bugün

o gün o durakta 1 saat boyunca oturup evime giden otobüslerin geçip gidişine aldırmadan o'nun ansızın gelişini bekledim. kulağımda bir müzik vardı ama ben dinlemiyordum. akşamı andıran bir ikindi artığıydı, güneş bulutların arkasındaydı. o gün o durakta bütün benliğim soru işaretlerini nereye koyması gerektiğini bulmaya çalışıyor gibiydi. Soruyu doğru soramazsanız cevaplar sizi asla ulaşmak istediğiniz yere götürmez. Benim gitmek istediğim yer neresiydi? Ben evime sığınacaktım da kaçmak istediğim yer neresiydi?

Bir saat sonra kalkıp evime giden otobüsün bir sonraki durağına doğru yürümeye karar verdim. Sonra bir sonrakine yürüyecektim daha sonra bir diğerine, bir diğerine... Gücümün bana yettiği durağa kadar yürüyecektim. Tıpkı inişleri çıkışlarını söndüren bir hayatı yaşamak gibi, durgunluğa ve unutmaya muhtaç.

Ardından yağmur başladı ve ardından güneş açtı.

Bu yazıya öylesine başladım, öylesine yaşamıştım bu anıyı da zaten. Öylesine yapılmış çok şey gibi devamı gri, belirsiz, kuvvetle muhtemel yok.

Siz şu anda O'nun ne olduğunu düşünüyorsanız, bu yazıda kendinizden bir parça bulamamışşsınız demektir. Zaten öylesine yazılmıştı
bı yızıyı ıylısını yızdım.
Ben seninle aynı şehirde bile çekemezken acımı, sesini özlemek de ne ki! Söylediklerini, verdiğin sözleri geri dönüşünün olmayacağını bile bile özledim.
Yasak olanı sevip, Olmaması gerekeni oldurunca türk dizilerinin ibiş karakterleri gibi "yumurtaya can veren allahım, olmazı olduran rabbim" diye pis bi' şiveyle olaya girecekken engel oldum kendime. Coolluğumu korumalıydım.

Sigara içsem derin bir nefes alıp ufka doğru salardım dumanını, belki varlığına tükürdüğüm birinin ensesini yalar da geçerdi, ense önemli. Olmadı; "ver oradan bi' ventolin* de ciğerimiz bayram etsin yeğenim!"

Açtım göksel'in şarkısını: "ruhum ezelden yasakları sevdi, ruhum çocuktan tehlikeli suları sevdi." Tamam dedim işte bu, bu beni anlatıyordu, ufka baksam iş tamamdı. Ulan sabahtan beri ufuk diye baktığım yer inşaat temeliymiş. Coolluk yine gitti.

Varsın gitsin, aklımın yarısı gitmiş zaten coolluk da olmasındı. Abi ventolin var mı?
Nefesimi ödünç vermişim gibi göğsümde kaldı soluğum.

Çığlık atıyorum, bir vitrinin camında yansımamı görüyorum ağzım kapalı; belki yakından baksam gözlerime doluşan delileri görebilirdim. Ben görmemeyi seçiyorum.

dudaklarımı birbirine dikmeyi hayal ediyorum; çığlıklar kan olup damla damla yırtıyor kulaklarımı, dayanamıyorum.

Belli belirsiz bir fısıltıyla Soruyorum karşımdaki hayalete: delirmek böyle mi anne?
Bazen acıdan karnına kramplar girmeye başlıyor ve acıdan ağlıyorsun. Ne yaparsan yap, nerede olursan ol bu düşünceler senin peşini bırakmıyor. Günler geçiyor ama hiçbir şey değişmiyor.
Bazen dolabı açıp senin günlük kıyafetlerini kokluyorum dokunmadan. Hatırladın mı kardeşim, küçücüktün abiii diye gezerdin peşinde ben seni görünce dünyalar benim olurdu. Bir şeker almadım diye küsmüştün bana. Sen gel dünyadaki bütün şekerleri alayım sana.
Ženu samo jednom možeš da razočaraš,drugi put će ona tebe.
''Gerçekten sevilmek nasıl bir şey acaba ya..? Şöyle dolu dolu, hissederek sevileceksin ama. Sen ağladın mı ciğeri kopacak falan öyle hani.''
bugün olabildiğine her yere rest çektim. mutluyum. *
Bugün işteki ilk günümdü. Herşey güzeldi. Ta ki iş çıkışına kadar.

istanbul trafiği allah belanı versin.
Biranın yanına tuzlu fıstık lütfen.
biraz kitap okuyun. sığır gibi yaşamaktan vazgeçmeniz çok zor biliyorum ama deneyin yine de.
pişmanım. düşünmeden yaptıklarım için, bir an için öyle hissettiklerim için. gitmek istiyorum, aşık olmak istiyorum, sevmek ve sevildiğimi hissetmek istiyorum. yanında hiçbir şeyi düşünmeyeceğim bir sevgili istiyorum. bu aptal şehirden gitmek istiyorum. sarılıp uyumak istiyorum.
çok üzgünüm. parmak uçlarım ağrıyo, düşündükçe üzüldükçe parmak uçlarıma kadar geriliyorum. gözlerimi kapatsam, öylece kalsam. yok olsam. kaybolsam.
minibüsteki tek kalan çift koltuğun cam kenarına oturup eve doğru giderken 2 sevgili daha bindi. Bana yalnızlığımı hatırlattı, sonra da yanımdaki boş yeri. Kalkıp "gel kardeşim oturun" dedim. ilk başta kabul etmeseler de sonradan Teşekkür edip oturdular. Bu jest bana yapılsa ben de teşekkür ederdim. Seven ve sevilenin yanında oturamasak bile yanındayız çok şükür.

