bugün

bir şans daha,
bir şans daha verselerdi sana
her şey başka
her şey başka olur muydu baba?
bir şansa daha
bir gün daha verselerdi bana
hiç korkmazdım, anlatırdım sevgimi ben sana
ah, ne yazık geçti seneler
göçtü kuşlar birer birer
ah, koskoca düğüm artık yutkunduğum tüm sözcükler

kitaplarda okuduğum tüm masallarda
sonsuza dek mutlu mesut yaşamışlar baba
yaşam bazen tatlı yalanlar söyler satırlarda
hiç üzülme, işte hayat mutlu son bu baba
ah, sonlar yoktur hiç inanmam
hikayeler tekrar başlar
ah, büyüyecek tüm çocuklar
küçülmeyen rüyalarla
sabah mahmur gozlerle uyanip tabutunun kapida oldugunu gormektir.

(bkz: babanin tabudu)
eğer babanızı hayal meyal hatırlıyorsanız çok daha karışık duygulara sebebiyet veren olaydır.

anneniz ve babanız boşanmıştır.mahkeme sizin yaşınız çok küçük olduğu için anneye vermiştir.tam 16 yıl babanızı görmezsiniz,sesini duymazsınız,sadece sislerin arkasında gibi görünen belli belirsiz iki şeyi hatırlarsınız.birincisi sizi elinizden tutup lunapark gibi bir yerde atlıkarıncaya bindiren bir adam,ikincisi ise beylik tabancasını annenizin kafasına dayamış öldürmekle tehdit eden bir adam,meraklanmayınız ikisi de aynı kişidir.

evet annenizle babanız şiddetli geçimsizlik ve evlilik kurumunun kökten sarsılması gibi ne anlama geldiğini o zamanlar algılayamadığınız soğuk bir gerekçeyle boşanmıştır.

aradan yıllar geçer hayatınızda bir babanın eksikliğini çok çekersiniz,ne bileyim ben mesela siz düşünce kimse kaldırmaz,kendiniz kalkarsınız,arkanızdan sizin hatalarınızı düzelten iki kişiden biri yoktur.bu yüzden önemli bir karar vermeden önce bir kez daha düşünürsünüz.ne zaman etrafta babasıyla elele tutuşan gülen oynayan cıvıldaşan bir çocuk görseniz oraya bakmamaya çalışırsınız.

seneler geçmiş büyümüş koskocaman adam olmuşsunuzdur.bir gün bir telefon alırsınız,arayan kişi amcanız olduğunu ve babanızın vefat ettiğini söyler.

hemen ilk otobüse atlayıp memlekete gidersiniz,babanızın soğuk mermer üzerindeki cansız bedenini görünce tuhaf duygular hissedersiniz,hiç tanımadığınız bir adam,aslında her sabah bukart doldurduğunuz büfeciden daha fazla aşina gelmeyen bir adam ölmüştür.

o an bilinçaltının suyun altındaki yarısı suyun üstüne çıkmaya başlar,hafızanızın kapalı kapıları aralanır ve bazı şeyleri yeniden hatırlamaya başlarsınız,bir ömür boyunca unutmaya çalışıp da unutamayacağınız şeylerdir bunlar...

toplum ve hatta sizin vicdanınız bile hiç tanımadığınız bir insanın,sizin için hiç birşey ifade etmeyen bir insanın,sisler ardında oynanan bir cinayet filminin aktörü için üzülmenizi istemektedir...

siz hiç tanımadığınız bir insan için,kabuslarınıza giren bir şey için unutmak istediğiniz bir şey için üzülebilir misiniz?

insan bazen karar verirken doğru ile yanlış,iyi ile kötü o kadar yakındır ki sanki bir bıçağın en keskin yerinde birleşmiş iki ayrı yüzü gibidir.

doğruyu ve yanlışı,iyiyi ve kötüyü görmek o bıçağın etinize saplanışı gibidir,anlamanız için hissetmeniz gerekir.

eliniz kendiliğinden hareketlenir aklınız bedeninizi kontrol edemez ve o hiç tanımadığınız adamın soğuk elini tutarsınız.

o el yavaş yavaş ısınır artık o soğuk mermerde yatan adam hiç tanımadığınız sislerin arkasındaki kötü adam değil lunaparkta size dondurma ısmarlayan atlıkarıncaya beraber bindiğiniz size bakıp gülümseyen iyi adamdır.

ve işte o an yüreğinizde bir babayı kazandığınız an kaybetmenin hiç bir lisanda tarifine imkan olunamayacak acısını yaşarsınız.

rahat uyu baba.

oğlun...
toprak kokuyor...
yağmurdan sonraki toprak kokusunu ne çok severdim ben...
küçükken kumsalda, kırmızı şapkam başımda, küreklerimle toprak çıkartırdım babama. bana kumdan kaleler yapardı.
severdim toprakları be. oynardım. yumuşaklardı, zararsızlardı.
özellikle ilkbaharda, yağmurdan sonraki toprak kokusunu da çok severdim.
aynı toprak aldı babacığımı benden.
babamdan sonra nefret ettim topraktan.

