bugün

"iNGiLTERE ye dil Eğitimine gideceğini söyleyen kızına; ingiltere uzak, Kadıköy'de bir kursa yazılsan daha iyi olur" diyebilen bir varlıktır.
Yukarıdaki gibi değil kendisi ingiltere de.
Yaşarken ölendir. Bu gerçek ölümden daha kötü ve acı vericidir.
arefe günü gelecektir.
yapayalnızlığıma ses olacaktır,
iki hafta kalacaktır ama bir gün gelecektir bana, "gitmeden buzluğa bişeyler yapıp koyayım kızıma" diyecektir.
gülen yüzüme kanıp "seni iyi gördüm" diyecektir ve akabinde bir ohhhh çekecektir.
doyulmayandır anne. kızsanda, köpürsende o hep yanında olandır. kimse seni "çekemezken", o senin arkanı kollayan bir kaplandır.

kısaca düşünmeden bir gülüşüne can verilendir.
bana güç veren, mutlu eden tek insan. hem anam hem babam olan, kendini düşünmeden sadece evlatları için yaşayan sahip olduğum en değerli varlık. tek gerçeğim, hayatımın tanımı.

annelik kadar büyük bir mertebe yoktur ama asla anne olmayı düşünmüyorum. onun kadar acı çekmeye dayanamam, bırakır giderim iflas ederim diye çok korkuyorum. çünkü annem kadar güçlü değilim, gizlice ağlayıp mutlu görünmeyi çok erken öğrendim ama bu kadarını kaldıramam ..
En çok sevilen, aşık olunan..
parası olduğu kadar yanımda olmayı seçti
parası olduğu kadar yanımda olmaya devam ediyor annem
bana soracak olursanız hayırsız bir evlat olmanın getirisi belki, bilmiyorum
benim annem sevgisini omuzlarıma hissedemedim, ben anne sevgisinden bahsediyorum
para dan bahsetmiyorum
dediğim gibi belki hayırsız bir evlat olmanın getirisi bu;
ben annemi yanımda hiç hissedemedim.

baba mın o erkek gücünü, itiraf etmem gerekirse hiç göremedim!
ben babamın birisini dövmüş, öfke ile sözleri-elleri ile yerden yere vuruşunu hiç çıplak gözle görmedim. kimse de bana bunları anlatmadı.
ama biliyorum ki babamın bileği, bilek güreşinde bir kere yere gelmemiştir. kazanamadıysa, berabere bitmiştir.
baba babalığını hep öğütleri, yol göstericiliği ile yaptı. bir gün onları sımsıkı tutacağımdan o kadar emin bir pozisyon sergiliyor ki, ulan baba diyorum babalığını yapıyorsun işte

anneme döneceğim, yıkılan ailemizin yıkılışını babamın olmadığı zamanlarda öyle güzel bir noktada bitiriyor, bağlıyordu ki
benden şu an 2 şer yaş küçük 2 kız kardeşimin bunları idrak edecek güçleri olmadığı görebiliyorum. o gerçekleri o ortamlarda ortaya dökemedim. ben gerçekleri dolaylı yoldan hep suratlarına vurmayı seçtim. gençliğim bir hatalar ezgisidir.
büyüdüklerinde akıllarında annemin ağzından duydukları ayrılık sebebini, 7 yıl birlikte yaşadığı ama evlenmediği, evlendiği gibi de 1 ay sonra boşayıp şutladığı o adama ihanetini ve devamındaki yaşantısının ayrıntıları, benim abuk subuk bazı parlamalarım kalacak akıllarında.
Saat kaç oldu daha gelmedi. Of of.
Hep bunu yapiyor.
Hayatımı siktin saol.
uğruna dünyaları yakacağın mükemmel insan.

anneme laf söyleyen amcama senin dilini keser öyle sikerim dememi sağlayan harika insan.
Hojdir.
(bkz: mama said) şarkısını dinlerken beni duygulandıran kutsal insan.
Bugün doğmuş güneştir.

annem... iyi ki benim annemsin. Evimizin güneşisin. benim hayat ışığısın. sen olmazsan yanimda, ben yolumu kaybederim. Ellerine, gözlerine, mis kokan saclarina, sesine kurban olurum. nefesim, evimizin kıymetlisi. seni cok ama çok kelimelere cümlelere sığamayacak kadar çok seviyorum. Herşeyim. nefesim, varligim, yokluğum, güneşim.. sen yoksan karanlığım. Gölgem, gül bahçem. sensiz hayat çok anlamsız. seni çok ama çok seviyorum. iyi ki varsın,iyi ki benim annemsin. senin saçlarınin teli,gülüşün, gözlerin.. bir damla gözyaşın. dünyalara bedel. iyi ki doğdun.
Güzel insan. Özledim.
granül kahve içmeyeyim diye evi bitki çaylarıyla dolduran, hafif sayko güzel insan.
Anne, yalnızca karanlığı gördüğünüz anlarda, size aydınlığı gösteren kişidir.
bir avuç toprak başında oturup ağladığınızda, annenin ne demek olduğunu daha iyi anlayacaksınız.
bazen bazı kötü şeyler yalnızca onun dizlerine yatınca geçecekmiş gibi gelir, elleriyle saçlarınızı okşayınca tüm dünya yine, yeniden yeşillenir sanki. uzaktaysa ama siz kendinizle öylece kalakalırsınız. dizleri sihirli yaratık, dilleri tatlı yaratık, sesi aydınlık yaratık.
Benim Annem hep hayatta olsun bütün dünya sizin olsun.
geçen yılın son ayları, yurtdışındayım o sırada. annem hiç sektirmez her gün arar beni. her gün arayamadıysa da iki günde bir mutlaka duyar sesimi. kimi zaman görmem, üstüne yılmadan aralıklarla aramış olur. bazen insanı sinir bile ederdi ne yalan söyleyeyim.

