bugün

söz konusu vatan ve islamsa gerekeni yapmıştır. öldürmüştür en sonunda kendisi de ölmüştür. zannedildiği gibi terörist değildir, olmamıştır. kendi döneminde bir savaşın içindedir. savaştığı insanlar da silahlıdır. silahı taşımak değil kullanmak önemlidir. Çatlı kullanmıştır.
asala artıklarının yokluğunda rahat rahat gezdiği reis.
Adı ile ozdeşlesmiş mercedes kasası vardır.

(bkz: W140)

Çok taşaklı bi arabadır.

Kendisine gelince çok bilgim yok ama karanlık adam. Katil ya da kahraman.
--spoiler--
Ülkücü gençler bir şey yaptıysa adam vurduysa adam yaraladıysa bunu komünist bölücü saldırıya karşı meşru müdafaa olarak yapmışlar ve milli ve manevi değerlerini savunmuşlardır. Bu bir suç ise biz bu suçu kabul ediyoruz
--spoiler--

Nevzat Kösoğlu.
7 tipli gencin ölüm emrini vermiş bazı puştların büyük reis dediği kişi...

inşallah azaplar içinde yatıyordur, mezarında...
devrimcilerin devlet tarafından hiç kullanılmadığını sanan gerzekce fikir, ulan hala hiç mi araştırmazsınız bir ertuğrul kürkçü gerçeğiniz var sizin, mahir çayanların öldüğü kızıldere olayından sağ kurtulan,oradan oraya yerleştirilen devrimciniz mesela. Abdullah çatlı adam gibi adamdır, eksik iş yapmıştır, tek suçu budur sadece.
katildir. devletin maşasıdır. faşisttir. derin devletin adamıdır. mafyavari ilişkiler içindedir. ölmüştür.
adam'dır.
Dünyanın düzenine restini çekti, kaçaktı ve kuralsızdı.
(bkz: çatlı reyis)
http://www.youtube.com/watch?v=RWPggPGylqs

yiğit olanların sonu olmaz,
talihi de gülmez yüzü de gülmez.
varsın onu öldü sanan sansın,
kahramanlar ölmez, ölmez...
derin devletin maşasıdır, yiğitlik dedikleri şeyi silahlarından, istihbarat kimliğinden, devletin kaynaklarından ve mafyavari ilişkilerinden alır,, neyse ki yiğitliğin ne olduğunu geçmişte bize bu tür karanlık tipler değil, Dadaloğlu gibi adamlar fazlasıyla göstermiştirler..
nadir bulunan zeki ülkücüdür. kendisine vatan nasil sevilir sorusunu sormak isterdim.
sicacik cehenneminde cayir cayir yanmaktadir.
Darisi digerlerinin basina.
asala ermeni terör örgütünü bitirmek gibi büyük işlere imza atmış. muhsin yazıcıoğlu'yla çok işler yapmış ve 3 Kasım 1996'da susurluk civarında bana göre "suikast" düzenlenerek öldürülmüş bir adamdır. hayatını devletin pis işlerini temizlemeye adamış daha sonra devlet kadrosundan ayrılarak sivil hayatına dönmüş bir adamdır. bildiklerinden dolayı derin devlet yapısına tehdit olarak görüldüğü için kalemi kırılmıştır. kimine göre şopardır kimine göre kraldır.
Kendisi hakkında yapacağım sunum sebebiyle hayatını ezberlediğim adam.
Asala'yı bitiren kişilerden.
1977 yılıydı... O yıllardaki ismi ile Film Radyo Televizyonla Eğitim Merkezinde radyo proğramları metin yazarı olarak çalışıyordum... Mesai arkadaşım Osman Oktay’ın hemşehrisi Ankara ilahiyat Fakültesi öğrencisi bir genç odamıza geldi ve bir sıkıntısını anlattı, yardım istedi......

ilahiyat Fakültesi öğrencisi bu delikanlımız son sınıfta idi, okulu bitirmesine dört beş ay vardı. Ankara Ülkü Ocakları Başkanı Abdullah Çatlı buna ağır mı ağır bir ceza vermişti. Bir yıl süreyle okula devam etmesi yasaklanmıştı, bununla da kalmıyordu bir yıl süreyle bu gencimiz Ankarayı terkedecekti... Cezası bittikten sonra hem Ankaraya hem de okuluna geri dönebilirdi.

Ülkücülük hayatımda ilk defa böyle bir ceza türüne rastlıyordum ve şaşkındım. Bu cezaya muhatap olan gencimize sorduk:

-Abdullah Çatlı durduk yerde böyle bir ceza kesmez. Peki bu cezaya gerekçe olan konu neydi?