Hani yer verince "ben ineceğim birazdan" denir ya, içimden "ben öleceğim bu yalnızlıktan" diyesim geldi. Bütün bu şeylere kafa yorarken ineceğim durağı da kaçırdım. Yalnızlık hep zarar amk.
Kırdığınız ananızın porselen takımı değil insan kalbi.

Mübarek sanırsın sirtaki yapıyor.
Başkası için seve seve yaptığım güzellikleri kendim için yapmadığım geri zekalılığımın en net kanıtıdır. Sevemedim gitti.
Gitmek için gelenleri sever hep insan ve her sevilen bir gün gider.
Bu evrenin insanoğluna verdiği en büyük mesajdır: çok sevme.
Hayatin anlamini dusunup duruyordum.sonra bir sey oldu. Her zaman acamadigim ucgen karper peynirin kagidini kolayca actigimi farkettim. Eskisi gibi zorlanmiyor, bir kerede ustalikla peyniri aciyordum.

Hayatin anlamini karper peynirde buldum.
büyüdüğüm mahalleye yolum düştü. yakar top oynadığım sokaktan geçtim. maç yaptığımız o boş arsaya bina dikmişler. hunharca daldığımız kayısı ağaçları kesilmiş, sokağın adı da değişmiş. ama bazı şeyler aynıydı. Camdan bakan Huriye teyze, alt çarprazındaki kaynanası Sevin teyze. ikisi de camdan boş bakıyordu. Aslında biri ayyaş oğlunu diğeri de ayyaş kocasını bekliyordu. aynı kişiyi yani. beni tanımadılar bile. ben de değişmiştim.

çocukluğum geldi aklıma. en saf kahkahalarımı, en mücadeleci zamanlarımı hatırladım. çok hırslıydım küçükken. mağlubiyete asla tahammül edemezdim. şimdi öyle değilim. yenilgiyi kabullenmek daha kolayıma geliyor. boş vermişliği dibine kadar köklüyorum.

her şeye rağmen sokağı bitirip köşeyi dönerken gülmeye başladım. Çünkü yıllar önce o köşede birinin kafasını taşla yarmıştım. mahallenin abileri maça gidiyorlardı ve beni götürmediler. bende taşladım ibneleri. Pişman değilim.
öylesine işte nedeni bilinmez belki sadece kendime sövmek,belki lanet olsun bu dünya demek için ,belki de sen olma diye gönlümde, öylesine işte yazmak için sadece...
uzun zaman sonra ezel'in son bölümünü tekrar izledim. yine salya sümük ağladım. güzel filmler olsa da izlesem. terminali optik portu yazıcıyı şarja takayım. artık uyuyayım.
''Bu ülke insanı her gece çaresizlik hissiyle uyutup sabah da sana ait olmayan bir utanç duygusuyla uyandırıyor..!''
hani hastalanırsın, ağır bir hastalıktır. sevdiğin, hayatını adadığın, hayatına yön veren o çok değerli kişiler seni hiç bırakmaz sanarsın. neden böyle sanarsın biliyo musun? kendinden yola çıkarsın. beni hayatının baş köşesine koyan insan bu hale gelse ben onu asla bırakmam, her şeyine katlanırım yeter ki o iyi olsun dersin. ama onlar öyle düşünmez işte. onlar zorluğa dayanamaz, kötü günlere katlanamazlar. sevgi, aşk, bağlılık bir anda hiç olur. ee durum böyle olunca hayata küsersin sende. ben böyle hayatın taaaa dersin. yaşamak için bir sebebin kalmaz, en sevdiklerinden olmuşsundur. yapacak bir şeyin kalmamıştır. hayal kırıklıklarına bir tanesi daha eklenmiştir. nereye kadar böyle gider diye sorarasın kendine. cevabını bulamazsın, kırılır umudun. vazgeçmek bu kadar kolaymış aslında dersin. onların düşündüğü gibi düşünürsün. ama onların yaptığını kendine yediremezsin, sana yakışmaz çünkü. neyse sonuç olarak kadehimizi gidenlere, terkedenlere, zor günlerimizde yanımızda olmak yerine kaçmayı seçenlere kalksın. afiyet olsun.
Yaratıcılığı halı desenlerini incelerken keşfetmiş çocuklarız biz, bunca hayal kurmamız bundan.

Elimde çay kaşığıyla toprağı kazıp yeraltına laboratuvar kuracak bir power rangerdım önce, kariyerime sailor moon olarak devam ettim. Mumyalarla savaştım, her yere çarptığım halde bisikletle bilmediğim mahallelere gidip dünyayı gezdim ben. Saatlerce tavana bakıp başka bir dünya besledim zihnimde, sığamadım dört duvara attım kendimi yine sokaklara; harabe olmuş bir binanın gizemini çözmeye adadım kendimi.

masamın altını çadır yapıp kitaplara boğdum kendimi, hogwartstan mektup bekledim o masanın altında. "Kesin baykuşu annem eve almadı" dedim, ananemin kocakarı ilacı kitaplarından birini aşırıp iksirler yaptım. Elektrik süpürgesinin tozları emdiğine hiçbir zaman inanmadım mesela, o hayaletleri hapseden bir cihazdı ama kimseye anlatamadım.

Yıllar geçti; yaşım büyüdü, bana tuhaf demeye devam ettiler. varsın desinler ama aklım hala baykuştaydı benim; gelemedi bir türlü tüyü dökülesice.