bugün

bırakılmak istendiğinde, zor olacak olan eylemdir.
en iyisi hiç alışmayacaksın bir şeylere, bir kişiye.
çogu zaman sevgiyle aşkla karıştırılan duydudur. ayrılık sonrası cekilen acının %90'nını bu duygu oluşturur.
beyin kıvrımlarının içiçe geçerken bazılarının yerlerini değiştireme durumu.
öylesine zararlı, öylesine korkutucu, uyuşturucu kıvamında tadını parmak izi olarak hayat üstlerinde bırakabilen, değiştirilmesi, vazgeçilmesi için enerji ve zaman gerektiren.
insanlara verilen olmazsa olmaz özelliklerdendir.
yakınını kaybedersin alışırsın
paranı kaybedesin alışırsın
4 sene biriyle beraber olursun sonra ayrılırsın ona da alışırsın
yanlız kalırsın yanlızlığa alışırsın velhasıl kelam hep alışırız hep uyum sağlarız.
Olmasi gereken.
Mantikli düşünün sozluk yazarları!
Alismak sevmekten daha zor..farkındayım.
Ama şu mecburiyet durumu.
zordur alışmak ama sonrası daha zor...

Kendini bile tanıyamadığın anların artık sana normal gelmesi ve eski seni unutman. Yine de inadına eski sene sarılmaya çalışman ama başaramaman. Çünkü alışmışsındır artık, alışamadığın her neyse ona/kendine.
unutamamanın gururlu hali.
başa beladır. yitip gittiğindeki sancısıyla uğraşmak ayrı bir dert. alıştığınız şey satın alabileceğiniz bir şey değilse sıkıntıya hazır olmak lazım. çünkü ayrılık kaçınılmaz, ayrılıktan kaçılmaz...
bir annenin daha zerre kadarken sesini, kokusunu, gözlerini görmeden sadece tekmelerle hissettiği, büyüttüğü, alıştığı evladına beslediği duygular bütünüdür.

günümüzde uzun ilişkilerin sürdürülmesi konusunda en önemli bağ görevini görür alışmak. kim istemez ki her sabah telefonuna '' günaydın sevgilim:)'' mesajının gelmesini, kim istemez ki her sabah tebessüm dolu bir yüzle uyanmak, kim istemez ki sabah uyanmak için bir sebebinin olmasını kim? herkes bu muhteşemliği ister. işte bunların hepsi kaybolduğunda alışmanın ne olduğunu insan iliklerine kadar hisseder.

alışmak vücuda yayılan düşük dozda bir zehirdir. insan bu zehre bağımlıdır. bu zehir olmadan bünye, dimağ, ruh işlevini göremez.
eksikliğe mi alışmışız, mutsuzluğa mı yoksa?
birseyi farkinda olmadan fazlasiyla benimsemektir. konusmasan da hergun gordugun birisini bir gun gormeyince balyoz yemis gibi olmana sebep olur. boktan bir durumdur. sen de cikip gitmek istersin gidemezsin. aramak istersin arayamazsin. allah dusmanimin basina vermesindir.
bazen öyle bir alışırsın ki alışkanlığını bozacak herşeye siktir çekersin.

(bkz: yalnızlık)
bazen çaresizliğin son noktasıdır.
eğer ki göz yaşlarımı bu ülke kadar akıtabilseydim, tek bir damlasına acımadan bütün kinimi kusarak akıtırdım. ülkede tek bir insanın hayatta kalmadığını bilene kadar. nuhun gemisinin bile dayanamayacağı bir şekilde ağlardım...

bugün 14 nisan. genç bir kızın bir bakandan daha doğrusu bir insandan yardım isteyip de dilencikonumuna düştüğü gün. o kadar sinirliyim ki, parmaklarım sayfalarca küfürü korkmadan yazma gücüne sahip, tek bir harfinde bile titremeden... şuan öyle sinirliyim ve çaresizim ki göz yaşlarımı içime mi yoksa gökyüzüne mi akıtacağımı sapıtmış durumdayım, yoksa olmayacağını bile bile bütün insanlığı göz yaşlarımın içinde boğmaya çalışıp deli olduğumu bir kez daha kanıtlasam mı?

