bugün

gökkuşağının altından geçmek ve bilimeyen bir ülkeye gitmek birlikte.
sorgusuz sualsiz yaşamak, tek kaygımız bahçeye ekeceğimiz çiçekler.
öksürüyorum. kalp krizlerinde yapılmalıymış. sense sırtıma vuruyorsun sorunun boğazımda olduğunu sanıp.
gittiğinde anladım ! gözlerin o kadar da güzel değilmiş . dudakların da öyle, yani yüreğim seni pek abartmış . kimse benzemiyor sana diyordum ya; senden sonra çevrem sen gibilerle doldu. bana öyle geliyormuş .. sabahları mutlu uyanıyordum ya, şimdi de öyle. o sırıtan suratın bir alakası yokmuş senle.
ah be çocukk...
--spoiler--
yanlış yapma yavrucum ela gözlerini oyarım senin
--spoiler--

(bkz: elalarını) *
milyarlarca insanın bir arada yaşadığı bir dünyadan geçmektir yaşamak, bazan çok kısa bir süreliğine.
adil değildir hiç bir zaman.
kimine bal börek, kimine yavan ekmek.
dinler olmasa aşamazdı insan, bu derin farklılıkların yarattığı baskıyı, bu ayrı.
sevmek dünyadaki en güzel uyuşturucu.
bambaşka bir aleme açmak gözleri.
herşeye başka bir pencereden, başka bir gözle bakabilmek ayrıcalığı.
renklerin, seslerin, ışıkların çoğaldığı, tüm duyguların en güzel hali.
herkes yaşar mı bu duyguyu, hayır.
dünya bu konuda da adil değil, ne yazık ki.
genelde, çok farklı insanlar arasında gelişmiş olması da, aşk ödülünü verilenlerden tahsil edilen ağır bir bedeldir.
kıskanılır sevilen, bazan kendinden bile, bu ayrı.
ama, aşk asla affetmez karşıyı rakip gibi görüp onu incitmeye çalışmak için özel olarak kafa yoranı.
elinden alınır yavaşça zümrüdü, gökkuşağının silinip gitmesi gibi.
sen bakıyorsun,ben bakıyorum.ne var diyorum,yok birşey diyorsun,peki diyorum,gülümsüyorsun.bitti.ne kadar çok eğlendik bu akşam.kahkahalarımız yanaklarımıza sığmadı.üüstelik ellerine bakınca şiir yazası geliyor insanın ...
Bu yazı sizin için;

Seviyorsan git konuş gibi klişelerle yaşayan arkadaşlar.
Zonguldak’ın en uç noktası;dalgakıran.
Vakitli vakitsiz bozulan cep telefonum.
Cuma zannederken aslında Perşembe olduğunu yüzüme vuran takvim.
Hepsi birbirinden değerli ve hayattan zevk almamızı sağlayan bölüm hocalarım.
Neşe kaynağım ulu sözlük
Ve popüler kültürün güzel öğesi Facebook.

iyi ki varsınız.*
bugün yine çok yaktın canımı, seni sevdim ben gerçekten, inan ki sevdim.
kimse için ağlamadım ben, ama senin için ağladım, köpek gibi ağladım, kuzenlerim içeride gülüp eğlenirken ben mutfakta için için ağladım.
elim titredi, sigara üstüne sigara yaktım.
canım gidiyor, ölüyorum sanki dediğinde kafayı yer gibi oldum. canını yakmak istemedim ben senin, ama yoktu başka yolu.
sevdim, inan ki sevdim. tamam, kabul ediyorum, sen daha çok sevdin, ama inan ki ben de seni çok sevdim.
yolla ölçülmez sevgi, ama ben her hafta senin için çektim 5 saat yolu, 6 saat senle olmak için çektim o yolu.
ailemle az vakit geçirdim senin yanında durmak için.
hiç bir zaman kandırmadım seni, seninleyken içimde zerre kadar piçlik yoktu, masumdum ben ellerini tutarken, seni öperken.
sevdim ben seni.
1-2-3
zor.
4-5-6
zor.
günlerin böyle geçişi zor, günlerin böyle azalışı zor.
insanın kendi arafını yaratmasıymış beklemek demek.
bek/le/mek.

