bugün

dünyanın başına yıkıldığı ağlamaktan başka elinden başka birşey gelmeyen gündür. Dünyanın en kötü insanının bile yakalanmasını istemeyeceğiniz lanettir. Her gün çöküştür , ölüştür, tükeniştir, geberiştir yavaşça.
son dönemde aşırı derecede kilo kaybetmesi üzerine uzun süren doktora götürmek için ikna çabaları ve hatta birkaç kez bir bahane bulup ertelemelerin sonunda 10 gün önce doktora gitmeye razı edebildik babamı. her zaman hastaneden çekinirdi belki de bu yüzden ablamın doktor olması için bu kadar çabaladı. bir kaç küçük testten ibaret olacaktı ve bir kaç ilaç verip gönderecekti bizi doktor. en azından biz böyle olmasını hayal ediyorduk. babam, iki gündür yemek yememesine ve test için yapılan hazırlıkların onu halsiz düşürmesine rağmen her zaman olduğu gibi yine dimdik durarak bir şeyinin olmadığını söylüyordu beni ve annemi üzmemek için. babamı test için içeri aldıklarında bende sigara içmek için dışarı çıktım aklımda en ufak kötü bir düşünce olmadan. yarım saat sonra annem aradı ve babamın bekleme odasına alındığını haber verdi. bende yanına gittim ve hala narkozun etkisinde uyuyordu başını okşadım saçlarını düzelttim saçlarının bozuk olmasından hiç hoşlanmazdı. güler yüzlü bir hemşire yanımıza gelerek doktorun bir sonraki operasyondan sonra bizimle konuşacağını bildirdi ancak bir tuhaflık vardı dudakları gülümsüyor ama gözleri onlara eşlik etmiyordu. ama bir şey olmayacaktı nasıl olsa kötüye yormaya da gerek yoktu, babamdı bu hasta olamazdı ki, dedemde zayıftı ayrıca amcalarım da zayıf insanlar bir kaç kilo kaybı kötüye yorulamazdı ki. kısa bir zaman sonra hemşire tekrar gözüktü ve doktorun müsait olduğunu söyledi. annem ağır adımlarla odadan çıktı babamı uyandırmamak için, döndüğünde yüzü beyazlamıştı ve donuk bir ifade vardı gözümün içine bakıyor ama çok uzaklardaydı beyni, sonradan anladım aklındakileri. babam uykusuna devam ediyordu annem bana sessizce ve ağzının içinde geveleyerek "kanser" kelimesini söylerken. ve bir anlık durgunluk, dünya durmuştu o anda, kafadan geçen binlerce düşünce, anı, özlem, üzüntü... ve en önemlisi annemde de yaşadığımız süreçler. işte annemin aklından geçenler bunlardı kendinin yaşadıklarını şimdi babamın da yaşayacak olması. benim gözümde ise tek kare annemin kemoterapiden sonra saçlarının dökülmüş hali, bunu babamla da yaşayacak olmam. saçlarının bozuk olmasından hoşlanmazdı ya artık saçlarının olmadığı sahne gözümün önündeydi. yavaş yavaş gözlerini açtı narkozun ve halsizliğin etkisiyle, ilk sorusu "bir şeyim yokmuş değil mi?" oldu her zamanki olumlu düşüncesiyle. niye bu kadar iyi bir insan olmak zorundaydın ki demek geldi içimden defalarca kez ama sözcükler boğazıma düğümlendi. "iyiymişsin babacım" diyebildim sadece kısık bir sesle. biraz kendine geldikten sonra tekerlekli sandalyeyle gitmeye dirense de zorla taksiye kadar gitmeye ikna