sadece susuyorum, susup tepki vermemek de bir eylemdir. ama monitör karşısında, renklere bakmak aptalca, ya da eve ekmek götürüp, 3 kuruşluk maaşıyla ailesinin küçük ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan insanlara karşı susmak anlamsız. insanlığa karşı tepki göstermesem insan olduğumu unutur muyum acaba? eğer ki böyle bir şey mümkünse ki mümkün görünüyor, bunu yaparım. artık çaresizliğim içimde bir diken gibi büyüyüp ruhumu aptal bedenimde köşeye sıkıştırıyor.

platon tasarladığı ütopyada devletin başında filozofların olmasını söylüyor. ben de diyorum ki yok, o kadar da ütopyaya gerek yok, sadece insan olsunlar yeter.

http://www.youtube.com/watch?v=GVgknDM45-o

videoda 1.46 saniyeden itibaren bakan olayların önemine henüz vardığını basına açıklamaya çalışıyor. sonra vali bey yardımcı olur diyip o sırada vali bey! in araya girip ''üniversite okuyormuş, tabi biz ona yardımcı oluruz, destekleriz..'' diyor.

söz meclisten dışarı ama herkesin gözünden uzak bir yerde deri koltuğuna taşşaklarını yaymış şekilde oturup maaşını beklerken, senden kimse bir şey bekleyemez.

alıştık nasıl olsa, çaresizlik içinde boğup ölen kimseleri görmeye. alışmak böyle bir şey işte.
alışmak insanoğlunun en büyük hastalığıdır.
farkın ortadan kalktığı durumdur. Alışmak kelimesi kanımca oldukça tehlikelidir; çünkü alışma edimi özünde bir farkın, farklılığın doğasını imler. Alışma eyleminin gerçekleşmesinin ardından o fark edilen farkın kendisine dönüşülür.
Hayatınızda değeri bile olmadığını düşündüğünüz bir insanın elden kayıp gidişine hüzünlenmenizin yegane sebebidir. O zamana kadar farkında olmuyorsunuz tabii.

Karda uyumanın tatlı geldiği anda donarak ölmek gibi.
hayatta kalabilmenin yegane sebebi.

dostoyevski'nin de dediği gibi:

''aşağılık insanoğlu her şeye alışır.''
sevmekten daha zor gelendir.
sevmekten daha zor ama daha kalıcı eylem.
eksikliğini daha beter yapan şey onu sevmeniz değil, ona alışmış olmanızdır..
"Alışan güvercin, sallanan kamıştan kaçar mı hiç?
O kamıştan, göklere uçan, yere alışmamış olan güvercin ürker,kaçar." Mevlana
zordur. yokluğa alışırsın tam, sonra o gelir varlığıyla coşarsın. aylar, belki yıllar geçer. sonra yine gider. yine uzaklardadır. varlığına alışmak saniyeler sürerken yokluğuna alışmak uzun zaman alır. hayatın her parçasında ondan izler görürsün, hatırlarsın. bir otobüs durağı, dar bir sokak, bir şarkı hatırlatır. alışamazsın işte...
Insanlarin "alısmak" diye bir yetenegi olmasaydi, her yakını ölen ya da sevgilisinden ayrılan bunalımdan çıkamaz intihar ederdi. Neslimizin devamını üreme dürtümüze degil, bu özelligimize borçluyuz.
--spoiler--

Hep aynı kalsa acılar
insanoğlu nasıl yaşar
Birgün küllenir anılar
Yanmayada alışırım

--spoiler--
alışmalı alışmalı yıkılıp yeniden kalkmaya, kabullenip sana düşeni dünyaya bırakmaya, Yüklenip tüm acılarını Kendine yaslanmaya Kimsesizliğin hesabını istanbul'dan sormaya.