türkler Batı da Doğu da islamiyet etkisine girmişler, bu etkiyle edebiyatlarını değiştirmişler, yaşamlarına yeni standartlar getirmişlerdir.

Fikrimce, Doğu edebiyatı, Türk edebiyatına uyan bir edebiyat değildi. Muhayyel ve halktan uzak olan bu edebiyat eğer çok etkili olsaydı Halk edebiyatı gibi bir edebiyat çıkmazdı.

Doğu’nun edebiyatı, Tanzimat edebiyatında yerini Batı edebiyatına bıraksa da üzerimizdeki şark etkisi henüz geçmedi. Hiçbir millet yoktur ki kendi milletini unutarak başka milletlere öykündüğünde ayakta kalsın… Bu bakımdan Türklerdeki Doğu sevdası son bulmuş ve öz edebiyatlarına dönmüşlerdir.
Divan edebiyatı nedir?

“Türklerin islam dinini benimsedikten sonra Arap- Fars kültürünün etkisi altında yarattıkları, öz ve biçim olarak ortak temler, belirli ilkeler çevresinde gelişen edebiyata verilen ad” divan edebiyatıdır. Divan adı verilen defterlerde bu şiirler tutulduğu için bu isim verilmiştir.

Tanımda önemli iki nokta var:

Türklerin islam dinin benimsedikten sonra: Din değişiminden kaynaklı bir öğretici görevi üstlenen Doğu’nun din yanında bize verdiği diğer şey de edebiyatları olmuştur. Unutulmamalıdır ki edebiyat, din sayesinde yayılır din dışı gelişir. Türkler, Ötüken’de de Göktanrı için şiirler yazar, ayinler yapardı. Doğu edebiyatında da Allah için övgüler yazılıyordu. Bu benzerlik bizi Doğu’ya çekmeye başladı.
Arap- Fars kültürünün etkisi altında yarattıkları: Bu şu demek; Türkler aynen almadı Doğu edebiyatını, kendi edebiyatlarında yoğurdu. Bu da bize yukarıda tartıştığımız konuya götürür. Eğer Türkçe ya da Türk edebiyatı olmasaydı Arap – Fars edebiyatı bize etki etmez, direk dikte ederdi. Lakin Doğu sadece bize etki ettiğine göre bizim zaten bir dilimiz ve edebiyatımız vardı. Bu edebiyat ve dili de küçümsememek lazım; nitekim bu dil ve edebiyat bizi Fars şairlerine kafa tutacak haddeye getirdi...
Divan edebiyatı ne zamandır hayatımızda var?

Divan edebiyatının ne zaman başladığı kesin olarak bilinemezken bazı güçlü tahminler genel yargıyı oluşturuyor.

Divan edebiyatı elde olan yazılı ürünlere bakılarak 13. asırdan başlatılmaktadır. Yalnız bu başlangıç önce dinî nitelikte olmuş daha sonra Hoca Dehhani ile din dışı hal almıştır. Yani 13. asırda divan edebiyatı, din dışı ( la dinî ) ve dinî – tasavvufî olmak üzere iki ye ayrıldı.

Bu aşamada da bizi yeni bir tartışma bekliyor:

13. asırda elde edilen bu metinlerde bir sanat vardı. Yani Türkler, yabancı oldukları bir edebiyatı alıp kendi dillerine yontarak eser veriyordu. Bu da hemen hemen imkansızdı çünkü dilin mutlaka bir işlenme süreci olmalıydı. işte buradan yola çıkan birçok araştırmacı Anadolu’daki islam etkisindeki edebiyatı daha gerilere götürmektedir. Elimizde buna kanıt yazılı eser olmasa da elde edilen yazılı eserlerin kaynakları anca bu şekilde mantık sınırına oturtulmaktadır.
TÜRK EDEBiYATINDA ELEŞTiRi

Türk halkı, evvelden beri mizahî bir yapıya sahiptir. Günümüz sokak edebiyatına da baktığımızda mizahın güçlü bir silah olarak kullanıldığını, geçmişe baktığımızda da bu sivri dilliğinin çoğu zaman baştan kelle aldığını bile görüyoruz. Aziz Nesin’lerin, Sabahattin Ali’lerin, Rıfat Ilgaz’ların, Orhan Kemal’lerin, Bedii Faik’lerin, Haldun Taner’lerin, Muzaffer izgü’lerin, Çetin Altan’ların gelip geçtiği mizahımızın geçmişi, hicviye ile taşlama ile örülmüştür. Gerek Halk edebiyatında gerek Divan edebiyatında bir zincirdir eleştiri… Bu bakımdan bizde günümüzdeki mizahın geçmişine giderek nazımda eleştiriyi işleyeceğiz.