edebildim. her zamanki gibi inatçıydı. taksi gelene kadar dışarı çıktım ve bir sigara yaktım, gözümden düşen tek damla yaşı görmemesi için bir duvarın arkasına saklandım sanki sigara içtiğimi görmemesi için yapıyormuş gibi. nihayet evimizdeydik babam her zamanki gibi koltuğuna uzandı ve televizyonu açtı. annem ben bir ekmek alayım deyip kendini evden dışarı attı. ben, içimde kopan fırtınaları dindirmeye çalışarak babamla muhabbet etmeye çalıştım ama ne dediğimden haberim bile yoktu. Annem hafif kızarmış gözlerle geri geldi odaya girdi ve babama "senden bunu saklamak istemiyorum, kansermiş, hayırlısıyla bunu da atlatıcaz" dedi. neleri atlatmamışlardı ki. o an babam sadece dönüp gözlerimin içine baktı ve söylediği ilk cümle "allah'ın dediği olur" oldu -duvarlarda sıkça gördüğümüzden anlamını yitiren cümle bir anda ne kadar anlam kazanmıştı- sonra da bir şey söylemedi zaten. her zamanki gibi az konuşmayı tercih etmişti yine. ben tekrar tekrar aynı soruyu sordum kendime "bu kadar iyi bir insan olmak zorunda mıydın baba?", biraz isyan etsene televizyona boş boş bakmak yerine. ben daha fazla dayanamadım evde kendimi dışarı attım çünkü babamın etmediği isyana benim ihtiyacım vardı -çünkü ben onun kadar iyi bir insan değildim- ve gözümde akmayı bekleyen yaşlar git gide ağırlaşıyordu. yolun bir kıyısına oturdum, sigara yaktım ve sadece sessiz sessiz ağlayabildim etraftan geçen meraklı insanların gölgesinde. Şimdi bu düşünceye alışmaya çalışıyorum kanseri daha önce yendiğimizi hatırlayarak ve tekrar yeneceğimizi düşünerek, en azından ümit ederek.
yine de bir annenin kanser olduğunu öğrenmek değildir. çünkü yuvayı dişi kuş yapar. annesiz ev ev değildir. her şey eksiktir. o yoksa hiç bir şey yok gibidir. baba olmadığında anne varsa eğer hem anne hem baba olur, evi kollar. ama babalar anne olamaz.
korkulmamalıdır arkadaş, öncelikle sakin olunmalıdır.nice insan vardır ki bu hastalığı yenebilmiştir.çok samimi arkadaşımda lenf kanseri hepatit b ve kalp delikliği vardı.allaha şükür hepsinden birşekilde yırttı şimdi yanımızda bizimle. güçlü olun ki kazanan siz olun.
çok üzücü bir durumdur. ne anne ne de baba, bir birinden ayırt edilemeyecek varlıklardır. sizi büyütüp bu günlere getiren bu varlıkların hastalığa yakalanması içinizi acıtır. babası ani kalp krizine yenik düşen biri olarak bu durumu çok iyi anlayabilecek hassasiyete sahibim.ama her şeye rağmen atlatılamayacak bir şey değildir bu. inancı korumak ve morali olabildiğince yüksek tutup hayata sım sıkı sarılmak çok önemlidir.
Yaşamadım yaşamak istememde Allah (c.c.) kimsenin başına vermesin olanlarada şifa versin...
babanizi kanserden kaybetmek ile aynidir.
yaşadım 6 sene oldu, 3 ay içinde öldü rahmetli, etkileri geçmedi hala bende , allah göstermesin çok zor. çocukluk kahramanının babanın gözünün önünde erimesi, tuvaletini yapamaz duruma gelmesi, senin birşey yapamaman , kahredici.