ölümü düşününce eskiden, nasıl desem, 'yok canım' derdim, 'ben ölmem herhalde ya. annem de ölmez, babam mı? yok ya, ona hiçbir şey olmaz!' derdim. hani insan yakıştıramaz ya. uzaktı bana ölüm, saçmaydı ölmek...
'bir bar taburesi üstünde babamın öldüğü yaştayım.' derdi şarkıda. 'babamın öldüğü yaştayım.' kısmını hiç söylemezdim ben. inanmazdım, ne babası, ne ölmesi, hangi yaş, hangi bardaki hangi tabure?!
'canım, baban vefat etti.' dedi bir ses telefonda, kim bilmiyorum, hatırlamıyorum.
telefondan bu yüzden nefret ettim hep. biliyordum, her çalışında tedirgin olurdum yıllardır. telefon... kötü haberlerin hızır acil habercisi...
babamdan sonra iyice nefret ettim telefonlardan...

oysa babam ne güzeldi, beraberken ne güzeldik, hayat ne güzeldi...
çay kaşığı çay bardağına düşünce melodimsi bir ses çıkar ya hani. o sese bayılırdım ben. babam her akşam çay demlerdi, odamın kapısını aralar, kafasını muzurca uzatır, boş çay bardağına çay kaşığını atıp atıp çıkarırdı. gülümserdim hep ben de. neyle uğraşıyorsam bırakır, mutfağa koşardım. günün en güzel dakikaları sonra... televizyondaki spikerin burnuyla dalga geçerdik, bir diğerinin saçıyla. bana portakal suyu sıkardı, gazeteden güzel şiirler okurdu. yorum yapardık şarkılara, şarkıcılara. bulmaca çözerdik beraber. sabahlara kadar hayata dair konuşurduk. sevgililerimi anlatırdım, açılsam mı açılmasam mı gelgitlerini, ayrılık öncelerini, sonralarını... 'hayat güzel ya.' derdi. 'sakın genç yaşta aşık olma, kendine de aşık etme kimseyi. valla ben sizin sınıfta bir kız olsaydım, kancayı takardım sana, yakanı bırakmaz evlenirdim seninle. dikkat et.' derdi.
çok severdim ben babamı. yazardım ona söyleyemediklerimi. hani olur da bir gün ölürse 'söylenmemiş sözlerim' kalmasın diye. ağlardı bazen babam satırlarıma, kıyamazdım. yanına oturup onu avutmayı severdim. bir keresinde beraber ağlamıştık uzun uzun. dedem öldüğünde. hayatımın en güzel ağlamasıydı. şimdikiler berbat, yapayalnız. bir de çok canım acıyor, yeşil gözlerim de yorgun...
bir sabah babam bırakıyordu beni okula. sınava geç kalıyordum, canım sıkılmıştı. 'baba' dedim, 'insan geçmişi hep çok özlüyor, ama geleceği de iple çekiyor, hayallerine ulaşabilmek için. ama hayaller de bir türlü bitmiyor. insan bir türlü tam olarak mutlu olamıyor. geçmişe ulaşamıyorsun, gelecek de tatmin etmiyor. ee, bu hayatın güzelliği nerede?' 'işte burada, tam şu anda...' öyle bir demişti ki babam... geç kalacağım diye üzüldüğüm sınava girmedim bile, babamla tavla oynadık boğaza karşı.
bir keresinde arabada 160 basmıştım da hiçbir şey dememişti babam, 'yavaşla, hızlı gidiyorsun.' bile dememişti. eve sarhoş gelmiştim bir gece. banyoda kusarken geldi yanıma. 'ne içtin?' dedi. '3 bardak viski.' dedim. 'olsun, yat uyu, sabaha bir şeyin kalmaz.' dedi. kızmazdı babam hiç, birçok şeye kızardı, ama bana hiç kızmazdı.
ne güzeldin be baba, ne güzeldik, hayat ne güzeldi.
babamdan sonra nefret ettim hayattan...