Gencimiz ceza sebebini bize şöyle anlattı:

- Okulda bir kız arkadaşım vardı, iki yıl arkadaşlık yaptık. Sonra nişan yapmak istedik ama ailelerimiz anlaşamadılar ve ayrıldık. Okul başkanı da benisevmezdi, konuyu Ankara Ocağa farklı şekilde yansıttı ve Çatlı Başkan da bana bu cezayı kesti... Yalvardım, bu cezayı 5 ay erteleyin,okulumu bitireyim ondan sonra 10 yıl süreyle Ankaraya gelme yasağı koyun dedim ama ertelemediler.

Osman Oktay hemşehrisini dinledikten sonra bana döndü:

-Bu işi halletmek sana kalıyor dedi, benim Çatlı ile bir hukuğum yok.

Önce çekimser kaldımsa da Osman Oktayı kıramazdım ve ertesi gün Ankara Ocağa gitme konusunda Bucaklı gencimizle sözleştik. Beynimde bazı soru işaretleri vardı ama Besni Öğretmen Lisesinden Ankara’ya yeni geldiğim için Anadoluda ülkücü öğretmene ne derece ihtiyaç duyulduğunu biliyordum ve konuya bu pencereden bakarak yardımcı olmayı kabul etmiştim

***

Ertesi gün Ankara Ocağın yolunu tuttuk, Çatlı Başkanın odasına girdik, hemen ayağa kalktı daha kapı girişinde karşıladı, el sıkışmak hafif kalırdı o yıllarda ve pek tercih edilmezdi... Şöyle adamakıllı sarıldık, kucaklaştık... O sarılmalar, o kucaklaşmalar ne özge duygular akıtırdı içimize, kalbimiz bir serçe kanadı gibi pır pır titrerdi, göğüs kafesimize nisan yağmuru gibi ıpılık birşeyler akardı...Biz ülküdaştık, biz öz gardaştan öte tek candık, tek yürektik, tek bedendik bre!..Hey gidi günler hey!..

- Vay Hocam, Alper Hocam şeref verdin Ocağımıza!.. diye yürekten bir sesle hoşgeldin demişti..

Yanımdaki Bucaklı genci görünce konuyu anlamıştı aslında. Bir saat o konuya özellikle girmedi .Kutlu Töre’den konuştuk, Bozkurtların Türküsü’nden konuştuk, Çirkef’ten konuştuk... Geliş maksadımızı unutmuştuk adeta...

O yıllarda Ocak başkanlarımız her yeni eseri, hatta dergilerdeki her hikayeyi bile takip eder o eserlerden ülkü aşkını alazlandırır, o eserlerden azmini biler, o eserlerden ufkunu genişletirdi... O yılların başkanları kaset ülkücüleri değil kitap ülkücüleri idi. Herkes görüşünü serbestçe ifade ederdi, kimse kimseyi “hain”ilan etmezdi, kimse elinde ülkümetre ile gezmezdi; bir Anadolu gencini ülkücü yapmak için otogarlarda beklenilir üniversitelere yeni kayıt yaptıracak gençler karşılanır, okula kayıt işine yardımcı olunur, yurtlardan yer temin edilir, yer bulunamazsa aynı yatakta koyun koyuna yatılırdı... Ben de Ankara’ya ilk geldiğimde ev tutuncaya kadar Yüksek Öğretmen Yurdunda Ender Gökdemir ve Mehmet Şahingözle koyun koyuna yatmıştım.

***

Neden sonra Abdullah Çatlı gecikmiş konuya girdi:

- Emriniz hocam! dedi... Bu ziyaretinizin bir sebebi olmalı?
- Estağfurullah yiğidim, emir haddimiz deği, dedim
- Estağfurullahı yok Hocam, dedi Çatlı, bu hareketin her romancısı, her hikayecisi, her kalem erbabı benim yaptığımdan daha şerefli bir uğraş vermektedir... Bizim yermize başka ülküdaşlarımız ikame edilebilir ama sizlerin yerine asla...

Nefsimi okşayan bu hoş sözleri fırsat bilip hemen konuya girdim:

-Çatlı Başkan! Ben Ankaraya Besni’den geldim, Anadoluda ülkücü öğretmene ihtiyaç had safhada, Ankara’dan mezun edip göndereceğimiz her genç en az beşyüz ülkü fidanı yeşertecektir, bizim ülkü fidanlarına ihtiyacımız var, bizim öncelikle öğretmene ihtiyacımız var gardaşım! dedim.