hele de doktorsanız ve patoloji raporunu ilk siz okuduysanız işler daha da zorlaşır. karşınızda sizden açıklama bekleyen aile bireylerine durumu en hafifçe anlatmak ve soğuk kanlılığınızı muhafaza etmek gibi ekstra motivasyonlara muhtaçsınızdır. hayatımın en zor günleriydi ama derdi veren dermanını da verdi/vermeye devam ediyor. daha da iyi olacak inşallah.
babanin kanserden öldüğünü gormenin kardesidir.
içten bir hassiktir çekmeye sebep olucak durumdur.
görende babayı sikiyorlar sanıcak. hastalık işte . başa gelen çekilir.
Miras sağlamsa sorun teşkil etmeyecek gelişme.
Babamin kanser oldugunu öldükten sonra öğrendim. Babamin neden öldüğünü araştirmak için hastaneye gittiğimde doktoruna sormuştum. Beynimden vurulmuşa döndüm. Büyük bir şoktu benim için. Babam kansermiş ve bize söylememiş.
sonrasında keşke öğrenmeseydim dedirtti bana. ne güzel 2 haftada baş dönmeni, mide bulantını atlatıp iyileşeceğini sanıyordum senin. birkaç antibiyotik ve birkaç da ağrı kesici alıp, ardından tekrar balkonda oturup, çayımızı içip, tatlı tatlı sohbet etmeyi bekliyordum seninle. ama o 6 harfli sözcük yok mu o sözcük. kara kedi gibi girdi hayatımıza. hiç beklemiyordum senden bunu hayat. nasıl da o hastane duvarlarının ardındaki hayat toz pembe bir yanılgıdan ibaretmiş. istemiyorum gülen oynayan çocukları, eğlenceleri, maçları, yarışları, konserleri, hele ne para ne aşk, hepsi boş bu saatten sonra.
hiç unutmayacagım andır .ona gerçekleri söylediğimde delimisin kızım bende ölücek göz var mi demişti , merak etme halledicez demişti . çok uğraştık ama olmadı be baba ..sen bi yerlerde bunun pişmanlığını yaşıyormusun bilmem ama ben bazen keske bilmeseydi diyorum ve seni çok özlüyorum ..
Babanızın walter white olma olasılığı artar.
zordur. konuşamazsınız. yutkunmanın doruklarını yaşadığınızı ilk defa hissedersiniz. daha babanıza göre çocuk sayılacak bir yaştayken. annenize acilde sakinleştirici verirlerken bulursunuz. babanız işte olaylardan haberi bile yoktur. elinizde patoloji sonuçlarıyla hastanenin koridoruna mıh gibi çakılırsınız. doktordan ilk duyduğunuz da koca bir hassiktir çekersiniz içinizden. en zor görevdir durumu aileye açıklamaya çalışmak. gidersiniz acile anneniz umut dolu gözlerle bakar. iyi huylu dimi? söylemezsiniz. çıkmaz ağzınızdan o iki kelime. kötü huyluymuş diyemezsiniz. evet iyi huylu dersiniz. yüz binlerce doktora gidilir. uykusuz geceler geçirilir. yoktur bu hastalığın çaresi. keşke ben olsaydım be baba hasta daha kolay olurdu. keşke koşuşturan sen olsaydın. rollerimiz değişti bu sefer. bu sana göre bir iş baba. ilk haftalar göz pınarlarınız kuruyana kadar ağlarsınız. ama moral önemli evden içeri girince maymuna dönüşürsünüz. ilkokul müsamerenizden sonra yaptığınız en iyi oyunculuğu sergilersiniz. herkes sizi ayakta alkışlar babanız hariç.
16 yaşında kanser olmak değildir.