şimdi toprak kokuyor...
tuttuğum bu kazma kürek, babamla aldığımız toz toprak olmuş siyah pantalonum, ayakkabılarım, ellerini birleştirmiş şuradaki duygusuz hoca bana ne kadar da yabancı, ne kadar da uzak, ne kadar da benimle alakasız. siyah gözlüklü şu insanlar, akrabalar, annem, kardeşim bana ne kadar da avuntusuz, işte tıklım tıklım yalnızım şimdi...

ertesi gün annemin sesiyle uyandım. 'aytaaç!' diye ağlıyordu. 'aytaç, babanı kaldır aytaç. hadi gelin, kahvaltı hazır. hadi aytaç. uyandır babanı, hadi. n'olur uyandır, n'olurrr...'
gittim yanına, perişandı, yerde oturuyordu annem. yanına oturdum, saçlarını okşadım. 'aşacağız anne.' dedim. 'bak ben buradayım.' 'aşacağız değil mi?' dedi. yüzüne baktım, gözleri kan çanağına dönmüştü, yalvarırcasına evet dememi bekliyordu.
diyemedim...
ben de ağladım...
beraber ağladık...
hayatımın en güzel ağlamasıydı... * *
benim babam ölmedi.* onu kırdığım, kızdığım ve kızgınlıkla söylediğim şeyleri düşününce, öldükten sonra yaşayacığım pişmanlık bile canımı acıtır. düşüncesi bile çok acı veren bir durumdur.
anlatılması en zor ve en kötü duygu
aradan kaç sene geçerse geçsin her akla geldiginde (özellikle de en kötü gün) içinde fırtınaların kopması.
huzur içinde yat benim canımm babam...
insanın bir tarafının eksik kalması.
arkanızda bulunan koca bir dağın yokolması.
sizin de bitişinizdir bazen.
artık eskisi gibi bir yol göstericiniz,
dünyadaki rehberiniz yoktur.
onun yerine sizin kuyunuzu kazmaya çalışan akrepler vardır.
ben böyle yaşıyorum yıllardır.
yıllardır çekiyorum sensizliği.
içimde taşıyorum bu ızdırabı.
dünyada g.t gibi kalmanın getirdiği şaşkınlıkla.
özlüyorum seni.
arıyorum.
bekliyorum.
hayatta yaşanabilecek en acı olaylardan biridir. hele ki yıllarca kanserle boğuşmuşsa ve gözünüzün önünde her geçen gün eriyip gitmişse, ağrıları tahammül edilemez derecede çoğalmışsa, her gün, her saat, her an onun acılarını bana ver diye allaha yalvarmanıza rağmen yaşayamamışsa, bu hayata, bu düzene lanet okumaktır. daha gencecikken, eşine, çocuklarına doyamamışken hayata yummak zorunda kaldığı mavi gözlerini hatırlayarak ağlamamaya çalışmak ama başaramamaktır...

kısacası; çabuk tükenmektir...
ciğer acısı.. kalp yarası..
insanın ciğerine 41 odun düşer ve alev alır. 40 ıncı güne kadar her gün bir odun söner. 40 ıncı günden sonra bir odun kalır ve bu odun bir ömür boyu yanmaya devam eder. böyle bir acıdır, hafifler ama asla dinmez.

(bkz: kırkı çıkması)
koltuk değneklerine bağlı hayatta, bir anda koltuk değneksiz kalmak.
çınar ağacının devrilmesi sonucu, yapraklarının ortalığa saçılma durumu.
etraftaki baba kızlara gıpta ile bakma sebebidir.
hep boğazında bir yumru ile dolaşmaktır.
yerli yersiz ağlamaktır.
artık bir süre sonra sürekli olarak bayıldığınız için doktora gitmektir.

doktor: "bu sıralar bir şeye mi üzüldünüz" diye sorduğunda
ben:"evet babama."
doktor:"kaç yıl oldu?."
ben:"2 yıl"
doktor:"sebep o değildir üstünden çok geçmiş."
lafını duyunca
ben:"sen nerden bileceksin yüreğin acısını" demektir.