Nazım, şimdinin şiiri olarak görülebilir. Arapçadır. Şimdi düzyazı ise eskilerin tabirinde nesir idi. Biz, eleştiriyi şiir dilinde işleyeceğiz yani…

Hicviye, Divan edebiyatındaki yerginin adıdır. Taşlama ise Halk edebiyatındaki yerginin adıdır. Batı edebiyatında ise bu şiir türüne satirik şiir denirdi.
Saray çevresindeki hicivlerin…

Divan edebiyatının bir diğer isminin Saray edebiyatı olmasının bir nedeni var. Bu edebiyat, devlet büyüklerinin gözüne girmek için yapılan edebiyattır. Bu bakımdan da hiciv yazarlarının ve saray çevresindeki hicivlerin bir bedeli var.

Öncelikle birçok heccav, hicivlerini divanlarına koymazlar, mecmualarına koyarlar çünkü divanlar velinimetlere – ki bu velinimet ya padişahtır ya şehzade ya da devlet büyüğüdür – sunulur. Mecmualarda, hezl, fıkra gibi ürünlerle bir arada durur hicivler.
Divan edebiyatında, şairler biricik olduklarını ispatlamak ve başka şairlerle karıştırılmamak için mahlas / rumuz kullanmışlardır. Her şiirlerinin son beyitlerinde mahlaslarını kullanan şairler, böylece eserin kime ait olduklarını bildirirler okuyucuya. Yalnız birçok hicivde şair mahlası görülmez. Yani bir nevi toplumdaki bozuklukları ileten, içini döken şair, bir yandan da herhalde can ve mal kaybını önlemek için yazdığı hicvi sahiplenmiyor.
Tanzimat Edebiyatı Oluşumu

Batı’yı yakalamayan Osmanlı’nın gerileme dönemi III.Ahmet ile başlar. Daha sonra gelen III. Selim ve II. Mahmut bu düşüşü yavaşlatmak için önlemler alma ihtiyacı hissetmişler. Sultan Abdülmecit döneminde ise Avrupa devletlerinin iç işlere karışma arzusu, halk isyanları ve iç sorunlar onu Tanzimat Fermanı çıkarmaya mecbur etmiş. Daha önceleri Londra ve Paris’te büyükelçilik görevini üstelenen Sadrazam Mustafa Reşit Paşa, 3 Kasım 1839 yılında “Gülhane-i Hatt-ı Hümayunu” adıyla Tanzimat Fermanı’nı ilan ettirmiş. Bu fermanda, padişahın yetkisinin üstüne kanun erki eklenmiş ve Osmanlı hemen Batı gelişmelerini hayatına uydurmaya çalışmıştır.

Bu dönemde topyekün bir yenilenmeye kalkışıldığını söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Bu yenilenmenin öncüsü konumunda gösterilen kişiler ise yine sanatkârlardır. Bu sanatkârlar ise bizi Tanzimat Edebiyatının ilk dönemine götürecekler.

Yeni fikir akımları ile Namık Kemal, Ziya Paşa, Sadullah Paşa, Beşir Fuat, Ahmet Mithat ve Samipaşazade Sezai gibi sanatkârlar, modernleşmenin öncüleri olmuşlardır. Bu aydınlar, Batı gelişmelerine paralel olarak eserlerine hürriyet, adalet, eşitlik, akıl, irade gibi daha önce Osmanlı edebiyatında kullanılmayan temalarla eserler kaleme almışlardır. Ortak amaçları halkı bilgilendirmek, halkın eğitim düzeyini yükseltmek olduğu için herkesin anlayacağı eserler kaleme alarak fıkra, gazete yazısı, tiyatro gibi yeni türleri Osmanlı edebiyatına kazandırmışlardır. Ayrıca bu aydınların birçoğu Avrupa ile şahsen ya da yakinen bilgili oldukları için eserlerini ince ince işlemişlerdir bahsedilen konularla. Bu dönem aydınlarının yazın türü arasında roman, hikaye gibi daha önce Osmanlı toplumu tarafından bilinmeyen türler de vardı ki Batı’dan alınan bu türler önceleri dilimize çevrildi. Bu şekilde bir çeviri edebiyatına merhaba diyen Osmanlı halkı, daha sonra yerli ve orijinal eserleri okuyacaklardı.