Tecrübe.
1 yıl önce öğrendiğimde üstesinden geliriz sanmıştım. ama 1 yıl sonra babamı kaybettim, hem de hastahanede gözümün önünde 3 gün boyunca can çekişerek öldü zavallı babam.
Hani teknoloji dedikleri aptalca birşey var ya. Gereksiz çoğu şeyi yaptıran. Bu noktada kâr etmiyor işte. ve çaresiz olduğunu bilmek. En acısı. Ama bizden öte bir allah var ve onun mucizesi ne gösterir onu bilemeyiz. Allahtan umudu kesmemek gerek.
(#13042932)

bunu duymayı insan kaç kere kaldırabilir ki?
kaç kere daha aynı şeyleri yaşamaya dayanabilir ki?
hani iyiydi, hani bitmişti.
biz mi üzdük? ne oldu da başladı yine?

beynim düşünmeyi reddediyor. kaldıramam artık.
sürekli bir şeylerle oyalanmaya çalışsam da, en ufak şeylere patlamak, ağlamak yorucu.
eve gitmeyi istememek, o hasta halini görmemek için. onun yanında hiçbir şey yokmuş gibi davranmak.
ya bu sefer kaldıramazsa diye korkmak. aklına en kötüyü getire getire delirmek.
bir teselli bulamamak.
etrafında gördüğün kanser hastalarının yaşadıklarını az çok biliyorsan, biraz biraz okumuşsan, sonunun ne olacağını bilerek başladığın yolculuk.

bir akşam yurtta bilgisayarda takılıyorum. annem ile rutin yarım saat günlük konuşmamız var, aradık konuşuyoruz. babanın da sesi kısıldı diyor. grip filandır diye diye üç hafta beklemişler. interneti açıp bakıyorum, gırtlak kanserinin belirtilerindenmiş, sonuçta internet, her şeyi abartır, ama konu baba olunca, insan ciddiye alıyor bir şekilde.

araştır araştır, bir sitede bir doktorun numarası verilmiş, arıyorum, olabilir diyor, üç hata sürmüşse doktor kontrolü gerekir.

ikna ediyorum, memlekette doktora gidiyorlar, "bu bizi aşar" deniliyor. araya aracı sokuluyor, hacettepeden sıra alınıyor, "önemli bir profesör". bir kaç gün içinde sonucu çıkar diyerek parça alıyorlar. henüz hiç bir şeyin farkında değilim.

o günler herkes ilginç bir rahatlık halinde. annem ile babam gergin, ama bize hissettirmiyorlar. zaman akıp geçiyor bir şekilde.

sonra deniyor ki gırtlak kanseri. hala aşırı gergin değilim, ameliyat olacakmış diyorlar. ameliyat ile alınacak büyük bir kitle. sonuç diyorum, "kanser temizlenecek, ama sesi kısık şekilde konuşacak", yarım ameliyatmış. tamamı alınsa delik olacak diyorlar boğazda, o nedenle yarım olacakmış.

ameliyat oluyor, ilk gördüğüm an ayaklarım kesildi resmen, her yerinde hortumlar bir şeyler. rengi solmuş, beti benzi atmış. dağ gibi babam, bilekleri benim kadar, yatakta, mecali yok. ilk kez böyle görüyorum onu, belli etmediğimi sanıyorum, abimin sert bakışı ile kendime geliyorum, sahte bir tebessüm etmeye çalışıyorum.

günler geceler boyunca hastanedeyiz, özel şekilde besleniyor, yemek yiyemiyor, su içemiyor. gıdım gıdım. detaylara girmeyeyim, ama çok zorlu bir süreç aynı anda okul da devam ediyor.

sonra psikolojisi bozuluyor, olur olmaz her şeye bağırıyor. psikolojik desteği kabul etmiyor. sanıyoruz ki kolay bir şey, adamın dengesi bozulmuş, yediğinden tat alamıyor, su içerken boğazına kaçıyor, öksürüyor sürekli. sesi gitmiş, fısıltı ile konuşuyor. sinirlenince bağıramıyor bile, bağırsa boğazı acıyor...

zaman bir şekilde akıp geçiyor, kontrollere gidiliyor, temiz çıkıyor, üç ayda bir. hiç sorun yok, iyileşiyor işte, aslan babam, bunu da yendik işte!

birinci yılında kontrole gidiyor annemler. sürekli olarak temiz çıktığı için lay lay lom modunda herkes. telefon çalıyor, "oğlum ne yapıyorsun", "iyi işte takılıyoruz filan, nasıl geçti, bi şey yok di mi" diyorum, sessizlik, boğazı düğümleniyor annemin, "hiç ameliyat olmamış gibi, hepsi aynen görünüyor filmde". buz gibi bir suya daldığında nasıl irkilirsen, bütün vücudumdan bir elektrik akıp geçiyor. "geçer annem, daha önce de yendi benim babam" diyorum, babamla konuşup kendimce moral veriyorum. telefonu kapatınca giriyorum yorganın altına, erkekler ağlamazmış, peh, ağlamak neymiş orda öğreniyorsun.