(bkz: cerrahpaşa)

--spoiler--
doktorlar da ne bilur ciyerun acisini ciyerun acisini
doktarlar da bilur mi ciyerun acisini ciyerun acisini
--spoiler-- *
bazen babayı hiç tanımamaktır.

siz daha agu bile diyemezken, o yok olmuştur.

biraz da neşeli olduğunuzdan baba hasreti çekmezsiniz. insanlara söylemezsiniz babanızın olmadığını. gereksiz bir ayrıntıdır çünkü, "niye üzülsünler ki? boşu boşuna" dersiniz.

sonra babası ölünce ağlayan arkadaşlarınız olur. "benim de babam yok" dersiniz. teselli amaçlıdır aslında "seni anlıyorum" demeye getirirsiniz lafı. arkadaşınız sizi üzdüğünü zanneder.

oysa siz üzülecek kadar tanımamışsınızdır onu.

yüzünü bile hatırlamassınız.

birgün fotoğrafını görürsünüz, taşınırken, bir kutudan düşer.

anneye sorarsınız,

- bu kim?

gözleri dolar, taşıdığını bırakmaz arkasını döner, gider.

sonra daha dikkatli bakarsınız fotoğrafa. kendinize benzetirsiniz onu. "bana ne kadar da benziyor yahu" dersiniz safça, yüzünüzde bir gülümseme oluşur. onun babanız olabileceği bile gelmez aklınıza. öyle kopuksunuzdur ki baba kavramından.

anneye sormaya çekinirsiniz. "neden öldü" diye. sadece trafik kazası geçirdiğini bilirsiniz.

ne iş yapardı?
annemle nasıl tanışmışlardı?

hiçbiri kimseye sorulmaz. sorulamaz.

amcalar ve halalar, yılda bir kez, bir haftalığına görülebilir. yaz tatillerinde.

onlarada sorulmaz. sorulamaz.

mutlusunuzdur aslında. "o olsaydı nasıl olurdu?" diye sorarsınız bazen ama sonra içinde olduğunuz duruma bakarsınız gülümsersiniz. dudaklarınız kıpırdar. "olsun"

hayatı gıcık edercesine.

küçücük bir "olsun"

böyledir, babanın ölmesi ve onu tanımamak.

anarşiktir biraz.
balığa çıkmanın keyfinin kalmamasıdır.
anlattığında gülünen askerlik anılarının akıla gelince ağlama sebebi olmasıdır.
kendi çocuğuna da aynı acıyı yaşatma düşüncesiyle baba olunca ölmekten korkmaktır.
düşmektir ve düşünce canının acımasıdır.
ağlamaktır, sebepsiz ağlamak.
her zaman ne olursa olsun,yanınızda olan bir desteği kaybetmek, tutunacak dalın,sığıncak limanın kaybedilmesidir. hayata veda etmesi kabullenilemeyecektir, her gülüşte bir mutsuzluk, içte bir burukluk olmasına sebep olacak olaydır.
insanın olgunlaşmasını sağlayan, insana ızdırap veren üzücü bir durum. Acının büyüklüğünü sadece onu kaybedenler bilir.
her zaman kendini güvensiz hissetmene sebep olur.
tanımadığın insanlara söyleyemezsin babanın olmadığını... sanki korunmasız kalmış gibisindir. herkes sana zarar verebilirmiş gibi.
özel günlerde yanında yoktur.. hep bir yanın eksik kalır.
hele de o kahrolasıca babalar günü.
o günün bir anlamı yoktur aksine canını acıtır.
herkes hediyesini verirken babasına, sen en fazla mezarına gidip bir yasin okuyabilirsin.

kısacası babanın ölmesi bir kolunun eksilmesi gibidir.
ama allah gecinden versin annenin ölmesi, büyük ihtimalle kalbinin sökülüp alınması gibidir. düşünemiyorum bile.
hürriyet gazetesi yazarı bekir coşkun'un yakın bir zamanda yaşadığı üzücü olay. bekir coşkun bugünkü güzel yazısında bu olaya değinmiştir.

http://www.hurriyet.com.t...2&gid=61&sz=68044
etle tırnağın birbirinden ayrılması
mahallenin dalgacı, alaycı çocukları tarafından piç gözüyle bakılacak hadise.*
(bkz: #3413316)
(bkz: babasız kadınlar)
ölümünden 2 sene sonra artık farklı gözle bakılan olay. onun huzur bulduğu gerçeği, bir gün mutlaka kavuşacağınız inancı, ''zaten şunun şurasında kaç sene daha yaşıyacağız canım'' demeler sürer gider. en kötüsü ise henüz 14 yaşındaki kardeşinizin babasına sizin kadar doyamamış olmasıdır ve annenin büyük yalnızlığı.ve ne yazıkki bunları kapatmak imkansızdır.
düşünmesi bile can sıkan; "yaw düşünmeyeyim" dedikçe bir gün olacağı gerçeğini istemeden de olsa kabullendiğiniz hadise. yaşamamış bir yazar muhtemelen benim gibi mel mel bakmıştır monitöre. sırtında taşıdığı günler, beraber top oynamalar, birşeyler öğretirken takındığı bilge tavırlar. bu bahsi kapatalım lütfen. kötü oldum lan.