üçüncü gün oldu o gün, aramadı. aklıma düştü, nasıl aramazsın yahu kadın dedim. aldım telefonu elime ben aradım, yanıt gelmedi. o gün cuma günüydü. bütün bir şehrin eğlence akşamı. biz de tabii durur muyuz, o gece de ertesi gün de gırla alkol o mekan senin bu mekan benim. kaldığımız rezidansa sabaha karşı geliyoruz, kafalar duman damarlarda kan değil promil akıyor. gün boyu uyuyoruz akşama doğru uyan, başla yine envai çeşit içkiyi yudumlamaya. geceye doğru toplan on farklı uyruktan tayfayla, dünden kaldığımız yerden devam. o gün de geçiyor, hayırsız evlat unutuyor anneyi aramayı.

neyse ertesi sabah, şu viber denilen zımbırtı telefonu titretiyor. o şekilde haberleşiyorum Türkiye'dekilerle. uzandım telefona, "queen" yazıyor ekranda, validemiz yani. hemen doğrulup açtım.

- napıyorsun oğlum ?
- anne bırak şimdi ne yaptığımı, sen neden günlerdir aramadın beni ? tamam kafa ütülenmiyor kaç gündür de (gülerek) merak ettim, adetin değil senin.
- dedenin yanına gitmiştim onunla ilgilenirken arayamadım.
- haa öyle mi, peki bakalım o zaman.

ardından dedemden sor, kendinden sor derken telefon kapandı. hani yalanım yok, huzursuzluk çöktü üstüme o telefon kapanınca. o her gün yapılan arama iki günde bire, üç günde bire düştü. ben de sorumsuzluk yapacağım ya, nasılsa arıyor diye kendim birkaç seferde bir alo diyorum. yine bir üçüncü günün şafağında* aklıma düştü. aradım.

- napıyorsun kadın, hiç arayıp sorma ha.
- n'apayım oğlum evdeyim oturuyorum öyle.

annem hemşire. hemşire olan yahut yakını olan bilir, özel hastane çalışanıysa hele ki yoğunlukları az olmaz. son birkaç aramamın hepsinde annem evdeyim diyor. konuşmalarımız hep akşam olduğundan, genellikle hastanede olur. iki günde bir 24 saat nöbete gider çünkü. neyse, konuşama devam ediyor.

- anne hayırdır her aradığımda evdesin.
- yıllık iznimi kullandım, izinliyim.
- yıllık iznini ? kış ayında hem de ?
- evet.
- çok ilginç, niye anne ?
- yoruldum biraz, bir de dedene gidip geliyorum şehirlerarası, biraz rahatsız. yetişemiyorum hem işe hem eve hem oraya.
- iyi yapmışssın annem o zaman, dinlen bari güzelce.

aradan bir ayın üstünde zaman geçti. annemle konuşuyoruz tabii. pek kullanmadığım facebook'a girdim. annemin yemek masasında otururken bir resmi. ulan dedim özlemişim. altta yorumlar gırla. ulan dedim ne var buna o kadar yorum yazılacak. aralarından bir tanesine çarptı gözüm. "abla çok geçmiş olsun, kalkmışsın ayağa."
beynimden vuruldum o an. ulan dedim ne demek bu ? saniye sürmedi sarıldım telefona. arıyorum cevap yok. kardeşimi arıyorum cevap yok. birinci dereceden akrabalarımın tamamı yurtdışında benim. başka kimse de yok ki arayasın. başladım sırayla isviçre'den teyzeyi, Fransa'dan, almanya'dan dayıyı aramaya. en son teyzelerimden biri açtı. yarım saat boyunca üstüne gittim sonunda aldım lafı ağzından. canına yandığım düşmüş, sol bacağını boydan boya kırmış. zaten kemik erimesi vardı, o da çok etkili olmuş. 2 ay boyunca yatmış evde. işe gidememiş.