mr kontrolü vs. emin olmak istiyorlar, olmaz böyle bir şey diyorlar. sonunda emin oluyorlar, o olmaz dedikleri olmuş. ameliyat diyorum, "yine kesin alın", yok diyorlar, o bir kez olabilir. araştırılıyor, nasıl olur diye, bi bakalım diyorlar, tüm vücudu tarıyorlar. iş başka imiş, meğer tüm vücuda yayılmış, rapora bir bakıyorum, mide, kemikler, akciğer, her yerde! kanım çekiliyor, ne yapacağımı bilemeden, nefes almaya çalışıyorum.

o harika doktorlar, o profesörler meğer anlamamış, meğer en başta tüm vücutta varmış, meğer oradan yayılmış. ondanmış böyle kolay tekrar etmesi...

kemoterapi diyorlar. iğrenç bir şey. tüm hücrelerin de ölüyor. 6 kür diyorlar, 6 ay sürecek, her ay 4 gün. tüpler dolusu zehri veriyorlar canım babama. dayanıyor ama, inanın dayanıyor. ayakta duruyor, tüm hastalara moral veriyor. kendi içinde dünyası yıkılıyor, kendimden biliyorum, ona benzerim, dışarıdan zayıf görünmemek için, çocuklarının ve eşinin moralini bozmamak için dik duruyor, ama içten içe korkuyor, nasıl korkulmaz ki?

6 ay sonunda, iyileşti diyorlar, büyümeyi durdurduk, gerilettik, şimdi izleyeceğiz sadece.

3 ay geçiyor, tekrar kemoterapi gerekmiyor diyorlar, sorun yok.

3 ay daha geçiyor, "çok kötü yayılmış, eskiden de beter". vücudun her yerine yayılıyor bu sefer. meğer bizimki en kötü türü imiş, onlar da sık rastlamazmış böylesine. kemikler vs. her türlü köşebaşını tutmuş. yarayan bir şey yedirsen, tümöre de yarıyor. şeker yok, süt yok, et yok.

yine kemoterapi başlıyor, ama babam eskisi gibi değil. moral olarak da çökmüş halde. bedeni de eski gücünde değil. artık zehir bedeni mahvediyor, tümör ise ne yapılırsa yapılsın kaybetmiyor.

abimin düğünü giriyor araya, babam düğünde kınada oynuyor, "sarı zeybek" misali, dimdik ayakta, herkese neşe dağıtıyor. ertesi sabah, acıdan inliyor babam, katlanıyor vücudu acıdan, hastaneye zor yetişiyor, iğne üstüne iğne, dindiriyorlar o acıyı.

halisülasyonlar başlıyor. bir gece, "geldiler, beni almaya geldiler" diye cama koşuyor babam, yetişiyoruz, belki de camdan atlayacaktı. "ölüm korkusu" diyoruz. bir ilaç buluyoruz, geçiyor.

sonra ağrılar. kemikleri sarmış tümör, ağrı yapıyor. "normalde kimse dayanamaz" diyor doktorlar, aslan babam, bizi üzmemek için sesini çıkarmıyor. kim bilir ne acılar çektin... geçmiyor, iğneler, nerdeyse morfin düzeyinde, ama yetmiyor.

radyoterapi diyorlar. acıları geçer. ama ömrü kısalırmış, onu sonradan öğreniyorum, annem biliyormuş. doktora soruyor annem, nedir ne olacak diye, "çok fazla ümitlenmeyin, acılarını geçireceğiz ama" diyor. ben sanıyorum ki, "iyileşmez, çok ümitlenmeyin, ama acıları kesin gececek" dendi. meğer, "ümitlenmeyin, sonu ölüm, acısız olmasını sağlıyoruz" demiş.