tick çok
tock öz
tick le
tock dim
ben sana hic bir zaman uzun bir yazı yazmadım. oysa onceden cok yazardım. fark ettim de hayatımı cok sistematik yasıyorum ben. mesela banyoya girmeden evel hep camasır makinesini acıp saate bakıyorum. bornozumu giyinmeden evel saclarımı havluya sarıyorum. ben kıyafetsiz kalmaktan hoslanmadıgım icin cok hızlı yıkanıyorum ama bu surede vucudumu inceliyorum. oyle detaylı degil ama damarları mesela. sol bacagımda diz kapagımın arkasına dogru ucgenimsi bir bolge var mesela orada cok belirgin bir damar var. ya da mesela bazen suyu aniden soguk tarafa ceviriyorum. buna nasıl tepki verdigime bakıyorum. mesela sistematik demistim ya. her banyoda yuzumu yıkarım ben. ayriyetten yani. hem de tam cıkmadan evel yıkarım. ben her sabah yuzunu yıkayanlardanım. sanırım biri bana ufakken yuzunu her sabah yıkamazsan gunun kotu gecer demisti onun verdigi sacma korkuyla her sabah yıkıyorum yuzumu. panikle evden cıkmıssam ve yıkamayı unutmussam bile gittigim yerde yaptıgım ilk is yuzumu yıkamak oluyor. ve biliyor musun ben anneannemde kaldıgımda ufakken yuzumu hep o yıkardı. kocaman tombul elleri var onun, yumusacık boyle. cok garip bir duygu oluyor yıkayınca. ve ben 19 yasıma geldim, hala onlarda kaldıgımda sabahları yuzumu anneannem yıkar. bir de mesela pantolonları giyerken hep once sol bacagı giyindigimi fark ettim. aynı sey ayakkabılarda da gecerliymis. cogu zaman hayatı tanrının sims oyunu olarak dusunuyorum zaten. cunku simste de kotu seyler oluyor. ama bu benim iyi olmadıgımı gostermiyor ki. o yuzden neden her kotu olayda tanrının iyi ya da kotu oldugu sorgulanır da iyi olaylarda akıllarına bile gelmez. biliyorum sen inanmıyorsun ama ben inanmak istiyorum. aklımda tonla sey donup dolasırken onları kimseye anlatamazken bir kiliseye girip yarım saat bir saat oturup hepsini anlatmayı seviyorum ve bir sekilde birinin beni duyduguna inanmak bana iyi geliyor. bu anlatılmaz bir sey. bir gun dinlere inanmayı bıraksam da bu yuzden tanrıya inanmayı bırakmam sanırım. bir de mesela vatandaslık dersinde tum insanlar esittir diye ogretmislerdi. o zaman neden dinler var ki? bu zaten en basta insanların esitligini bozmuyor mu? bence bozuyor ve zaten bence esitlik kadar sacma bir kavram da yok. mesela ben baska birinin cocuguna esit degilim. ben cok sınırlı bir cocukluk yasadıgımı dusunuyorum hep. yani daha cok babaannemin vefatından sonraki donem cocukluk degil de baska bir seymis gibi geliyor bana. baska anne babaların cocuklarıyla yaptıgı, konustugu belli baslı seyler olur mesela. hah o meshur “vucudun degismeye baslayacak” konusması mesela. ya da bebeklerin nereden geldigi. annem bana kadınsal dongulerden bile bahsetmemisti mesela. ve ben bunlarla ilgili sordugumu cok iyi hatırlıyorum. ama o bana hic anlatmadı. ben okulda baska kızlardan ogrendim. annem sana anlatacaktım bir gun dedi baska da bir sey soylemedi. ben de ona nedenini sormadım. anne sutu ile beslenen cocukların annelerine daha baglı olduklarına gercekten inanıyorum. hayatımın sonuna kadar icimde kalacak annemle yakın olmayısımız. ama buna ben neden olmadım. o istemedi. sonra da bunu kendi yaptıgını inkar etmek istedi, kızım babasına daha yakın demeyi tercih etti. umarım mutludur artık ona da yakın degilim. neden ben de bilmiyorum. ben insanlar hakkında cok ani dusunceler verebilen biriyim. bu en sevmedigim ozelliklerimden birisi. annem ve babam hakkında ise boyle degil. onlar sanki ben buraya uzun bir sure icin kalmaya gelmisim de bana saglanmıs koruyucu aile gibiler.
her seyden uzaklasmak istiyorum.
ben sana hic bir zaman uzun bir yazı yazmadım. oysa onceden cok yazardım.
sen hayatımdan çıktıktan sonra kaç erkek girdi hayatıma bilmiyorum. her şey karmakarışık oldu zaten.
ama bilmeni isterim ki hepsi için ağladım tek tek, hepsinin yasını tuttum. bir seninki bitmedi.
bir senin acın hiç geçmedi, yaramın üstüne değiştirerek bantları yapıştırıyorum. çıkartırken gözlerimi kapatıyorum, derimden kopuyor bir şey…
bana ait değil, yapay. bunu hissedebiliyorum. fakat bütünleşme çabası içerisinde, bana yapışmış sımsıkı. hiç ayrılmak istemiyor, yaralarını ben sararım diyor.
oysa ne o, ne de ondan sonrakiler becerebilirler sarmayı. zaten bir süre sonra da bıkıyor, başında ne kadar sahici ve ciddi olsalar da, ne kadar kansam da onlara. bir süre sonra kenarlarından çıkmaya başladı yavaş yavaş, kirlene kirlene yara bandı. o da istemiyordu ama gücü buraya kadardı işte, yolumuz buraya kadardı.
kirlenmişti her şey. demek ki hiçbir şey tertemiz bir başlangıçla olmuyormuş.

