bugün

Nicelerinin ayrıldığı, nicelerinin de kavuştuğu, iki yakanın birleşip, iki kıtanın ayrıldığı, her taşına hüznün ve mutluluğun sindiği ve tüm bunları oraya adım atıp, sigaradan bir nefes çektiğiniz zaman hissetliğiniz yerdeydim.

Kafamdaki milyon tane soruya milyon tane daha eklenmiş bir şekilde, onlar için gerekli benim içinse gereksiz bir telaşın içinde olan insanlara seyrederken, onu gördüm

Günlerimizin kısa özeti, yaşamımızın aynasıdır, aslında. Her ikimizde başkalarını zengin edip, sadece yaşayabilmemize yetecek kadar para kazananlardık.

tanışıp, görüşmeye başlayalı uzun zaman olmamıştı, ama tam vaktinde olmuştu.

hani bizim durumumuzdakiler, ortak noktalar bulmaya çalışırlar, birbirlerini anlamak için; benim onu anlamaya çalışmak gibi bir gayem yok, çünkü onu içimde hissediyorum ...

Derken o an geldi ve bedenlerimiz buluştu, şimdi sarılmak neden güzeldir bilir misiniz? Çünkü sağ tarafta kalp yoktur ve orası boştur. Sarıldığınız zaman sağ tarafınızı O'nun kalbi doldurur. Ve bir bedende iki kalbi ,iki vücudu aynı anda hissedersiniz.

Sonrasındaysa dudaklarımız birleşti, öpüşmek her şeyin başladığı noktadır. Ya da her şeyin sonu. dikkat, özveri, kararlılık, içten istemek, hissetmek gerektirir. bunun için ilişkinin başlı başına kendisidir. her şeyi orda bırakmaya hazırsan başlangıç noktası; bırakmam ama bir şey olmaz diyorsanız her şeyin bittiği andır... Yaşam tarzıdır, kişiliğin aynasıdır... Sonunun olduğunu bile bile sonsuzluktur. Dibe daldıkça geri dönüşü vurgundur...

En gizli sırları dudaktan dudağa fısıldamaktır.

Gönlümün gönlüne akması, ona dokunmasıdır. Bir anlık vücut işlevlerini gören tüm organların iki katına çıkması, bir kısmının karşındaki 'sen'e aktarılmasıdır. Bir anda iki adet kalbin beyne kan pompalamasıdır.

Öpüşmeyi Marcel Proust: Öpüşmek temel olarak karşımızdaki kişiye daha üst bir seviyede sahip olma hatta o kişiyi tatma arzusundan kaynaklanan bir eylemdir. dese de bana göre öpüşmeyi; yaşam sembolü olan nefesi değiş tokuş etme şeklinde gerçekleşen bir sevişme ritüeli gibi algılıyorum. Sevişmeye öpüşmeyle başlama eğiliminin de önce yaşamları birbirine hediye etme sonra yeni bir yaşam üretme akışından kaynaklanması mümkün. Aşk mı para mı kafasında öpüşmek mi sevişmek mi problematiği de o yüzden kafaları rahatsız ediyor herhalde...

Aşık olduğunuz kişiyle öpüşürken yapılması gereken tek şey gözleri kapamak. Kapayın ve hissedin dünyanın sizi almadan döndüğünü.

Şimdilik ayrı düşerken, gözlerine baktım içi gülüyordu.

Sonra geldiğim yolu kullanmadan eve dönmeye çalışırken, dolmuşta otobüste falan insanların hep bana baktığını hissettim,
gerçekten bana bakıyorlardı, üstüme başıma baktım, saçma sapan bir şey mi var diye?

her şey normal gibiydi.

eve gelince aynaya baktığım zaman neden baktıklarını anladım. çünkü aynada hayatının en güzel saatlerini yaşamış, halinden memnun, hayatı seven bir adamın yüzü vardı.

bu da senin sayende...

teşekkür ederim...
özlemek; sadece insana özgü olduğunu düşündüğüm şey aslında ...