Çatlı Başkan sözü aldı:

- Sizi çok iyi anlıyorum Hocam, konuya baktığınız pencereye de saygı duyuyorum... Ama bir de benim baktığım pencere var. Ben de onu arzedeyim, beraber bir karara varalım... Bu arkadaşımız ilahiyat Fakültesinde bir bacımızla arkadaşlık kurar, bacımızın niyeti gönül eğlendirmek değildi; söz kesmek, nişan yapmak, evlenmek maksadı taşımaktadır...Örfümüze göre bu arkadaşımız ailesini gönderip bacımıza dünür olması gerekir, ama bu uyanık dünür işini bir yıl sallar, derken bacımız bunun ailesi ile tanışır, ailesine de kendini sevdirir, tamosıralarda bu genç, bacımızı bırakıp başka bir bacımıza kancayı takar, maksadı ise sadece gönül eğlendirmek...

Hayretler içinde donup kalmıştım... Bana önceden söylenenlerin tam tersi bir tablo vardı karşımda... Mahçubiyetimi gören Çatlı Başkan gence dönüp birden sertleşti, ses tonunu da yükselterek:

- Alper Hocama yalan söyledin değil mi? dedi gürleyerek.

Genç süklüm püklüm oldu, ezik bir ses tonuyla:

- Evet başkanım, dedi

Çatlı Başkan işaret parmağını alevden bir mızrak gibi gence doğru uzattı ve hışımla gürledi:

- Bu hareketin ikibine yakın ülkü ocağı ve ikibine yakın başkanı var, ama bu hareketin on tane romancısı ve hikayecisi yok... Alper Aksoy’a yalan söylemek densizliğini gösterdiğin için cezanı ikiye katlıyorum, hemen şimdi buradan çıkıyorsun ve iki yıl sonra gelmek üzere Ankara’yı terkediyorsun.

“Emredersin başkanım” diyen genç ayağa kalktı, geri adımlarla odadan çıktı ve gitti.

Çatlı Başkan da yerinden kalktı, bir elini cebine soktu, yakınındaki pencereye doğru iki üç adım attı, diğer eliyle camın buğusunu sildi... Gözleri çok uzaklara kaymıştı... Tabii benim merakım da giderek artıyordu. Odadaki atmosferin beni rahatsız etmiş olabileceği inceliği ile benim muhtemel sorularıma cevap olacak ruh halini seslendiriyordu adeta:

- Bazan kendime “çok katısın Abdullah diyorum”,ama beynimin diğer yanından başka bir ses cevaplıyor bu soruyu: “Savaş meydanında taviz verilmez”... Bak Alper Hocam, Hacettepe yurdunun lağımlarında düşük çocuklar akıyor. Ben bizim kontrolümüzdeki okullarda ve yurtlarda aynı çirkefi görmek istemiyorum ve onun için çok katıyım, üstelik ilahiyat Fakültesinde tavize daha çok kapalıyım.

Buğulu camdan dışarı bakarken birden bana doğru döndü:

- Beni anladınız değil mi dedi?

- Gazan mübarek ola yiğidim, dedim, sizlerde bu iman, bu mesuliyet duygusu oldukça bu hareket muzaffer olacaktır muhakkak.

Hey gidi günler hey!.. O güzel insanlar o iyi atlarına binip gittiler.

Alper AKSOY
vatansever büyük adamdır.*
birçok solcuya haddini bildirmiş, nice pkklı sikmiş, türk-islam tarihinin en kuvvetli neferleriden biridir.
herkesin anlayacağı dilden konuşmuş insan.
kendisini eleştirenler hep bahçelievler olayından söz eder. yine aynı kişilere pkk, dhkp-c, asala'nın yaptıkları sorulunca ''ama onlar halkların kardeşliği için yapıyor miyav' gibi yanıtlar.
böyle kardeşlik yerin dibine girsin.
iyidir kötüdür diyenler var, pek bilmiyorum ama bildiğin bayağı yakışıklı karizmatik jön gibi bir insanmış.

eğer öldüyse kendisini canlandıran polat alemdar ı görse kemikleri sızlardı.
Kanı ve sütü bozuklarla iş yapılmaz, siyaset konuşulmaz,Tartışmaya girilmez.. Kafasına sıkılır, sevaba girilir sözünün sahibi. Bir yerde adam haklı beyler.
uyuşturucu tüccarı, kişiliksiz katil!
O kadar uyuşturucu tüccarıki fransada hapisteyken karısı gecinebilmek için alyansını satmıştır.
kafatasçıdır.