bant üstüne bant, yaram hiç kabuk bağlamadı.

ha onlar yara bandıydı ya, onlar yapaydı ya. sen değildin işte, sen derimle bütünleşen, vücudumla kaynaşan ve hala nerede olduğunu bulamadığım kan pıhtısı. sen kalbimin attığı her saniye damarlarımda atan nabız temposu. sen bütün hücrelerime yayılmış olan nefesim.
sen bütünüm… sen parçam.
sen… seni seviyorum.
Neredesin be neredesin deli gibi özledim seni . hadi gel destek ol bana.
yine sana bu yazı, aklımın da kalbimin de daimi patinaj alanı şimdilerde...
kabullenemiyorum, isyan sınırlarındayım, nasıl olur böyle ya da nasıl olmaz nasıl yürümez bunca emek? ne istedin ne istedi herkes keşke ifade edebilse...gene lanet döngüleri yaşamasam, hem de bu sefer sıyıran çizen değil direkt yaralayan...ve keşke kabullenebilsem hayatın yazılanı yaşamak olduğunu, ya da ne olduğunu? belki tüm sorun bu, benim karmaşa...beklentileri düşük tutmak da mutluluğa garanti değil, sen ne yapsan kendini kamufle edemiyorsun, bakır çarşısında altın isen?neden neden neden??? delilik sınırında akli temellendirme çabası...lanet etmemek lazımmış insana...ya bu halde? neler etmez ki insan bunca zalimliğe? ne deyim sen de yaşa bunca anlam karmaşasını...tabii bi aklın ve kalbin varsa!!!
bildim, çok cesur olmamalı, yahut inat zararlı... olmayınca olmuyor takılmamalı, ama sen kapalı ketum içini belli dahi etmeyen giz dolu mahzen, belki de ben yükledim olmayan gizleri anlamlandıramadığım yanlarına...olsun her ne ise anlaşılamayan aramızda sonuç karmaşa oldu hem de elbirliği ile...
uzakların bir anlamı yok...
eğer gerçekten aramızda bir gizemli bir bağ varsa, onu taşıyacağımı sandığım bu güzel şarkıyı dinle..
seni bana getirdiği gibi beni de sana getirsin..
ne düşündüğünü bilmiyorum...ama nereye gidersen git peşinden geleceğimi bil...
bazı rastlantılar alın yazısından başka bir şey değildir ve söyle bana onu kim değiştirebilir?
şuan tam 51 dakika oldu sensiz ve özledim,telefonu yanlışlıkla kapadım ama bişey yapamazdım,biliyomusun canım yanıyo şuan, sende benim hissettiğim gibi hissediyo musun diye düşünmüyor da değilim,yoksa çoktan uykuya mı daldın? yerimde duramıyorum aslına bakarsan,içerde ordan oraya yürüdüm bi kaç kez,balkona çıktım üşüdüm geri girdim.uyumaya çalıştım ama olmadı,param olsaydı gider alkol alırdım,o da yok,bende yapabileceğim tek şeyi yaptım,bi sigara yaktım ve bu yazıyı sana yazdım.bi şekilde bunu okursan unut cumayı falan tamam mı ? ben çekinirim bişiy diyemem,sen yaz bana ;