Yenilenme sürecinin bir modernleşme ve akıl çağı olduğunu bilen, yenileşme hareketinin öncü ismi Şinasi’dir. Şinasi, dünyaya ve topluma bir Türk Rönesansçısı gibi bakmış ve tam anlamıyla halka eğilmiştir. Gerek Mustafa Reşid Paşa için yazdığı kasidelerle gerekse de Auguste Comte’a duyduğu hayranlıkla Tanzimat Edebiyatına hizmet etmiştir. Eserlerinde aklı, hukuku, medeniyeti öne çıkarmıştır.

Yenileşmenin bir diğer sanatçısı olan Akif Paşa, Adem Kasidesi’nden tanınır. Bu kasidesinde üstümüze birkaç beden büyük gelen Avrupa modernizmi karşısında afallamamızı anlatılır. 500 yıldır Avrupa’dan çok farklı bir politika izleyen Osmanlı’ya bir anda giydirilmeye çalışılan “akıl” gömleği karşısında Osmanlı aydınının durumu, düştükleri büyük trajik boşlukları çok iyi bir dille anlatmıştır Akif Paşa...

Namık Kemal ise huyu gereği biraz daha asice bakmıştır bu sürece. Eserlerinde işlediği vatan – millet sevgisi onun epik tarafını bize gösterirken tiyatro oyunlarına attığı imzalar da onun yenilikçi tarafını sergilemektedir bize. Namık Kemal bize yaratılmaya çalışılan yeni Osmanlı insanının “ortak tavır ve direnç etrafında” birleşeceğini ayrıca maneviyatın sisinden aklın aydınlığına ereceğini savunur. Bu bakımdan akıl ve irade adamıdır. Yalnız Namık Kemal’in ideal vatandaş tipinde maneviyat tamamen yok olmuş değildir; o Avrupa insanının bencil yapısını beğenmez. Namık Kemal’in istediği insan tipi vatan bilinciyle çalışan ve bu çalışmayı dürüst bir şekilde akıl çizgisinde yürüten ama gerektiğinde vatanı için gözünü kırpmadan ölecek olan yani bir tarih bilinci taşıyan insandır.

Namık Kemal’i anmışken Ziya Paşa’yı anmamak olmaz. Ziya Paşa Osmanlı alim çizgisinde eleştirel üslubunu asla değiştirmeyen ve değişik türde verdiği eserlerle yenileşme sürecine destek veren değerli bir aydındır.

Yazı makinesi olarak tanınan Ahmet Mithat Efendi, bu yakıştırmayı kat be kat hak edecek kadar çok öykü kaleme almıştır. Hemen hemen her konuda öyküsü olan Ahmet Mithat Efendi’nin amacı halkı bilgilendirmek olduğu için romanlarında ansiklopedik bilgilere yer veren bir aydındır. Öyle ki bazı romanlarının sadece yeni öğrendiği bilgileri halka aktarmak amacıyla yazdığını sanabilirsiniz. Üstelik Ahmet Mithat Efendi, öykü, roman ve halka ulaşacağı daha birçok türde eser kaleme alarak edebiyatımızın en çok eser veren yazarları arasındadır.