bunu okurken sana saçma gelebilir ama varken yokluk, yokken varlık özlenilir. bazen özlemeyi özler insan. özlediğinde ağlayası gelir bazılarının. özlemlere kavuşunca napcaını bilemez bazıları. özlemek aslında elimizdeyken kıymetini bilmediğimiz, bunları kaybettikten sonra aklımızın başımıza gelmesi ama borun pazarının geçmesi durumudur.

aslında bu konu için en güzel şeyleri aziz nesin yazmış:

o denli o denli çok beklettin
alıştırdın bekletmeye kendini
çok zamanlar geçti de geldin
senden çok seviyorum senin özlemeni

bu dizelerden sonra bir şey daha yazılmalı mı?

sanırım, hayır ...
Özlemek nedir, diye sorsam bünyeme, herhalde lisede edebiyatçının her kompoziyonda istediği ama nedense benim anarşistiğim tuttuğum için bir türlü yazmadığım halde şimdi aklıma gelen ilk şey; türkçemizin "öz" kökünden türeyen yine nefis bir kelimesi derim herhalde …

bir şey veya kişinin eksikliğiğni hissetmek anlamında kullansak da biz kendisini, aslında "seni öz-ledim" çok daha derin anlamlar taşıyor. özüme kattım, özümde hissettim, özümle bütünleştirdim falan gibi yorumlar getirilebilir. basit bir "eksiklik hissetme" durumundan çok ötede aslında …

ama özlemek, sürekli kalp çarpıntısı, telefonları izleme sapıklığı, iç acıması, yemek yiyeme, konuşmama istegi, eve kapanma, bazen de kendini sokağa atma gibi belirtilerle kendini gösteren hastalık gibi gelir bazılarına …

ve varken yokluk, yokken varlık özlenilir. bazen de özlemeyi özler insan. özlediğinde ağlayası gelir bazılarının. özlemlere kavuşunca ne yapacağını bilemez bazıları. özlemek aslında elimizdeyken kıymetini bilmediğimiz, bunları kaybettikten sonra aklımızın başımıza gelmesi ama borun pazarının geçmesi durumudur.

Oysa benim yaşadığım, hiç bir şeyden tat alamamak gibi bir yan etkisi olan garip bir duygudur. çok sevdiğiniz insanlarla nefis bir ortamda; içkiler, yemekler, muhabbet nefistir. gülüp eğlenirsiniz ama bir şeyler eksiktir, o yoktur.

hem de her zaman beraber olduğun, onsuz hiç yaşamadığın bir yerde. sürekli dalıp gider, başınızı kaldırdığın anda anlayışlı sevecen bakışlarla karşılaşıp mahcup olursun... muhabbete ortama ayıp ediyorum diye düşünür, kızarırsın. anlatmak ister anlatamazsın...

olmaz iste...

özlediğin için bir parçan eksiktir, zorlamanın anlamı yok, o yanındayken olduğu gibi olmayacak.

Ve hatta özlemek, onu istisnasız her gece rüyalarında görmektir. onun bütün varlığını, özelliklerini ezbere bilir beynin. bu sayede rüyalarında onun tıpatıp aynısını karşına çıkartır. beynin, onu yaratırken kalbini de dinler. onu, seni deli gibi sevdiği zamanlardaki haliyle karşına çıkartır. uzaktan seni görünce gülümseyerek sana doğru gelir.. sana o eski günlerdeki gibi hitap eder. "sevgilim!" der. gözleri parlayarak bakar sana. sarılır boynuna sıkı sıkı. kendi ellerinle yok ettiğin o aşkı, artık her gece rüyalarında görürsün. uyuduğun zamanları, uyanık olduğun zamanlardan daha çok sevmeye başlarsın. bütün o güzel rüyaların sonu aynıdır. eskiden onunla beraber uyandığın o yatakta, tek başına gözlerini açarsın. her gün, ondan önceki günler olduğu gibi, kendine lanet ederek kalkarsın o yataktan. bu böyle devam eder. budur bence özlemek. azalmayan, bazı zamanlar kabullendiğin, içine attığın, ancak ara sıra dayanamayıp dışa vurduğun, bir türlü bitmeyen bir duygudur. sadece rüyalarında görebildiğin bir insanın kalbinde ve beyninde yaşamasıdır.

