bugün

"2 haftalık türkiye ziyareti dolu dolu geçti, göz açıp kapayıncaya kadar bitti, 4 ay sonra tekrar görüşmek üzere..." diye bir tweet atmıştım, yeniden buraya döndüğümde, 2 hafta boyunca türkiye'de bolca eğlenmiş, sevdiklerimle hasret gidermiş ve de şarj olmuş bir şekilde dönmüştüm, attığım tweet ise bu durumu özetleyen basit bir cümle idi. lakin akabinde gelen cevap öyle bir cevaptı ki, ne kadar normal ve zararsız gözükse de, içinde bulunduğum durumu yüzüme vurmuş, gerçeği farketmemi sağlamıştı;

"türkiye ziyareti de neymiş? asıl 4 aylık italya ziyareti göz açıp kapanıncaya kadar bitecek : )"

artık nereye ait olduğumu, nereyi ziyaret ettiğimi şaşırmış, buraya alışmış, türkiye'ye gidişimi bir ziyaret olarak görmüştüm. haklıydı, ziyaret ettiğim yer burası, ait olduğum yer ise ülkemdi.

peki alışmak, ruhsal bir bağışlık sistemi miydi, ne zaman aşılanmıştık da, bu kadar gelişmişti "alışkanlık sistemi"'miz.

ruhsal aids mi yaşamak gerekiyordu, alışmamak, kendimizi korumak için...

***

evimi tatil köyü, buradaki dairemi evim olarak görmemi sağlayan alışma yetisi, son dönemlerde, her geçen nesille daha da artarak büyüyordu, eskinin değerlerine, mekanlarına sahip çıkan, değişimlere daha kapalı nesli gitmiş, yerine her ortama, her şarta uyum sağlayan amfibik bir nesil gelmişti, biz ne zaman alışmaya bu kadar alışmış, ne zaman alışma aşısını yemiştik?

biz ne zaman alışmıştık;

o gözüne göz değse kıskandığımız eski sevgilimizin, artık başka bir insanla yatıyor olduğu fikrine,

2 saat sesini duymazsam ölürüm dediğimiz eski aşkımızın, sesini ömür boyu duyamayacak olmaya,

kaybettiğimiz bir aile büyüğünü, artık adıyla değil de, rahmetli diye anmaya,

o büyüğümüzün hep oturduğu koltuğun artık hep boş olmasına,

peki biz fikirlere ne zaman alışmıştık;

sevgilerin bitebileceğine,
insanların ölebileceğine.

ne zaman dejenere olduk peki? ne zaman romantizme küstük, aşka küstük, ilişkilere küstük,

kaç acı son gerekti, bir daha iyi bir son olamayacağına dair umudumuzu yitirmemiz için?

ne zaman alıştık bir gecelik ilişkilere?
ne zaman alıştık fuck buddy'lere?
ne zaman alıştık gruplara, trenlere,
cinsel organımız tarafından yönetilmeye...

acılara karşı bir korunma içgüdüsü idi alışmak. genelde zorluklarla, acılarla karşılaştığımızda önce direniyor, üzülüyor, sonunda hayatta kalma amacıyla acılara, zorluklara alışıyorduk. acı eşiği daha yüksek olan eski nesiller, değişime daha fazla direnç gösteriyordu, zora gelemeyen bizler ise canımızı yakmamak pahasına kolayca uyum sağlıyor ve alışabiliyorduk değişen koşullara.

peki alışırken, sürekli değişirken, sürekli adapte olurken, kaybediyor muyduk acaba omurgamızı?

***

twitter'ı kapayıp, masadan kalktım, uzun süre kalacağımdan bu ülkede, otel odasından sıkılıp ev tutmuştum artık, salonumu inceledim, aldığım bir kaç aksesuar ile "ev"'ime sıcaklık katmaya çalışmıştım, ama olmamıştı işte.

evim vardı belki artık burada da, salonum ve ufak tefek kendime ait eşyalarım da, ama sabah yeni demlenmiş çay, akşam ise yemek kokmayan bir yer evim olamazdı.

gerçi yeterince acı son yaşamıştım, en azından bir daha evime bu kokuları taşıyabilecek bir diğerini hayatıma sokmayacak kadar.

2 evim, 1 gelişmiş alışkanlık sistemim vardı ama yuvam hiç bir zaman olamayacaktı.

kanepeye uzandım, tavanı izleyerek, bu fikre kendimi alıştırmaya çalıştım.

beceremedim, içimi bir boşluk kapladı.

boşluğa alışıktım.

uyudum.
(bkz: mazoşist)
tasavvufta hale teslim olmak şeklinde nitelendirilen durumdur. bazen yapılası tek şeydir.
(bkz: urfa kebaptan adanaya geçiş) * *
hızlı yaşıyoruz, bir şeyleri hızla tüketiyoruz. her konuda hızlıyız artık, alışmakta olduğu gibi... hızla alışıp hızla bir diğerine de alışabiliyoruz. hızla alışkanlıklarımızı tüketip hızla yeni alışkanlıklar kazanıyoruz.
(bkz: acının kemikleşmesi)