Görüldüğü gibi bu dönem yani Tanzimat Dönemi, Doğu’dan uzaklaşma ve Batı’ya yaklaşma devridir ki zaten geri planında da Osmanlıyı diri tutma düşüncesi vardır.
Benim favori derslerinden biridir . Sebebi ise %99 u ezbere dayalı olması
Gençler tünelin sonu pek iyi yere çıkmıyo edebiyatta.
Bir yaşam tarzı. Dipsiz bir kuyu.
Ülkemizin eğitim sistemince hep yanlış algılanmış sanat dalı. Şu kitapların ve derslerin adı da edebiyat değil edebiyat tarihi diye değiştirilse daha doğru olur muhtemelen.
"Zihnimizi edebiyat dekore eder. Kalbimiz ile beynimiz arasında işlek kanallar, koridorlar, tüneller açar. Ahlaki olgunluğun, vicdan hassasiyetinin, gönül ferahlığının imkânlarını; edebiyat sanatı sayesinde keşfederiz. Bir kumandanı, deliyi, anneyi, büyücüyü, talebeyi, avukatı, fahişeyi; korkağı, cömerdi, zavallıyı, kurnazı, dâhiyi, tembeli, salağı… kelimelerden tanırız. Sağlam bir edebiyat donatımı, bize insanların ruhunu sezme, insanlığımıza hakim olma, sahip çıkma gücünü verir. Birbirimizi hakikaten tanımamız, sahiden anlamamız, derinden kavramamız edebiyat sayesindedir. " *
iyi ki vardır.
Bir dilin, kültürün inceliği.
her ne kadar kafka pek sevmesem de yazayım çok temiz çok güzel yazmış:

"Yalnızca bizi yaralayan ya da inciten kitapları okumamız gerektiğini düşünüyorum. Eğer kitap kafatasımıza okkalı bir darbe indirip bizi uyandırmayacaksa neden okuyalım ki? Senin dediğin gibi mutlu olmak için mi? Tanrım, kitaplar olmasa asıl o zaman mutlu olurduk işte; bizi mutlu edecek kitapları kendimiz de yazabiliriz üstelik, kolaylıkla.

Ama bizim üzerimizde felaket etkisi yaratacak kitaplara ihtiyacımız var, kendimizden daha çok sevdiğimiz birinin ölümü gibi bize karalar bağlatacak kitaplara, herkesten uzak ormanlara sürülmüşüz gibi hissetirecek, intihar gibi kitaplara ihtiyacımız var. Kitap içimizdeki donmuş deniz için bir balta olmalı. Buna inanıyorum. "
https://youtu.be/3GalYpRphFY

bütün edebiyatseverlere sevgilerimi yolluyorum. ayhhh canlarım benim...
bizim için Edebiyat sadece araçtır, yeri gelir derdimizi susarak da anlatırız.
lakin dünyayı gazetelerden değil şairlerden öğreniyoruz ben.
Soytarılara, hakkını vermeyenlere ve samimiyetsizlere bırakılmayacak kadar kıymetli, değerli yaşam şekli.
Edebiyat bir köydür, yazarlar muhtar, şairler ise köyün ağasıdır.
elinizde bir elek var ve Türk edebiyatını/şiirini bu eleğe boca ettiğinizi düşünün. Sonra bunu kollarınız arasına aldınız ve elemeye başladınız. dürüst olursanız eğer sizce elek üstünde kimler kalır?

dünya edebiyatında neredeyiz önce onu bir tespit edelim. magazin programlarında, entelektüel ortamcıklarda, gazete ve televizyonların plazalarında ve vb. yerlerde koltuklarında tolstoy oturuşuyla kasılan Abdurrahman Çelebi'ler, kalemlerinin kelimelerinden daha değerli olduğunu unutuyorlar.
(bkz: zindan)
kızımın adı. yaşam tarzım memleketi kurtaracak aziz bilim dalı.
renksiz dünyamıza renk katmaya yarayan sanattır edebiyat.
bu da çürümekte. dizi aşklarına benzeyen kitaplar raflarda hep.
Herhangi bir bilim ya da sanat dalıyla ilgili eserlerin tümü: Tıp edebiyatı, Atatürk'le ilgili literatür... gibi. Türkçe'de bu anlamda genellikle "literatür" kelimesi kullanılmaktadır.
çalışıldığında yapılabilen bir ders olmasına rağmen bazı hocalar tarafından sıkıcı anlatılırsa değil anlamak bildiğini de unutmaya sebep olabilir.
Sanattır. Herkes yapmasın lütfen.