Son olarak da özlemek soğuktur, özlemek sessizdir, özlemek evdeki hesabın çarşıya uymamasıdır, ilk iki planın işe yaramaması üzerine spontane üretilen "c" planıdır, özlemek çölün ortasına düşmüş penguen kadar çaresiz kalmaktır, karşıdan karşıya geçerken ayak parmaklarına bakmaktır, uzun ve karanlık gecelerde sonu gelmeyen ilahi sessizliktir. bir insanı özlemek dünyayı özlemektir ve o insan ne kadar uzakta olursa o kadar büyür gözleri, karanlığı deler ve yanıbaşınıza konuverir kanadı kırık çaresiz bir beyaz güvercin gibi..
falan filan
ayrılmak;

bugün benim evim olmayan ama benim evim olduğunu hissettiğim bir yerden çıkıp ayakkabımı giyerken fark ettim. ayrılmanın iyisi kötüsü olmaz.. iyi ayrılınca madalya veren, şeref kürsüsüne çıkaran bir kurum henüz yoktur..

o bakımdan kötü bir şeydir ayrılmak.

eğer iki taraf da birbirleri ile geçirdikleri vakitte, birbirleri ile geçirmedikleri vakitten farksız bir his içindelerse düşünmeleri gereken, kendilerini birlikte değilken daha mutlu hissediyorlar ise de gerçekleştirmeleri gereken eylem mi acaba?

isterdim ki herkesin gönülleri seyran saman olsun bişi olsun ama yaşam koşulları altında elinde sonunda gerçekleşmek zorunda kaldığı gözüken, ya da öyle olması istenen eylem diye tanımlasam ayrılığı, kimse alınır mı acaba?

bazı zamanlarda ayrılmak istersin. o çoktan gitmiştir senden, farkındasındır. üstelemenin, iteklemenin manası yoktur artık. sen hala onun gözlerinin içine bakarken titriyorsundur ama onun için sen alalade birisindir. gözlerinden başkaları geçer sevgilinin, bilirsin ki kuvvetle muhtemel başka tenlere dahi dokunmuştur elleri.

yine de bunca zaman görmezden gelip tüm bunları, beklemiş, beklemiş ama artık sonuna gelmişsindir. o kadar açıktır ki ne söyleyeceğin ve o kadar garantidir ki hiç bir itiraza denk gelmeyeceği savurduğun sözlerin, geciktirirsin. gün gelir, ayrılalım dersin, sessizlik anı saniyelerle sınırlı ve yanıt bingooo "nasıl istersen". olmuştur işte ayrılınmıştır, karşılıklı iyi dileklerde bulunulur hayata dair, sanki onca şeyi yaşayan değilmişinizcesine samimiyetsizce.

ve sonrası...

hüzün...

ama ayrılmak;

kangren olmuş kolunu alıp kesmek gibi, ilerde daha kötü olmasın diye; bu kertenkelenin kuyruğu değil, sokullu mehmet paşanın bahsettiği sakallar hiç değil, benim kolum; her sabah beraber uyanmak istediğim; her sabah yaralar tekrar açılan yaralara daha cok acısın diye, içimden çık diye avuç avuç tuz basiyorum...

ayrılıp birbirimize dönüşlerimiz var sonra, her dönüşümüzde biraz daha uzak biraz daha kontrollu, yavaş yavaş ölüyoruz, yavaş yavaş soluyoruz görüyorum, yanıp kül olmak kuruyup gitmekten daha anlamlı geliyor şimdi, emin olmak için içinde yavaş yavaş kaybolmaya basladığım resimlere bakıyorum, gözükmüyorum artık, zaman yolculuğu için çok mu geç kaldık dersin, hayat hala eğlenceli, bana bıraktığın boş şarap şişeleriyle bowling oynuyorum...