canımdan can gitti derler ya hani. birileri geldi benim ciğeri komple söktü o telefon kapandıktan sonra. belki 200 kere aradım annemi ben. evde değilmiş internet bağlantısı olunca yanıtladı. ben o sırada ne kadar eşyam varsa valizlemiştim bile. eğitimmiş, amaçmış vız ve tırıs. dönmek için yola çıkmak üzereyken geldi yanıt. kızmak istedim nasıl söylemezsin anne diye önce, ağzımı açmamla sesimin titremesi bir oldu. ağladım ağlayacağım, o da farkediyor. dönüyorum anne ben, dedim. neredeyse yalvardı, oraya gidişinin amacı var senin emek var dedi. sen üzülme diye sakladım dedi. hem iyiyim oğlum ben dedi. ayaktayım adımlıyorum dedi. onbinlerce lirayı çöpe atacaksın gelirsen dedi. az kaldı birkaç ay sonra bitiriyorsun zaten dedi. hatrım dedi, anneliğim dedi ikna etti. kaldım.

döndüğümde annemi sol ayağı aksayarak hareket ederken gördüm. o her aksamada benim canımdan parça koptu. takılan platinden oğlum dedi. düzeliyor daha kötüydü dedi. alışamadım. çok geçmedi yine ayrıldım yanından. istanbul'a geri döndüm, bir şirkette işe başladım. başladığımdan bu yana tek bir gün dahi gidemedim yanına, işin yoğunluğu sağolsun. aylar geçti.

dün gece kardeşimi aradım ne var ne yok diye, memlekete gitmiş bizimkileri görmeye. annemin durumunu sordum. aynı abi, dedi. annem aylardır daha iyiyim diyordu bana oysa ki. düzeliyorum neredeyse kalmadı bir şey ama ara ara kötüleşiyor diyordu. kardeşim annemle birlikte gitmiş hastaneye kontrole. doktor platini almamız lazım, yürüme bozukluğunu yaratan o demiş. yalnız annemde yıllardır var olan kemik erimesinden dolayı platini alırken bacağın tekrar kırılma riski de yüksekmiş. alınmadığı sürece yürüme bozukluğu devam edecek ve kalıcı hale gelme durumu ortaya çıkacak demiş. detaylı da öğrenemedim ya neyse.

annem de babam da sağolsun, beni eksiksiz gediksiz okutup büyüttüler. şimdi arkadan gelen birader yarı bursla özel bir üniversitede okuyor. dertleri onun da diplomasını alması. peder özel sektöre geçiş için devletten emekli olmuştu, çalışmaya başladığı kurum bu yıl dağıldı. hayal kırıklığı oldu. validenin zaten tansiyon problemi baş göstermişti şimdi bir de bu fiziksel sorunla birlikte çalışmaya devam ediyor. yaşlarını başlarını aldı artık ikisi de. ne kadar yorulduğunu biliyorum, duyuyorum sen tek kelime ile de olsa belli etmesen bile. artık emekçiliği emekliliğe devretme vaktin geldi, görüyorum.

velhasıl o gün valizlerimi bir bir geri boşaltmıştım, dönmemiştim yanına. bugün işe gitmek için uyandığım saatten çok daha erken uyandım kadın. uyku girmedi gözüme. dolabın üstündeki valize çarptı gözüm. evden çıktım, işe geldim. hala zihnimde valiz. oralar bizim değil anne bilirsin, oralara ısınamadım hiç onu da bilirsin. döner misin okulun bitince diye mağrur mağrur bakışlarınla sorduğunda, mutsuz olurum annem dönersem deyişim de hatrımda. o günlerin üstünden çok zaman geçti, geçenlerde anne gelsem mi oraya dediğimde bu kez senin çark edip; hayır oğlum lütfen geleceğini riske atma deyişin de hatrımda.
ama sana dayanamıyorum kadın. dün benim ufak olanımla, öbür oğlunla işte; konuştuktan sonra seni arasaydım, eşek kadar halimle "anneeeaağğğğğ" diye ağlardım. hem bu lanet şehre hoşça kal deyip oralara dönersem bizim ite maddi olarak daha çok destek olurum. e tabii yeni bir işe girince orada. e malum ev kirası yok, ulaşım desen sıkıntısız arabayla kısa mesafeler, e yemekleri de sen yapıyorsun zaten, sen varken dışarıda yer miyim ?

seni arayamıyorum diye destan döşedim buralara. öyle birileri okusun diye değil, okumaya kalkan kör olur zaten, okunmasın.

ne yapacağım ben şimdi ?

Koşulsuz, şartsız, beklentisiz, kesintisiz sevgiyle dolu; yalandan sevmeyen ve sevmeyecek tek kadın.
Sonsuz sevgiyi hakeden tek kadın.
Emekçi kadın.
Her şeyin ve hepsinin en olanı.

kadın.. ölürüm lan sana..
Geceleri öldüğünü hayal edip sessizce ağladığım doyulmayan insan.
çıkarsız, karşılıksız, beklentisiz, yalansız, riyasız sevebilen yegane kadın.
tabağa yemek koyarken tamam dedikten bir yemek kaşığı daha ilave eden güzel insan. şu hayatta kendisi haricindeki herkesin sevgisinden şüphe duyarım.
yaşar kurt'un anti militarist bir şarkısı. kendi yorumuyla harika bir şarkı.

orduya istiyorlar
savaş çıkar diyorlar
silah veriyorlar anne
bana öldür diyorlar.
sabır gerektiren bir meslek.
http://sabirlianne.com/