özür dilerim.
canın sıkılıyor... devrelerin yanıyor... acısı benden çıkıyor... ne kadar adil di mi?...
söktun içimde kalan son saygı ve sevgi kırıntılarınıda... şimdi sana söylenecek tek söz, hakketiklerinle hakettiğin gibi yaşa.
farkında mısın?
değilsin kendi bahçende.
kendinden değil,
kendini bu kendin sanışın.*
hayır bir kişiyi hayatının odağı yapmak çok yanlış, cümlesini bolca kurduktan sonra aslında bazen birisinin etrafında dönme fikri çok da kötü değilmiş gibi geliyor şu sıralar. dönmek de demeyelim, bir limana sığınmak gibi. şöyle rahatça demir atabileceğim. liman batmaya kalkarsa demir almayı da helbet bilmek gerek.
nefret edilesi bir insansın. artık sadece iyi yönlerini görmeyi düşünmüyorum. aciz ve korkaksın.
sevgili götüm;

aslında seni yerinden kaldırmak boynumun borcu fakat yapamıyorum, kaldıramıyorum. olayın boynumla ne ilgisi var onuda çözemiyorum. ama varmış işte öyle diyorlar..
Gözlerindeki karamsarlıktı seni farklı kılan
Taşkın ruhunun kıpırtılarıydı oysa beni saran
Mutluluğa hasret ama umutsuzdu çığlıkların
'Bir akşamda hepsi değişir mi?' dedim 'imkansız!' dedik
Ama sevdik işte kibritin kükürte aşkı kadar keskin
Tepetaklak düştük alışkanlıklarımızdan
Tuttun ellerimden bu sefer cesur olan sendin
'Hem zaten dünyada tepetaklak durmuyor muyuz?' dedik
Düşündük peki yer çekimi sen miydin o halde artık
Bilmem kaç G kuvvetinde beni kendine çeken
Oysa aşkı üç harf kılan herkese isyandı bu
Senin fikirlerin kocaman kalbinle dans ederken
Ben en beğendiğim filmi izler gibiydim sana bakarken
Her seferinde nefesim kesilirken farklı anlamlar kazandın
Ben mi izleyiciydim yoksa sen mi çok gizleyiciydin?
Replikleri çoktan ezberlemiştim de sen pek bi ezber bozandın
Sonunu bildiğim halde şaşırttın beni her sahnende.

istedim seni;
Elimdeki kaybetmeye yüz tutmuş bakir değerleri sana hibe ettim
Verebilecek tüm mutluluklarımdan sana rengarenk uçurtma yaptım
Uçamadığın kadar özgür ol istedim ipsiz bucaksız şimdiki haline
Gözlerindeki aydınlığa.
küçük bir odada birlikteydik
odalar büyüdükçe birlikte olunamıyor...