artık hastanelerin bir şeye yaramayacağını düşünüyor ve memlekete gönderiyoruz babamı. annem de onunla beraber. bir hafta gitmiyorum, ikinci hafta da, telefonda sesi çok iyi geliyor. ben araştırıyorum, almanyada özel bir mama tipi besin varmış, vücudu güçlendiriyormuş ama tümör onu yemezmiş, yani çok iyi. ümitliyim geçecek bu hastalık, yine yeneceğiz!

sonra gidiyorum memlekete. dik oturuyor, koşarak sarılıcam, ama gözler, babamın gözleri ne halde? yuvasından çıkacaklar nerdeyse, bembeyaz, beyaz da değil, sarı bir ten. beni görüyor, rahatlıyor, içeri geçip yatıyor.

laf atıyorum, "mallorca da ne güzel oynuyor baba", oğlum boşver onu diyor, "benim derdim bana yeter". hiç böyle yapmazdı diyorum, neşeli adamdı, kalkar gelirdi. iş kötüye gidiyor.

bir gün sonra, ayağa kalkamıyor. bir gecede ne oldu sana baba? tuvalete bile gidemiyor, güçten düşmüş. o gün boyunca, kim anladı, ne oldu bilmiyorum, bütün akrabalar geldi, evde herkes. noluyo diyorum, bakınıyorum, herkesin bildiği bir şey var, bi ben anlamışım, bir iki güne kalmaz ölür modunda insanlar.

o gün boyunca yatıyor, artık bilinç kayboluyor. en son annesi geliyor uzaklardan, onu görüyor, tanıyor, o da son artık.

sırayla sevdiklerini çağırıyor, bilinç yok ama, bi şekilde hatırlıyor, herkes geliyor, helalleşiliyor, "tamam seninle işim bitti" diyor, "gidebilirsin". sonra, "şunu da getirin".

"babam" diyor, "yeşilliklerin arasında beni bekliyor". dayanamıyorum, nefesim kesiliyor, çıkıyorum odadan.

evde kuranlar okunuyor, yasinler. artık her şey net. olacak, olacak.

sabah oluyor, bu böyle olmayacak diyoruz, hastaneye gidiliyor. acilde yatarken kalp atışlarını kontrol eden cihaz ötmeye başlıyor, doktor doktor!

hemen yoğun bakıma alıyorlar. çıkıyor doktor, kalbi durdu diyor. yapma diyorum, annem burada, söyleme. söylüyor. içeri koşuyor.

az sonra geliyor tekrar, çalıştırdık kalbi diyor. aslan babam, yine pes etmedi! doktora gidiyorum, "çok ümitlenmeyin, sonucu belli" diyor.

içimden baba diyorum, bize yakışmaz. o da öyle düşünüyor. 3 yıllık kanseri boyunca, bir kez olsun güçten düşmüyor, kimseye muhtaç olmuyor babam. kimseden yardım istemiyor. son güne kadar ayakta duruyor. zaten güçten düştüğünü anladığı gün bırakıyor mücadeleyi. yine kimseye yük olmak istemiyor, çekip gidecek bu dünyadan.

çıkıyoruz odasının olduğu kata. beklerken ablamla amcam gidiyor odasına. yengemin dizine yatmışım bekliyorum. geliyorlar, ablam ağlıyor, ne oldu diyorum, "bitti" diyor amcam. bağırarak kalkıp koşuyorum, doktora, "kaybettik diyor". "bitti".

sırtımı yasladığım dağ arkamdan çekiliyor, altımdaki zemin, kayıp gidiyor. ciğerlerim patlıyor acıdan.

daha dayanamıyorum anlatmaya, sonrasını daha önceden anlatmışım #26107315

çok sevin babanızı, hiç bırakmayın.

keşke şimdi içerde otursa öylece. bir şey istemem, orda olsun yeter.
allah korusun..

acıların en büyüğüdür.
Allah acik şifalar versindir.